Türkiye'nin en iyi haber sitesi
RASİM OZAN KÜTAHYALI

Hastalıklı bir siyasal atmosfer

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Rize'de anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarını değerlendirirken bana göre önümüzdeki 5 yıl boyunca çok konuşacağımız bir meseleyi dile getirdi. 10 Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesiyle yeni bir döneme girildiğini kaydeden Erdoğan, "Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır, ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir" diye konuştu.
Bence de çok haklı peki şu anki tıkanmış siyasal rejim nasıl değişecek? Bu konuda iyimser olduğumu söyleyemem. AKP dışındaki üç parti de başkanlık sistemi tartışmalarına Erdoğan obsesyonu ile yaklaşıyor. Daha önce başkanlık sistemini savunanlar bile Erdoğan bu gerçeği dile getirince kriz üreten mevcut parlamenter sistemi övmeye başlıyor. Bu hastalıklı siyasal atmosferde ne yapacağız? Türkiye bu sıkışmışlığı nasıl aşacak?

***

22 Kasım seçimlerinden güçlü bir AKP çoğunluğu çıkarsa amenna ama yeniden koalisyon fotoğrafı çıkarsa Türkiye'nin bir belirsizlik ve istikrarsızlık dönemine yani yönetemeyen demokrasi zamanlarına döneceğini düşünüyorum. Oysa Türkiye'nin istikrarlı ve yönetebilen bir demokrasiye ihtiyacı var. Aslında tam da şimdi parlamenter sistemin çözümsüz tabiatını ve başkanlık sisteminin gerekliliğini tartışmak gerekiyor. Fakat maalesef Erdoğan takıntısı bizi bu haklı tartışmadan alıkoyuyor. Oysa bu mesele Türkiye'nin gelecek yüzyılı ile alakalıdır...
***

Başkanlık sistemi der demez "Diktatör yaratır" hurafesini duymaktan çok sıkıldım. Besim Tibuk'un Liberal Demokrat Parti'si 1994'te bu sistemi parti programında savunmaya başladığı zaman da aynı saçma laflar söylenirdi. Oysa adam gibi bir başkanlık sistemi gerçek bir kuvvetler ayrılığı sistemidir ve dolayısıyla diktatörlüğe karşı panzehir işlevindedir. Ayrıca bazı tarihi olgulardan bahsederek birtakım hurafeleri çürütmek mümkündür.
***

Önce şu basit soruyu soralım: Başkanlık sistemiyle gelen hangi ünlü diktatörü tanıyorsunuz? Ben hiç tanımıyorum ve bilmiyorum. Peki, şöyle bir soru soralım: Nazizm, Faşizm, Bolşevizm, yani Hitler, Mussolini ve Lenin hangi politik sistemler vasıtasıyla diktatörlük inşa etti? Cevap: Hepsi parlamenter sistemler sayesinde.
***

Başkanlık sisteminin neden diktatörlüğe daha kapalı bir sistem olduğuna biraz değinelim. Diktatörlüğe en müsait ortam, devletin üç temel kuvvetinin (Yasama, yürütme ve yargı) aynı elde bulundurulmasıdır. En eski despotluklardan, en son faşist ve sosyalist diktatörlüklere kadar, yaygın rastlanan pratik şudur:
Diktatör, bu üç kuvveti de bünyesinde toplar. Yürütme zaten kendisidir, yasama organı üyelerini o seçer, yargıçlar Hitler veya Stalin'e sadakat yemini yaparak işe başlar. İnsanlık tarihinin önemli bir ilerlemesi; yasama organının, yürütmeden ayrılmasıyla gerçekleşmiştir.
***

Fakat insana en uygun sistem olarak; bu üç kuvvetin gerçekten birbirinden ayrılması, ilk çağlardan beri ima edilegelmekle birlikte, en tutarlı biçimde Fransız liberal düşünür Montesquieu tarafından formüle edilmiş ve tarihin ilk anayasal demokrasisi olan ABD'de hayata geçmiştir. Başkanlık sistemi meselesini bu ülke adam gibi tartışmadıkça herhangi bir yol almamız mümkün değil...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA