Eğer bir ülkede 2 kişi çok konuşuyorsa, o ülkede bir şeyler yolunda gitmiyor demektir. Genelkurmay Başkanı çok konuşuyorsa demokraside parlamentoda dinamikler devrededir. Merkez Bankası Başkanı çok konuşuyorsa, ekonomi yönetiminde sıkıntıların artmış olduğunu anlıyoruz.
Bizde genelkurmay başkanının sesini neredeyse hiç duymuyoruz. Sesini duymak istediğimiz zaman ve yerdedir zaten... Ancak merkez bankası başkanı çok fazla yerde konuşuyor, neredeyse zarf açılışlarına dahi katılıyor ve sözleriyle beklenti oluşturuyor. Oysa beklentileri yönetmek adına belki de ayda yılda bir kez konuşması gerekirken...
Geçen yıl ocak ayında 5.5 şiddetindeki faiz darbesinin ekonomi üzerindeki hasarı ortada... İki operasyonla büyümemizi çalan Merkez'in bağımsızlığı da ortada... En azından hükümetten bağımsız olduğundan herkes emin oldu. Zira piyasa, hükümet ve Cumhurbaşkanı faiz inmeli derken yüksek faiz inadıyla bu bağımsızlığını ispat etti.
Ancak kimlerin değirmenine su taşıdığı ortaya çıkınca, hangi merkez(ler)e bağımlı olduğunu da sergilemiş oldu. Geçen yazımda bahsettim. Ülkedeki 1 trilyon lira civarındaki mevduatın yarısı 77 bin kişiye ait. Geriye kalanı da 59 milyon hesap sahibine... Yüksek tutulan faizin getirisinin paylaşımına bakıyoruz, Başçı'nın kimleri beslediğini görüyoruz.
Halkın bankalardaki hesaplarında kişi başına ortalama 280 liralık faiz geliri dağıtılırken, 77 bin kişinin her birine ortalama 460 bin lira ödenmiş... Cebinde ATM kartı taşıyanlara ve bankada üç beş kuruşu olan emeklilere çalışmadığı aşikâr...
Yüksek faiz, maceracı dış finansmana, sıcak paraya, yalancı sermayeye ve paradan para kazananlara yarar. Düşük faiz ise yatırım iklimini yeşertip gerçek yabancı sermayeye, girişimcimize yarar...
Her tercih, bir vazgeçiştir. Başçı'nın tercihi 77 bin kişi olunca, 77 milyondan vazgeçişini anlayabiliyorum. 24 Şubat'ta bu çarpık tercihi değişmez ise Başçı'nın Erdem'ini 77 milyon sorgulayacaktır.