![](https://arsiv.sabah.com.tr/i/y/yb/08.gif) | ![](https://arsiv.sabah.com.tr/i/1_pix_trans.gif) |
Yüksek yargıda "başvuru" krizi
BİR bu eksikti! Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında bir yılı aşkın süredir gözlenen sürtüşme dün açık savaşa dönüştü. Yüksek yargının iki kurumu arasındaki çekişmenin nedeni herkes için daha fazla hak ve hukuk, daha hızlı adalet olsa gam yemeyeceğiz. Ama pek öyle değil.
Yargıtay Başkanı Osman Arslan, Adli Yıl'ı açış konuşmasında Anayasa Mahkemesi'ne fena yüklendi. Yüce Mahkeme de bunu "saldırı" diye niteledi ve cevapsız bırakmayacağını açıkladı. Peki yüksek yargının bu iki kurumu arasındaki soğuk savaşın arkasında ne yatıyor? Cevap arayışına Arslan'ın Anayasa Mahkemesi'ne fırlattığı oklarla başlayalım: 1- Yüce Divan görevi Anayasa Mahkemesi'nden Yargıtay'a devredilmeli. Çünkü Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümünün hukukçu olmaması adil yargılama hakkına açıkça aykırılık oluşturuyor. Dahası hukukun evrensel kurallarına da, insan haklarına da ters düşüyor. 2- Siyasi partilerle ilgili davalara bakma hakkı da Anayasa Mahkemesi'nden alınıp Yargıtay'a verilmeli. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları tek dereceli ve kesin. Oysa partilere de iki dereceli yargılanma hakkı tanınması gerekir. 3- Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'nın yargı bölümünün yeniden düzenlenmesini öngören taslağı, kurumlar arasında eşitliği bozuyor. Ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin siyasallaşmasının yolunu açıyor. 4- Bireysel başvuru hakkı önerisiyle Anayasa Mahkemesi süper temyiz hakkına kavuşmayı amaçlıyor. Arslan, Yüce Divan konusunda haklı ama çıkışı zamansız. Çünkü Yüce Divan'da sürmekte olan davalar için yargıya güveni zedeleme tehlikesi var. Siyasi parti davalarıyla ilgili önerisinde de haklı. Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa değişikliği taslağıyla ilgili sitemlerine gelince; iki boyutu var: Anayasa Mahkemesi'nin yapısı ve statüsü. Bir de özlük hakları! "Damara basmak" denir ya, tam o tür öneriler. Aralarında çözsünler.
Dışarıya evet, içeriye hayır Bizi birey ve vatandaş olarak asıl sonuncusu ilgilendiriyor: İnsan hak ve ihlalleriyle ilgili olarak kesinleşmiş yargı kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı tanınması. Böylece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuruların azaltılması. Kusura bakmasın ama bu konuda Arslan'a hak veremiyoruz. Üstelik bunu Yargıtay'ın geri adım atması olarak görüyoruz. Çünkü Arslan'ın seleflerinden Sami Selçuk, o ünlü 1999-2000 Adli Yılı açış konuşmasında, en büyük özlemlerinden birinin "1966 New York Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nde bir insan hakkı olarak vurgulanan üst mahkemeye başvuru hakkının tanınması olduğunu" söylemişti. Dahası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok geçen yıl öneriye karşı çıkmamış, sadece başvuruların Anayasa Mahkemesi'ne değil, "Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Anayasa Mahkemesi yedek üyelerinden yeterli sayıda yüksek yargıcın yan görevli olarak görev alacağı karma bünyeli özgün bir mahkeme "ye yapılmasını istemiş ve eklemişti: "Böylece yüksek mahkemeler arasında sıkıntı doğması önlenebilir." Sıkıntıdan kastı, Yargıtay kararlarının bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi'nce bozulabilmesi olasılığı. İşte şimdi bu nedenle Arslan öneriye şiddetle karşı çıkıyor, "Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru ile yüksek mahkeme kararlarını inceleyerek üstün statü kazanmak istiyor" diyor. Ve demek istiyor ki, "Bırakın kararlarımızı AİHM'ye götürsünler." İlginç; kararlarını Avrupalı hukukçuların incelemesini ve bozmasını kabul ediyorlar, Türk hukukçuların irdelemesine karşı çıkıyorlar! Bu konu daha çok tartışılacak. Tartışılmalı. Ama insan neye üzülüyor biliyor musunuz; aynı konuşmada hem günümüzde bireysel hakların öneminden söz edilip, hem de hukuk ve adalet kanallarını genişletecek bireysel başvuru hakkına karşı çıkılmasına!
|