İçinden geçtiğimiz zorlu sürecin en kritik yanı, "güvenlik algısının bozulması, kısa vadeli bakış açısının yerleşmesi, bulaşıcı karamsarlığın yayılması..." Bilinçli olarak pompalanan, mevcut koşullarda somut olaylarla da desteklenen bu tablonun değiştirilmesi, "devlet moraline, topluma güven aşılanmasına, pozitif dil kullanılmasına" bağlı. Halen sürdürülen kampanyanın ana gündemi "terör" olmakla birlikte, son düzlükte "ekonomiyle ilgili negatif senaryonun" masaya sürüleceğine de kuşku yok. Terör demişken, doğuda ve batıda "iki ayrı dil" kullanıldığına özellikle dikkat etmek gerekiyor.
Doğuda, çözüm sürecinin askıya alınması ile AK Parti'nin tek başına iktidarı kaybetmesi arasında ilişki kurulduğu, bu yolla Kürt kökenli vatandaşların etki altına alındığı görülüyor. Buradaki plan daha derin aslında. AK Parti dışında hiçbir partinin milletvekili çıkaramadığı, AK Parti'nin ise 7 Haziran'da ancak belirgin şekilde tutunabildiği 7 ilden tasfiyesini başarmak. Böylece, doğu ve güneydoğuda HDP dışında siyaset yapabilen başka bir kurum olmadığı, homojen Kürt bölgesi bulunduğu ama Kürtlere siyaset yapma hakkı tanınmadığı gibi bir kara propagandaya içeride ve dışarıda destek sağlamak. Bugünkü sözde özerklik ilanlarına siyasal, hukuki ve hatta diplomatik zemin oluşturmak!
Batıda ise çözüm sürecinin sağladığı demokratik, insani ve siyasi şartların örgütü silahsızlandırmadığı, proje yüzünden şehitler verildiği iddiasına taraftar bulmak. İşte bu yüzden başta TSK ve emniyet olmak üzere "devlet moralinin tahkimi" ve bu moralin her türlü siyasi hesabın ötesinde vatandaşa mal edilmesi hayati önemde. 30 Ağustos törenlerinde "devlet- millet buluşmasının" sergilenmesi, milli savunma sanayisinin ön plana çıkarılması, Beştepe'deki resepsiyonda Kosova'dan Afganistan'a, Akçakale sınırından Hint Okyanusu'na kadar geniş bir coğrafyada görev yapan askeri personele canlı bağlantı yapılması, milletin ordusu olarak erinden amiraline kadar her rütbeye hitap edilmesi moral faktörünün değerini gösteren örneklerdi.