Bu coğrafyada yaşadığımız bin yıllık ortak yaşamın hatırası nedeniyle en azından Kurban Bayramı'nda terörün, şiddetin duracağını düşündüm. Ama ne mümkün, ne Şırnak'ta terör saldırıları, ne de siyaset ve medyada nefret yaklaşımları durdu... Silahlar susmadığı gibi, ağzını açanlar da öfkeyle konuştu.
En makul sayılan köşe yazarları bile bayramın hoş görüsünden söz edip, satır aralarında eleştiri adına "düşmanlık" yapmaktan geri durmadı. Önce nefret ürettiler sonra da suçu kendi dışındakilere atarak o zeminden şikâyet ettiler.
Aslında bu noktaya nasıl gelindiğini hepimiz iyi biliyoruz. İki yıldır, sandıktan elde edemedikleri başarıyı sokakları hareketlendirerek veya darbe girişimleriyle elde etmeye çalışanlar, önce "diktatörlük" üzerinden nefreti, sonra da devreye PKK-HDP hattını sokarak çatışmayı körüklediler.
Bunun ipucunu "Güney'deki ülkeyi" seven Paralelci işadamı Süleyman Müftügil, Ekim 2013'te vermişti: "Çözüm süreci bitecek çatışma yeniden başlayacak." Dediği gibi de oldu, KCK 10 Temmuz 2015'teki "Devrimci halk savaşı" çağrısıyla terörü başlatarak bölgeyi kan gölüne çevirdi.
Bu gerçeğe rağmen, PKK'dan HDP'ye, Cumhuriyet gazetesinden Paralel'e herkes "çatışmayı AK Parti başlattı" demeye devam etti. Bu ortak ve derin bir algı operasyonuydu. Bu kirli operasyonun sonuçları en çarpıcı biçimde Cizre'de görüldü. Cizre'de bir "iç savaş" provası yapıldı. İnsanlar uzun süre nefret ve kinle beslendi ve ortaya insanı ürküten, geleceğimizi karartan bir tablo çıktı.
O gergin günlerde Cizre'ye giren bir Hollanda televizyonu hendek kazan, elde silah çatışmaya giren insanlarla konuştu. İki kadının konuşması her açıdan ibret vericiydi. Yüzü kapalı bir kadın elinde silah şöyle diyordu:
"Benim TC hükümetinden hiçbir şekilde korkum yok. Zaten TC Hükümeti iç savaşı başlatmıştır. Düşman bize yoğun şekilde saldırıyor. Cizre'deki durumu görüyorsunuz. Biz hendek yapmamış olsaydık kendimizi koruyamazdık. Düşman bizi bastırmaya çalışıyor."
Yüzü açık olan ise tam aksini söylemesine rağmen nefret bakışı değişmiyordu: "Tabii sıkıyönetim var bizde. O Türk bayrağının önünde ben saygı duruşunda bekledim. Andımızı okudum. İstiklal Marşı'nı okudum. Buna bir tepkimiz yok ki... Biz bu bayrak altında yaşamaya zaten hazırız. Sadece istediğimiz demokrasi. Başka bir şey değil."
Büyük çoğunluğu HDP'ye oy veren bir kitleden söz ediyoruz. Biri Türkiye Cumhuriyeti'ni "düşman" ilan ediyor, diğeri kaldırılan antla, İstiklal Marşı ile bir sorunu olmadığını söylüyordu.
PKK'nın bu insanları içinden çıkılmaz bir kaosa ve paradoksa sürüklediği çok açık. PKK, demokrasi talebini bombalarla, silahlarla dile getirmenin çıkmaz yol olduğunu bile bile o halkı çatışmaya zorladı. Oysa Kürt toplumunun büyük çoğunluğu bunun farkında. Bu yüzden ayaklanma çağrılarına karşılık vermedi.
Hazin olan ise bu gerçeği gördüğü halde, Türkiyelileşme siyasetiyle önemli bir başarı kazanan ve oy alan HDP'nin bu siyasete açık destek vermesi.
Kısaca HDP'nin negatif siyaset dili, Cizre'de Türkiye Cumhuriyeti'ni "düşman"a dönüştürüyor. Bir biçimde ektiğini biçiyor. Buradan nasıl çıkacağı ise meçhul.