Tarihi 7 Haziran seçimlerini geride bıraktık. Şimdi hepimiz ortaya çıkan seçmen iradesinin öngördüğü koalisyon seçeneklerini tartışıyoruz.
O seçeneklere geçmeden, sahadan gelen biri olarak gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Uzun yıllardır siyaseti yakından izleyen bir gazeteci olarak, 7 Haziran seçimlerinde AK Parti İstanbul 3. Bölgeden milletvekili adayı oldum ve ilk günden itibaren yoğun olarak sokakta bulundum.
Gerçekten çok sert, çok yönlü saldırıların olduğu ve algı operasyonlarının yürütüldüğü zor bir seçim süreci yaşadık.
Sadece muhalefet partileri değil, medya grupları, paralel yapı ve dış basın el ele verip, AK Parti'ye karşı adeta bir "savaş" verdi.
Başta İstanbul'un bazı semtleri olmak üzere HDP'ye verilen oylar da bu ilişkinin ne anlama geldiğini gösterdi.
Sokakta, düşmanlık eken, nefreti körükleyen "kaba" bir siyaset aklı hakimdi. Bazı semtlere girerken, 70'lerdeki o ülkücü-solcu ayrımını hatırlatan manzaralara tanık oldum.
Bir seçim yarışından çok "savaş" havası insanı ürkütüyordu. Doğu ve Güneydoğu'da bu çok daha vahim yaşandı.
Seçimi az bir oyla kaybettim. Buna rağmen, sahada önemli bir deneyim kazandım. En önemlisi de "siyasetçi" olmanın hiç de kolay olmadığını gördüm.
Umarım bütün siyasetçiler, sandık sonuçlarından "siyasete itibar" kazandıran dersler çıkartır.
Seçim sonuçlarına ilişkin yazılacak çok şey var ve yazmaya devam edeceğim. Ama önce sahaya ilk indiğim anda karşılaştığım havayla, 7 Haziran'da sandıktan çıkan sonuçlara yol açan havaya değineceğim.
Muhalefetin belki de ilk kez ekonomi ağırlıklı söylem değişikliği dikkat çekti ama inandırıcı bulunmadı.
Peki, bu seçimde 4-5 milyon seçmenin yer değiştirmesini sağlayan neydi?
Aslında saha, sürecin nereye evirileceğinin ipuçlarını daha ilk günden veriyordu. Çünkü nereye gittiysem en çok karşılaştığım iki soru vardı ve o iki soru seçim sonuçlarının da belirleyicisi oldu.
"Çözüm sürecinin seyri ve Kobani üzerinden yürütülen algı operasyonu"
İkisi de Kürt meselesi eksenli olduğu için hem milliyetçi tabanı hem de Kürt kimlikli tabanı harekete geçirdi. Biri MHP'ye öteki HDP'ye oy kaymasına neden oldu.
Üst akıl ve PKK bunu iyi kullandı ve "Kürtlere sahip çıkılmadı" propagandası etkili oldu.
Bu propaganda, AK Parti'nin çözüm sürecinde yaptıklarını da, Kobani'ye kucak açmasını da gölgede bıraktı. Hatta seçim sonrası pişmanlıklara yol açan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kürtlere yönelik çıkışlarını da unutturdu.
Bu, HDP'yi ve eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ı öne çıkartan ince bir projeydi.
Buna yüzde 10 barajı ve HDP'nin siyaseten temsil edilememe risk ve koas olur korkusu da eklenince kafalar karıştı. İstanbul Yeşilköy'de oturan bir "Kürt" işadamının seçimlere bir hafta kala söylediği şu sözler bunu doğruluyor:
"HDP, Meclis'e girmezse ortalık karışır diye korkuyorum."
Bu seçimlerde umut ve özgürlük değil, kaygı, korku ve kimlik meselesi etkili oldu.
7 Haziran seçimleri tüm bu dizayn çalışmalarına, seçimlerde hile yapılacak iddialarına rağmen sağlıklı bir seçim oldu ve ortaya yeni bir tablo çıktı.
Şimdi gündemde halkın iradesine uygun bir hükümet formülü arayışı var. Bu noktada özellikle topluma koalisyon güzellemeleri yapan muhalefet partilerinin bu süreci nasıl yöneteceği merak ediliyor.
Bu seçim sonuçlarıyla Türkiye, biriken kötücül enerjiyi 7 büyüklüğünde bir deprem yerine 5 büyüklüğünde bir depremle açığa çıkardı. Otoriterlik iddiaları çöktü, hizmet ve çözümcü siyasetin değeri anlaşıldı. Dahası iki otoriter partiye yönelmenin ne anlama geldiği de kısa zamanda görülecek.
Bundan büyük kazanç olur mu?