Tamam, öyle yapın!
"Sivas'ı yazdın, Başbağlar'ı da yazsana..." Doğru, onu da yazmalı; hiç kimseyi, hiçbir acıyı, hiçbir vahşeti, hiçbir katliamı, hiçbir cinayeti, hiçbir suikastı, hiçbir işkenceyi, hiçbir pusuyu, hiçbir mayını, hiçbir yetimi, hiçbir ihaneti, hiçbir infazı, hiçbir bombayı, hiçbir hiçbiri unutmamalı! Nasıl yapacağız peki? "Profesyonel katipler" olarak "istekler" i mi değerlendireceğiz, "nöbetçi vicdan" sıfatıyla oradan oraya koşturacağız; "insaniyet namına tarafsızlık" kriteriyle şunu yazarsan bunu da yazmalı, berikini yazmayacaksan ötekini de yazmamalı, en iyisi memlekette çok geçerli "steril objektiflik" gereği hiç görmemeli, hiç bulaşmamalı mı demeliyiz? Sorun şu: "Onu yazdın, bunu da yazsana" diyenlerin hemen hiç biri, gerçekten de her acının hissedilmesinden, hatırlanmasından, müsebbipleri namına utanç ve onlara tepki duyulmasından, "onunki" anıldığında "ötekininki" nin de bilinmesinden yana değil ki. Maalesef, "milli, etnik, dini, mezhepsel" kimlikler öyle perçinlenmiyor! Sorun o: "Öyle diyorsun ama, şu da var", diye size sitem edenin, sitem kibar kaldığında sövenin gündeminde, dünyasında, ruhunda, inancında, fikrinde, dilinde, kültüründe, geleneğinde, vicdanında, aklında, sözünde, sesinde, eyleminde "Şu da var ama, bu da var" diye bir şey yok ki. Şahıs, sizden ayrımcılık yapmamanızı talep etmiyor aslında; kendi ayrımcılığıyla size bindiriyor.
Misal, "Çeçen terörü" diye basbas bağıranın kapsama alanında, "Acaba Çeçenistan'da da kaç çocuk öldürüldü ve kaç yetim kaldı?" diye bir soru dahi yok. Elbette, muhtemelen tersi de. Yani, gerçekten terör uygulandığında, "Çeçen intikamı" nın namluları, bombalarıyla kaç masum insan öldü diye de. "Filistinli çocuklar" diye başlarsan, "anti-semit"sin; ne gariptir ki, "Semit"in "Sami"den geldiğini, aslında ikisi de "Sami" olan kimi Araplar ile Yahudilerin ortak kökü olduğunu da anlatamazsın. Karşına sadece "İsrailli çocuklar"ı koyuverirler. Doğrudur der ve bir bombanın kahpeliğinde, bir otobüste mesela, "Filistin terörüyle öldürülen İsrailli çocuklar" ı da kalbinde hisseder ve yazarsın ki, berikiler de "Filistinli çocuklar"ı çekiştirip karşına koyarlar. Derdin, çocukları eşitleyip her şeye objektiflik gözlüğünden bakmak da değildir zaten; derdin, kahpeliğe karşı çıkmak, masum ve mağdura hiç olmazsa kalbini, kalemini koşturmak, ama derin adaletsizlikleri ve eşitsizlikler ile sistemli zulümleri de bu saf ve temiz bakışın uyuşukluğunda unutmamaktır. Bu dert, bilirsin, öyle insanlık namına, çocuk hakkı adına, kimi vahşeti kınamak adına kabaran herkesin her daim derdi değildir. Bir zulmü kınayan nicesi, bir başka zulmün destekçisi, eylemcisi, hatta celladı olmaya adanmıştır.
Ülkemize döneyim; cennet topraklarımın cehennem haline gelmiş, getirilmiş hayatlarının, nice evlat gömüp acılarını gömemeyen, acısını gömdüğünde bazen nefretini gömemeyen sokaklarında, hanelerinde, "bölge"lerinde dolaşayım. Hadi dolaşın. Bin bir hikaye dinleyin. Kayıp evlatların, şehit askerlerin, mezarsız ölülerin, katliam kurbanlarının, işkenceli bedenlerin, kömürleşmiş cesetlerin, kulağı kesik kafaların, karnı deşilmiş gençlerin, kopmuş bacakların, paramparça vücutların anılarını tazeleyin. "Mezalimden mezalim" seçin. Ötekinin her hatırasına, hatırlamasına, her ağıtına bu taraflardan, artık siz hangi tarafta hangi tarafsanız, bin mislini, daha büyük vahşet öykülerini, daha acımasızını, daha hakikisini, daha yakınını çıkarın. Her zaman mümkün, çünkü var; hepimizin misal gösterecek, dinleyeni ağlatacak, kalpleri öfkeyle dolduracak, nefretin kazanına körük üfürecek bir değil, bir dolu acısı var; normali budur zaten, hep bunu yapın!
|