Dün sabah on sularında gazeteye gelebilmek için cambazlıklar yaparken, çocukluğumun o beni coşturan, mutlu eden, her yıl iple çektiğim 1 Mayıslarını düşünüyordum..
Bandırma'da, Kilis'te, ilkokul öğrencisiyken, 1940'lı yıllarda 1 Mayıs, adıyla sanıyla Bahar Bayramı'ydı.
Hele biz çocuklara nasıl bayramdı, bilemezsiniz..
Neden?.
1 Mayıs tatildi bir defa..
Çocukken her tatil bayramdı bizler için..
1 Mayıs hem de iple çektiğimiz bir bayramdı.. Çünkü ya okulla, ya ailemizle pikniğe giderdik. Piknik, çocuklar için pek fazla eğlence imkanı vermeyen o yıllarda "Oyun" demekti. Bir araya gelirdik akranlarımızla, piknik alanlarında, yemyeşil çimenlere, taşlarla kaleler yapar, top peşinde koşardık, kan ter içinde kalana kadar. Karnımız da fena halde acıktığında, örtüler serilir, annemin, anneannemin evde hazırladığı enfes piknik yemekleriyle dolu sepetler açılır, bir ziyafet başlardı.
Kilis'te Karataş tepesinin etekleriydi, Bahar Bayramı'nın simgesi.. Baharın ilk renkleri, çayır çiçekleri orda açardı rengarenk.. Anneme buket yapardım.. Ortaokul da ayni havalarda devam etti..
Sonra büyüdük.. Liseye geldik. Hala Bahar Bayramı'ydı 1 Mayıs ama, artık sadece toplu piknikleri değil, kız arkadaşımızla baş başa kalacağımız kırları da hesaba katmaya başladık..
Üniversite çağımızda, 60'lı yıllarda işin rengi değişti. 1 Mayıs'ın, bahar mahar değil, İşçi Bayramı olduğu söylenmeye başladı.
1961 Anayasası, sendikaların yolunu ardına kadar açınca, grev hakkı ile de onlara, o güne dek görülmedik bir güç verince, sendikaların başına, ülke siyasetinde rol oynayan gerçek liderler geçince, mesela Türk - İş'in Genel Başkanı da değil, Genel Sekreteri bile, Başbakan kadar popüler, başbakan kadar güçlü olunca, 1 Mayıslar da değişti.. "Bahar" adı ile anılan, kutlanan, eğlenilen, coşulan günler olmaktan çıktı, İşçi Haklarını duyuran gösteriler, mitingler, eylemlere dönüştü.
1 Mayıslarda, "Bahar Bayramı" lafını telaffuz edenler, "Sağcı iktidarların oyuncağı" ilan edildi. Tüm hayatını bir sosyal demokrat olarak yaşamış ben mesela, sırf onlar gibi Marksist olmadığım için, "Faşist" ithamlarına maruz kaldım..
Sabah gazetesine ulaşabilmek için, dün sabah, sadece Taksim'e giden değil, Beşiktaş'a inen yollar da kesildiği için, labirent bilmecesi çözer gibi yol ararken, o günlerde bana "Faşo" diyenlerin, bugün nerde olduklarını da düşünüp acı acı güldüm..
Ben hep ayni yerde duruyordum..
Onlar nerden nerelere gelmişlerdi..
Hayat işte!..
Bu satırları yazarken, saat 11.00'e yaklaşıyor. Biraz sonra bilgisayarımı kapatıp çıkacağım ve evde beni bekleyen Ankaralı konuklarıma, kardeşim Kemal ve ailesine ulaşmaya çalışacağım.
Ondan sonra ne yapacağımız olacaklara bağlı.. Çünkü, bu saatten sonra neler olacağını kimseler bilmiyor..
İşler bir çığırından çıkarsa, neler olduğunu geçmiş yıllarda gördük çünkü..
***
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, gerçek bir diplomatik başarıyla, Birleşik Krallık Veliahtı Galler Prensi Charles dahil, 22 dünya liderini, Çanakkale'de toplayıp, dünyaya barış çağrısı yaparken, televizyonlar, bütün gün süren canlı yayınları arasında iki çok ama çok önemli olaya, satır arası gibi, birer dakikalık görüntülerle dokunup geçtiler..
Birincisi Washington'dandı görüntülerin.
Başkan Obama, 1915 Olaylarını "Büyük Felaket" olarak adlandırmış ve Türk Dışişleri'nin, çok sert tepkisiyle karşılaşmıştı. Obama, Çanakkale Savaşları Anzak Günü'nün 100'üncü yılında Türkiye'nin düzenlediği "Dünya Barış Günü"ne de davet aldığı halde gelmemiş, kendisini temsilen de kimseyi göndermemişti. Amerika'da "Sen ne işe yararsın" diye alay konusu olan Yardımcısı Biden'ın aslında yaradığı tek iş buydu. Başkan gidemediği, ya da gitmek istemediği yerlere Biden'i gönderiyordu.
