Kayıp yıllar 90'larda, bizi Cumhuriyet tarihimizin en büyük krizine sürükleyen yığınca kötü alışkanlık sergilemiştik. Hatırlayalım; kazandığından fazla harcamak, ürettiğinden fazlasını tüketmek, nimeti alıp külfeti ötelemek gibi…
Üstüne üstlük, paradan para kazanmak, sınai faaliyetini bir yana bırakıp repo kârı ile övünmek neticesinde üç haneye koşan faiz, enflasyon, 6 sıfırlı para… Dramatik son; 2001 krizi… Devlet malı deniz yemeyen domuz şiarındakilerin iştahı bittiğinden değil, deniz tükendiğinden çöken kamu maliyesi…
Ortağını dolandıran patron, devletine vergi borcu takan işletme, müşterisini kandıran anlayış, hemen hiçbir değer üretmeden fahiş kârla afyonlanmış sektörler… Toplamı; eski Türkiye ediyordu ve bedelini ödediğimiz kriz öylesine büyük oldu ki tonlarca ders çıkardık ve ekonomiyi düzlüğe getirdik.
Ancak bu kötü alışkanlıkların bazıları nüksetmeye başladı. Sadece bu sayfada vurgun ve kaçakçılık başlığı altında iki örnek görmek mümkün… Günlerdir raf terörünü, aracıların üreticiyi de tüketiciyi de kemiren tutumunu yazıp çiziyoruz. Seçim sandığını ekonomi üzerinden etkilemek isteyenleri de…
Peki ya içimizdeki kurnazlara ne demeli? Kayıp yılların eski kötü alışkanlıklarını hortlatma gayretindekiler, finansal tiranlardan daha mı ehven? Kriz korosu elemanlarını notçusundan faiz lobicisine dek teşhis edebiliyoruz da aracısından tefecisine, fırsatçısından kurnazına dek sahne almaya başlayanların ekonomiye ve toplum hayatına verdiği zarar daha mı az?
Sanmıyorum. Kurnazlık kültürünü ben şöyle tanımlıyorum; "nimeti alıp külfeti ötelemek." Bugün değer üretmeden değerden pay alma gayretindeki bu kurnazları daha net görebilme zamanıdır. Unutmayın ki her ağacın kurdu, kendinden olur. Paralelinden yamuğuna dek bu kurnazların işletmeye, ülkeye, ekonomiye ve bireylere verebileceği zarar, asla küçümsenmesin.