Seçimlerin hemen ardından Suriye sınırımızdaki hareketliliğin artması bölgede farklı projelerin devreye sokulduğunu gösteriyor. Bu aslında hiç hesapta olmayan bir şey değil. DAEŞ'in (İŞİD) devreye sokulup, Musul'un ele geçirilmesiyle başlayan bir süreçti. Bu süreç bir yanıyla Suriye'de Esed rejiminin ayakta kalmasını, öte yanıyla da Türkiye'nin Kürt coğrafyasıyla arasını açmayı hedefliyordu. Adım adım da o hedefe gidildi, gidiliyor.
Önce DAEŞ, Erbil ve Şengal'e saldırarak, Barzani'yle Türkiye'nin arasını açmayı hedefledi. Bunda çok başarılı olamadı çünkü güven ve karşılıklı çıkar üzerine kurulu Barzani-Türkiye ilişkileri bunu engelledi. Ama aynı şey Kobani saldırısı için söylenemez. Aylar öncesinden yürütülen algı operasyonlarıyla Kobani'de Suriye ve Türkiye'yi de içine alan bir "Kürt milliyetçiliği" dalgası oluşturuldu. Buna da başta ABD olmak üzere DAEŞ'e karşı, PKK-PYD hattının önünü açan Batı destek verdi.
Şimdi bunun ikinci sürümüyle karşı karşıyayız. Tel Abyad meselesi ikinci sürümün ilk adımı. ABD'nin bombalamalarıyla PYD'nin önünün açılması sadece DAEŞ karşıtlığıyla açıklanamaz. Olayın arka planında büyük olasılıkla Türkiye'yi sıkıştırma projesi var. Olabilir de. Ancak, olayın "Kürt Devleti" ve "Kürt Koridoru" olarak sunulması bilinçli bir seçim ve tehlikeli bir tuzak. Bu Türkiye'yle Kürt coğrafyasını karşı karşıya getirme projesidir.
Tel Abyad'da yaşananların haberlere yansıması da bu düşüncenin bir ürünü. Her yerde PYD üzerinden bir "etnik temizlik" yapılacağı ve "Kürt Koridoru" kurulacağı haberleri yer alıyor. Meseleye hep "Kürtlük" üzerinden bakılıyor. Bunu planlayanlar böyle bakabilir ama o bölgede yaşayan Kürtlerin bu ülkenin akrabası olduğu gerçeği unutuluyor.
Bu nedenle Tel Abyad'dan kaçışları "etnik temizlik" olarak yorumlamak doğru değil. Elbette PYD, Kürtlük zeminini kullanıyor ama daha çok "ideolojik" davranan bir yapı. Öyle olduğu için sadece Türkmenler veya Araplar değil, daha önce Barzani'ye yakın 200 bini aşkın Kürt insanı da Rojava'yı terk edip Irak Kürdistanı'na sığınmak zorunda kaldı. Bunu nasıl açıklayacağız?
Bu yaklaşımın, bu dilin, karşılıklı "milliyetçiliği" körüklemekten öte bir anlamı yok. Belki de asıl istenen bu. Çünkü 9 Ağustos 2013'te Tel Abyad, El Nusra cephesi tarafından ele geçirilmiş ve "450 Kürt katledildi" haberiyle gazetelerde yer almıştı ama kimse ilgilenmemişti. Neden acaba?
Herkesin bakış açısını değiştirmesinde yarar var. Bir an Kuzey Irak'ta 1991 ve 2003 sonrası yaşananları hatırlayalım. O sürecin önünü de ABD açmıştı. "Türkiye için tehlikeli olacak" denilmiş, hatta o dönem, PKK yöneticileri bile Barzani'yi "Emperyalizmin uşağı" olarak nitelemişti. Türkiye, 2007'den sonra Irak Kürdistanı'yla farklı ilişkiler kurarak bu iddiaların işe yaramadığını gösterdi. Şimdi garip olan şu: Yıllar sonra PKKPYD hattının, ağır biçimde suçladıkları "ABD- İsrail Projesi"nin içinde yer almaları ve bölgeye "zehirli milliyetçilik tohumu"nun ekilmesine seslerini çıkarmamaları. Bunu bile tersine çevirmek mümkün.
"PKK veya PYD çok farklı bir örgüt veya 'üst akıl'ın dümen suyunda" denebilir. Hiç fark etmez, her şeye rağmen Türkiye'nin eli güçlü çünkü Kürt sosyolojisinin yüzünün Türkiye'ye dönük olduğunu dünya âlem biliyor. Başta Kürtler olmak üzere bölge halkının Türkiye'ye ihtiyacı var.
Bu yüzden içerideki çözüm sürecine tarihi bir fırsat olarak bakılıyor. Bu da Türkiye'nin elini güçlü kılıyor.
Olup bitenlere "milliyetçilikler" açısından değil, coğrafyanın geleceği ve "insani" açıdan bakmak gerekiyor.