Saflığın tam bu kadarı!
Ne olabilir... Ne yapılabilir? Ülkesinin yalnızca kendisine ait olduğunu düşünüp birilerinin de onu böleceğinden emin olanın öfkesi nasıl dindirilebilir? Ya da bu ülkenin kendisine de ait olduğunu, buna karşılık hep ezilip baskı altında tutulduğunu düşünüp, "terörist başı" denenin ise kendisine liderlik yaptığını sananın öfkesi nasıl durdurulabilir? Sürekli itidal çağrısı... Sağduyuya davet... Polisin sert müdahalesini, hayır tam tersine anlayışını talep... Birlik nutukları? Bu ülkenin "taksitli iç savaşı" bir vadesi daha kapıya dayanmış, yeniden silahla, korkuyla, öfkeyle, düşmanlıkla, linçle hesaplaşma zamanı mı gelmiştir? Ne olabilir... Ne yapılabilir?
Acılar... acılar insanları eğitebilir mi? Acılar yalnızca öfke tohumları mıdır; nefret, intikam tutkusunun ocağı mıdır? Acılardan insanlar, kendilerini, akıllarını, çevrelerini, korkularını, cüretlerini, cesaretlerini, yani acılarını da aşmayı öğrenemez mi? Bir şehit anasının acısını gerçekten acı acı hisseden bir yürek, bir başka ananın, dağa çıkmış, orada yok olmuş bir oğul acısına çok mu kapalıdır? Bir Kürt ana, teninden kopmuş evladının kalbine derin bir acı olarak dönmesiyle daha iyi anlayamaz mı o asker anasının yüreğindeki yangını? Acıdan infial mi, intizar mı, intikam mı doğar ille; itidal doğsa, ihtiyat doğsa, hayır onlar epey ruhsuz kalır; acıdan yeni acılardan imtina, acıdan idrak, acıdan insaf, acılardan itina doğsa. Her bir hayatın değeri, benzersizliği, kutsallığıyla alevlenen tek tek acılardan toplu bir duruş, toplu bir uyanış, toplu bir direniş doğsa. Acılar... O kadar çok yaşandılar ki, tekrar tekrar bir başka türlü hikaye edilebilir, gözümüzün, fikrimizin, öfkemizin içine sokulabilir mi? Gazete sayfaları, televizyon ekranları, haber saatleri, laf yetiştirme oturumları... İnsanların korkularını, öfkelerini, nefretlerini, düşmanlıklarını bilemek, taşlara sürte sürte keskinleştirmek yerine... Orada şunca askerin şehit, yaralı ve travmalı hikayesini... Şurada dağda vurulmuşun, kayıplara karışmışın öteki öyküsünü... Bu öykülerdeki, hani bu düşman düşman öykülerdeki ortak yoksulluğu, ortak Anadolu kokusunu, ortak insan dokusunu... En azından ortak ana acısını, bu acının dumanında, buharında tütebilecek insan olgunluğunu anlatamaz mı?
Biliyorum elbette; Bunlar tarih değildir, diplomasi değildir, AB değildir, Ortadoğu sorunu, Kuzey Irak meselesi, ülke üzerindeki oyunlar, dış düşmanların tezgahları, kendi kaderini tayin hakkı, demokratik hak ve özgürlükler, milletin bekası, devletin bölünmez bütünlüğü, ana dilde eğitim, milli şuur, baskı, zulüm ve ihanet değildir. Biliyorum elbette; Acılar, maalesef, o ciddi ciddi, büyük büyük şeylerin yanında hiçtir. Ama acılar, insandır, onun yüreğidir, gözündeki yaş, o yaşın hiç kurumaması, mezarlıkta bir taş, o taşın duasız kalmaması, sonsuza dek hatıra, ruhun kopan ya da yaralı parçasıdır. Bazen, hepsinden gerçek... Basit, saf ama hepsinden daha öğretici, daha insanlaştırıcı, daha kardeş kılıcıdır.
|