Müzeler kültürün yalnızca gelecek kuşaklara aktarılmasını değil aynı zamanda bütün dünyaya takdiminin cisimleşmiş halidir. Evdeki koleksiyondan müzeyi ayıran, kültürü kurumsallaştırması ve kişiyi ziyaretçi haline getirmesidir.
Batı'nın ünlü müzeleri, kültürünü dünyaya takdim etmede "teşhiri" ön planda tutar. O müzenin hangi nadide eseri barındırdığı kadar, o eserleri kaç kişinin anılarına kattığı da önemlidir.
Ancak bizdeki müzecilik anlayışı, "depo" mantığındadır. Tarihi eseri, mümkün olsa da insan eli ve gözü değmeden, bir sonraki kuşağa bırakma zihin yapımız yüzünden pek çok yerde fotoğraf dahi çektirmezler.
Misal Sümela Manastırı'nda cep telefonunuzu veya kameranızı çıkardığınızda, "güvenlik" tepenize dikilir. O eseri çalmak için plan yapıyor muamelesi görürsünüz. Trabzon'da öyle de Topkapı farklı mı? Müzesinde; "eserlerin flaştan etkilenmemesi için…" fotoğraf yasağını anlıyorum ama flaşsız cep telefonu dahi yasak. Gerekçe; ziyaretçi dolaşımının rahatlığı… Kendilerine de komik geliyordur bu yasak…
Oysa bırakın Batı'dakileri, Afrika'daki müzelerde dahi, "buradan özçekim (selfie) yapın" tabelaları görürsünüz. Yasağın aksine, dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilere, eserlerini (kültürlerini) tanıtma, sosyal medya imkânıyla yayınlatma gayretindeler.
İşin hakkını veren çağdaş müzecilerimizi özenle ayrı tutarak... Söz, kültürel mirastan açılınca "binlerce yıllık geçmişle" böbürlenmeyi biliyor ama birkaç yüzyıllık kültürüne rağmen bizim müzelerden yüzlerce kat fazla ziyaretçi toplayan müzelerin "anlayışını" merak dahi etmiyoruz.
Cemil Meriç kanaviçelerinin birinde; "katedrali kazlar, manastırı kızlar beklermiş" der. Bizdeki müzeciler de cep telefonuna dahi yasak getirerek, geçmişimizi patatese çeviriyor. Zira geçmişiyle kuru kuruya övünenler, patatese benzer; iyi tarafları toprağın altında kalmıştır. Tıpkı fotoğrafa dahi izin vermeyip geçmişimizi depolara gömmek isteyen patates kafalı müzeciliğimiz gibi…