Başkanlık sistemi tartışmaları bilinçli biçimde rotasından çıkartılıyor. Bunu da sadece muhalefet partileri değil, muhalefet partilerinin beslendiği aydınlar da yapıyor. Seçime giderken doğal olarak tartışılması gereken bir gerçek var; Türkiye bugün parlamenter sistemle mi yönetiliyor, yoksa adı konmamış ucube bir sistemiyle mi? Geriye gitmeye gerek yok, 1983'ten sonra 12 Eylül askeri diktatörlüğünün getirdiği bugün de devam eden sistem başından beri parlamenter sistem değil.
Ne olduğunu işin uzmanları bile tarif edemiyor. Kimi "melez" kimi "ucube" sistem diyor. İşte bu ucube yapı, ülkeyi koalisyonlara mahkûm ederek sadece ekonomik gelişmeyi engellemedi, aynı zamanda demokrasinin derinleşmesini, sorunların çözümünü ve hukuk devleti olmayı da engelledi.
Bu nedenle bu ucube sistem öyle veya böyle değişmeli. Peki, yerine gerçek parlamenter sistem mi yoksa başkanlık sistemi mi gelmeli? İşte bu sorunun cevabı ne yazık ki tartışılmıyor. Özellikle başkanlık sistemiyle ilgili "diktatörlük veya padişahlık" gibi öcüler öne sürülerek gerçeğin üstü örtülüyor.
Önceki gün Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndan TRT'nin yayımladığı ilk canlı yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika örneğini vererek söyle diyordu: "Türkiye'de böyle bir tez ileri sürülünce neden adı padişahlık sistemi oluyor? Dünyada en ileri demokrasi dendiği zaman ABD söyleniyor bu açık ve net. Onlar bu konuları bir hukuk sistemine oturttu. Bizim de bunu hukuk sistemine oturtma imkânımız var. Amerika gelenek ve görenek çerçevesinde bu sistemi oluşturduysa biz de bu şekilde sistemimizi oluşturacağız."
Bu gerçeği sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan dile getirmiyor. Bu konuda kafa yoran aydınlar da aynı sığ yaklaşımlardan şikâyetçi... Prof. Dr. Ergun Özbudun bir yazısında şöyle diyor: "Başkanlık sistemi, elbette demokratik hükümet sistemlerinden biridir ve bunun kişisel diktatörlükle, sultanlıkla, padişahlıkla ilgisi yoktur. Bu sistem, iki yüz küsur yıldır ABD'de tatminkâr şekilde işlemektedir."
Özbudun, son dönemlerde sık seslendirilen bir ezberi de düzeltiyor: "Latin Amerika ülkelerinin geçmişteki deneyimleri pek başarılı olmamışsa da, 1980'lerden itibaren bu kıtayı da etkileyen demokratikleşme dalgası içinde, Brezilya, Arjantin, Şili ve Uruguay gibi önemli Güney Amerika ülkelerinde sistem ciddi sorunlara yol açmamıştır."
Türkiye'nin kendi 90 yıllık tecrübesi de, Avrupa'daki İtalyavari örnekler de parlamenter sistemin daha çok sorun çıkardığını gösteriyor. Türkiye'de 90 yıllık cumhuriyet tarihinde ortalama hükümet ömrü 18 ay...
Bu oran 1970-80 arasında veya 1990- 2000 arasında neredeyse 6 aya kadar iniyor. Bu kadar sık değişen hükümetler sadece ekonomik refahı engellemiyor, demokrasiyi de hukukun işlemesini de zayıflatıyor. Ayrıca vesayet sistemini güçlü kıldığı gibi siyasetin uçlara savrulmasına da yol açıyor.
Seçimlere giderken partiler, Türkiye'nin siyasi sistemini gündemlerine almalı ve toplumun huzurunda "padişahlık" gibi gerekçelere ve korkutmalara sığınmadan tartışmalı.
Ama hâlâ siyaset üretmeyenler başkanlık sistemi veya "tek parti" korkutması yapıyor ama işe yaramaz. Çünkü topluma dokunan siyaset üretmeden siyaset yapma döneminin sonuna gelindi.