Prens Charles'ın katıldığı güne, Obama, ne Biden'ı, ne de hatta Dışişleri Bakanı'nı bile yollamadı.
Amerika'da yaşayan Türkler, Başkanı protesto için Beyaz Saray'ın önünde, ellerinde Türk bayraklarıyla toplandılar..
Geçiştirilen görüntü o eylemlerdendi.
Beyaz Saray'ı, caddeden sadece incecik, görüşü bile engellemeyen bir çit ayırıyordu. Saray, caddeden elli metre ötedeydi ve insanlar sarayın bahçesinin önünde, ellerinde bayrak ve pankartlarıyla aşağı yukarı yürüyorlardı. Gelen televizyonlara da mesajlarını okuyorlardı tabii. Hepsi o.. Görüntüde polis yoktu.
Cadde de, kaldırım da, Beyaz Saray Bahçesi de boştu. Yani çiti atla, saraya gir!.
"İşte demokrasi bu" dedim, o bir dakika bile sürmeyen görüntüleri izlerken..
Ardından haber değişti.
Ermeni Diasporası Taksim'de toplanmış, 1915'i protesto ediyordu.
Çanakkale'de Dünya Liderleriyle "Barış" toplantısı ve törenleri yapılırken..
Ayni saatlerde..
1915'in yüzüncü yılında, dört Avrupa ülkesi "Soykırım" ifadesini kullanmış ve Türkiye anında, Cumhurbaşkanı ve Başbakan düzeyinde çok, hem de çok sert sözcüklerle tepki göstermişti.
Şimdi, dünyanın dört bir yanından gelen dünya Ermenileri Taksim'de serbest ve özgürce protesto gösterisi yapıyorlardı.
Yere serdikleri kocaman pankartı okudum.. "Ermeni Soykırımının Yüzüncü Yılı" yazıyordu..
Türkiye Cumhuriyeti "Soykırım" sözcüğünü kullandığı için, en yakın dostu ülkelerin liderlerine en ağır tepkiyi gösterirken, dünya Ermenileri ayni sözcüğü Taksim Meydanı'na yazıyor ve etrafına toplanıp, bildirilerini okuyorlardı. "İşte demokrasinin güzelliği" dedim bir defa daha.. "Soykırım" dediği için mesela dost Fransa'nın Başkanı Holland'ı yerden yere vuracaksın, ama ayni sözcüğü Taksim'e yazan dünya Ermenilerini, hoş görüyle karşılayacaksın..
Birinci Dünya Savaşı'nın başlayışının yüzüncü yılında Cumhurbaşkanı'nın dünya liderlerini savaşın başladığı yerde toplayıp "Yurtta barış, Dünyada barış" çağrısı yapacak.
1915 olaylarının yüzüncü yılında, Dünya Ermenileri İstanbul'un kalbinde, özgürce düşüncelerini dile getirecekler..
Beyaz Saray önünde ve Taksim'deki görüntüler arka arkaya geldi, haber bültenlerinde ekranlara..
Ama hiçbir haber kanalı, bu ikisini ayni haberde birleştirip, güzelliğin altını çizmeyi aklına getirmedi..
***
Bilgisayar başından ayrılmadan son görüntülere bakıyorum, ekranda..
İstanbul'da hayat durmuş..
Kesilmedik yol kalmamış..
İşçiler Taksim'e gitseler, orada toplansalar ne olurdu, diye düşündüm.
İstanbul halkına, Taksim'de yaşayan ve çalışanlara, Türkiye'nin imajına, daha mı büyük zarar verirdi?.
2010'da Taksim'e verilen izin, iktidar partisine de büyük prestij kazandırmamış mıydı?.
Benim bilmediğim, anlamadığım bir şeyler mi var?.
Birisi anlatmayacak mı, her 1 Mayıs'ta İstanbul'u durdurmanın sebebini, benim, herkesin anlayacağı dille.. Sakin.. Sade..
Bağırmadan.. Öfkelenmeden..
Tane tane..
Ben her 1 Mayıs'ı dehşet içinde beklemekten bıktım.
Ben 1 Mayısları isteyenlerin işçi, isteyenlerin benim gibi, dertsiz, tasasız, endişesiz, neşe içinde bir Bahar Bayramı olarak kutladığı günlerin özlemi içindeyim..
O günlerin geleceğine de inanıyorum.
Martin Luther King gibi benim de bir rüyam var..
Bir gün başaracağız.
Bir gün gene Bahar Bayramı yapacağım.
Yapacağız.. Pikniklerle, şenliklerle..
İstanbul'u baharı kutlamak için bir cennet..
Dört yanına dağılacağız..
İşçi kardeşlerim de, Taksim'i karanfillere boğar, sonra da bize katılırlar, aileleri, çoluk çocuklarıyla..
1 Mayıslarda fazla mesai değil, Bayram tatili yapan polis kardeşlerimle birlikte..
Biz, hepimiz ayni vatanın çocuklarıyız.
Ayni vatanın çocuklarının bayramları da ayni olur!.