İzmir Marşı yeri göğü tutuyor. Benim de çok sevdiğim bir marştır. Sözleri, bilhassa ilk iki mısraı bende bambaşka, çok güzel çağrışımlar uyandırır. Hep Cahit Külebi'nin 'Şimdi İzmir'de sabahın sekizi' diye başlayan şiirini anımsıyorum. Ardından da o kadar çok sevdiğim güzel İzmir'i düşünüyorum. Ve daima üzülüyorum. Çünkü dünyada hiçbir şey yokken Smyrna vardı. Bugün o Smyrna'yı ne yazık ki dünya yeterince bilmiyor. Oysa hâlâ yeryüzünde böyle bir kent yok. Oysa ben sürekli olarak İzmir'e gitmek, orada kalmak istiyorum.
Bundan 10 yıl önce de o Cumhuriyet Mitingleri döneminde, CHP ve Genelkurmay el ele vermişken, 10. Yıl Marşı ortalığı inletiyordu. (İzmir Marşı'nı ona tercih ederim, müzikalite olarak.) Hatta kendini akıl hocası sanıp etrafa her gün sopa sallayan bir köşe yazarı da 10. Yıl Marşı milli marşımız olsun diye yazmıştı.
O gün o vardı, bugün bu var.
***
Bu beni düşündürüyor. Toplumda,
yönetimden, yaygın ve hâkim ideolojiden rahatsızlık duyan bir kesim var. Olacak. Gayet
doğal. O kesimin fikrini
sınırsızca ifade
etmesi bir
toplumsal ve demokratik hak. Ne var ki, bu kesimin kendisini bir
İstiklal Harbi marşıyla ifade etmesini anlamak güç. O zaman '
semiyolojik' olarak yani
işaretibilimi /
göstergebilim çerçevesi içinde, bu
kabul
ve uygulama başka düşünceler çağrıştırır. Mesela '
Mustafa Kemal'in askerleriyiz' de benim için o cümleden bir slogan/dı.
O kesimin 21. yüzyılın neredeyse ilk çeyreği tamamlanırken henüz
kendisine özgü, özgün bir
ifade ve sembol (potansiyeli) yaratamadığı düşünülür bu şartlarda. Ayrıca,
Bella Çav gibi
artık enternasyonalist bir nitelik kazanmış şarkılar dışında hiç dünya yüzünde böyle bir şey bilmiyorum, insanların
Kurtuluş Savaşlarının günlerinden kalma marşları, kavram ve sembolleri böylesine benimseyip gündelik hayatlarının bir parçası haline getirdikleri bir ikinci örnek yok önümde.
Bu durum, biliyorum bana kızacaklardır ama başlı başına bir sorun. Daha
Radikal gazetesinde yazdığım o yıllarda, o kadar eski, bunları söyler ve bu olguyu bir '
erginleşememe' sorunu diye belirtirdim. Hâlâ aynı kanıdayım. Bu tutumun
laik, pozitivist, bilimselci çevrelerde görülmesiyse daha da vahim
bir haldir. Sözle fiilin birbirine uymamasıdır. Çünkü böylesi bir anlayışın felsefi manada bir
özgürleşim olan
sekülerleşme ile değil ancak
kutsallıklar, tapınma ve tabularla ilişkisi vardır. (
Kant'ın
Aydınlanma için söylediklerini anımsayalım: '
saper aude': 'bilmeye cesaret göster': aydınlanma aklın diğer melekeler (fakülteler) üstündeki hâkimiyetidir!)
***
Şimdi ikinci kısmına gelelim işin: İzmir!
Benim bildiğim,
Türk Siyasetinin Yapısal Analizi kitabımın ikinci cildinde de
ele aldığım husus şu: şimdi
Kemalistlerin / Cumhuriyetçilerin '
kale' olarak gördükleri
İzmir evvela tam da o '
Atatürk'ün partisi CHP'ye karşı
Serbest Fırka'yı tuttu,
1933'te. Atatürk, SF'ye İzmir'de gösterilen
tezahürattan sonra kapattı.
Ardından
DP geldi. İzmir bu defa da '
Atatürk'ün partisi CHP'ye karşı
DP'yi destekledi, ama ne destek. DP'nin Türkiye oy ortalaması
% 55.2'ydi. İzmir'de oyu
% 58.6. Bir sonraki seçime bakalım mı? DP Türkiye ortalaması
% 58.4, İzmir % 60.5. 1957'e DP'nin oyları Türkiye'de
% 10 düştü. İzmir'de sadece
% 3 ölçüsünde.
Biliyorum bu durumu açıklayan nedenleri. Ama şu şartlarda ciddi bir
çelişki yok mu? Marşı okuyanlar ve
İzmir'i kale görenler bu kentin '
iktidar karşıtı' olduğunu söyleyemez, DP
iktidardı. '
Otoriteye' karşıdır
İzmir diyebilirler. O zaman şimdi benimsenen ve yüceltilen '
Atatürk'ün partisi CHP'nin iktidar yılları ve
1930-50 arasının
otoriter olduğu kabul edilmiş olur. Ben böyle düşünüyorum. Keşke İzmir'i kale olarak görenler ve
İzmir Marşı okuyanlar da düşünse...