  |
|
Kayıp Nişanlı...
Tutku mu istiyorsunuz? Aşk mı arıyorsunuz? Savaşın korkunç yüzünü, derin devlet in ne olduğunu, gizli eller in neye hükmettiğini, acının en katmerlisini, hayallerin en güzelini mi izlemeyi arzu ediyorsunuz? Ya da, sabrın ve ısrarın selametine mi tanık olmayı düşünüyorsunuz!!! Hepsi ve daha fazlası "Kayıp Nişanlı" da var... Bir film izledim, paramparça oldum ama keyfim yerine geldi... "Kayıp Nişanlı"yı seyrettim "insanlığın yüz yıllık yalnızlığı" na yolculuk yaptım ama bir kez daha sinemanın tadına vardım... N'olur, süslü kelimeler kullandığımı, abartığımı düşünmeyin; yüreğimden gelenleri, hissettiklerimi sıraladım dostlarım... Doğrusunu söylemek gerekirse, üç beş gün önce bir başıma gidip, az sayıda seyirciyle izlediğim "Kayıp Nişanlı" dan böylesine duygularlarla ayrılacağımı bilmiyordum! Tamam, Fransız sinemasının harika çocuğu yönetmen, JeanPierre Jeunet, "ne çekerse izlerdim" hele, Şarküteri ve Amelie'nin tadı hala damağımdayken ama "Kayıp Nişanlı" çok başka, bambaşkaydı sahiden; Açıkçası, iki saat boyunca kendimi sinemanın büyülü dünyasında kaybettim diyebilirim... Filmin kare kare aklıma kazanan sahneleri bir bir gelip geçerken bir de ne düşündüm biliyor musunuz! Sinema sanatı ne kadar özgür olursa, insanlık o kadar kazanır! Demem o ki, bi nevi "Fransızların Gelibolusu" diyebileceğimiz ve Birinci Dünya Savaşı'nda Alman'ların Fransa'yı işgali sırasında "hazin bir cephe" de olup bitenler; yani, Fransız'ların, topraklarını kanla, başla, entrikayla ama bir o kadar yokluk, yoksullukla savunmaları anlatılırken, kalem ve kamera sınır tanımıyor! Senaryonun keskin kalem i, kameranın çevik gözü, "gaddar ve haşin" Fransız subaylarına da, "derin ve nasyonalist Fransız generalleri'ne de, insanlığın bittiği noktalara da özgürce uzanabiliyor... Böylece, hamasi kahramanlık destanı değil; savaşın korkunç amosferi günışığına çıkıyor. Ve "Kayıp Nişanlı"nın yaratıcıları, kendilerini alabildiğine hür hissediyor! Bu kadar özgür olmalarına, çuvaldızı kendi tarihlerine batırmalarına karşınsa, Fransa'da yer yerinden oynamıyor, başları giyotine kurban edilmiyor, film yasaklanmıyor, sinema salonları ateşe verilmiyor! .... Düşünün ki "savaş" denen mendebur eylemi terketmek isteyen, insanlığa koşan, yüreklerin paramparça olduğu, kötülüğün her yanı sardığı cephe yi bırakıp, karısına, kızına, köyüne kızına yetişmek isteyen beş sıradan askeri "kahraman"laştırıyor! Yani antikahramanlar ölümsüzleşiyor... İster cehennem, ister kıyamet deyin... Öyle bir cephe bu.. Ama bu cephede Fransız'ın Fransız'a ettiğini kimse etmiyor. Mesele, sadece Almanlara karşı topraklarını savunma davası değil çünkü... Öyle ki, sıradan Fransız neferlerinin başındaki komutanlar, "Alkatraz Hapishanesi'nin gaddar gardiyanları, insanlığını vestiyere bırakmış haşin müdürleri gibi... Kendi komutasındakilere yapmadık canavarlık ve kötülük bırakmayan, insanlıktan nasibini almamış yaratıklar!... O halde n'olacak? İşte, burada tek çözüm "vatanseverliği"bir parça unutup insanca yaşama hayali başlıyor beş antikahraman asker için.. Mesela, askerlikten muaf tutulmak için, "tetik çeken eller"ine birer kurşun sıkıyor dördü.. Beşincisiyse, bir başka "muafiyet"ten yararlanmak istiyor.. "Altı çocuğu olanlar kasabasına dönebilir" yönetmeliğinden hareketle, beş çocuklu karısını ikna ediyor, kendisinden olamayınca, "en yakın arkadaşı"yla karısının birlikte olmasına razı geliyor ve bir çocuk daha geliyor! Ama buna rağmen diğer dördü gibi o da "idam"a mahkum oluyor, idamın "başkent"ten gelen "af"fa rağmen "derin subaylar"ca önüne geçemiyor! Ve bütün bu sarsıcı, duygusu yüksek ve şaşırtıcı öykülerin fonuna muhteşem ve tutku dolu bir aşk da yerleşiyor "Kayıp Nişanlı"da... Özetle, ben bu filme gittim görkemli bir "tarihi ve insani bilgi" daha kazandım.. Darısı başınıza! Ve Türk sinema sanatının dibine kadar özgürlüğüne...
|