Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 91 yaşında hayata gözlerini yumdu. Demirel, Cumhuriyet'le yaşıt kuşağın önemli ve son temsilcisiydi. Siyaset tarihimizdeki yeri de özgün ve özeldi. 60 darbesinin ardından genç yaşta atıldığı siyaset yolculuğu, onu Alper Görmüş'ün deyimiyle "milletin sinesinden devletin sinesine" götürecek bir seyir izledi.
Daha başlarken, devamı olduğu ve darbeyle iktidardan uzaklaştırılan DP'nin lideri Menderes'in akıbetiyle tehdit edildi. O tehdidi Yavuz Ağabey (Donat) şöyle anlatıyor: "Demirel başbakan olduktan sonra bir miting alanında önüne bir kâğıt getirildi. Kâğıtta 'Senin sonun da Menderes gibi olacak' deniyordu." Aynı tehditle, yıllar sonra rahmetli Özal ve bugünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan da karşılaşacaktı.
Milletin sinesine sığınan Demirel, vesayet rejiminden ilk tehdidi almıştı. Arkası da geldi. Sistem bütün kurumlarıyla Demirel'e saldırıyor ve itibarsızlaştırmak için her şeyi yapıyordu. Anlayacağınız, Cumhuriyet rejimi hem bir köylü çocuğunu başbakan yapmakla övünüyor hem de her fırsatta dövüyordu. O bu saldırıları "kalkınmacı" bir yol izleyerek atlatmaya çalıştı ama başaramadı. İlk darbeyi 1971 muhtırasıyla aldı. DP'lilerin yeniden siyasete dönme girişimi ve 69 gençlik olaylarının yükselmesi onun "Şapkasını alıp gitmesi"yle sonuçlandı.
Tam 6 kez gidip 7 kez geldi. Vesayet sistemi karşısında dik bir duruş sergileyemedi ama siyasetten de hiç vazgeçmedi. Popülist yöntemler kullansa da her defasında halka gidip, geri dönmesini bildi. Daha önce yazdığım gibi, "Askerler karşısında ne kadar suskunsa, siviller karşısında da o kadar aslan kesiliyordu." Bunu en somut biçimde rahmetli Özal'a karşı mücadelesinde ve 28 Şubat sürecinde gördük. Her ikisinde de sivillere karşı inanılmaz bir kavga yürüttü.
Ama asıl hayal kırıklığını 90'larda yaşattı. "Konuşan Türkiye" ve "Kürt realitesini tanıyorum" dedi gereğini yapmadı. Sonra da devletin rutin dışına çıkmasını savundu ve 28 Şubat postmodern darbesini meşrulaştırdı. Ne yazık ki orada bırakmadı, geçmişte büyük desteğini aldığı dindar kitle karşısında yer almaktan çekinmedi ve başörtüsü meselesindeki tavrıyla tarihe kötü bir not düştü.
Dahası ömrünün sonbaharında bile AK Parti karşısında pozisyon almaya çalışan oluşumlara destek verdi. Sonuç almayınca da geçmişinde en kavgalı olduğu CHP'ye güç devşirdi. Oysa aynı CHP için bakın 1972'de bugünleri de hatırlatan şu tespiti yapıyordu: "CHP geçmişte kendisini daima belirli seçkinci kurumlarla bir tutmuştur. O kurumların sırtından yükselmiştir. Bunlar arasında ordu, mahkemeler, devlet kuruluşları, üniversiteler ve entelijansiya tabakası vardır."
Kendisinin de yıllar sonra o noktaya gelmesi tarihin garip bir cilvesi sanki... Hayatı boyunca hep "Beyaz Türk" olmaya çalıştı ama kabul görmedi. Evet, dile kolay çalkantılı ve gelgitlerle dolu 60 yıllık bir siyasi hayattan söz ediyoruz. Başladığı gibi bitmese de hafızamızda onunla ilgili sadece olumsuzluklar yok, olumlu şeyler de var. Boğaziçi Köprüsü, Ereğli Demir Çelik ve GAP gibi iddialı yatırımlara imza atan, "Şapgamı gaptırmam", "Yollar yürümekle aşınmaz" diyen zeki ve esprili, halka, halkın diliyle ulaşmasını bilen bir siyasetçi. Keşke hep böyle hatırlansa...
Onu son yolculuğuna uğurlarken Allah'tan rahmet, sevenlerine de başsağlığı diliyorum.