İslam âlemindeki sıcak ortam, gergin hava puslu havayı seven avcılara rahat bir zemin hazırlıyor.
Bu havadan ne devşiririz pozisyonundalar. Kimi İmam Hatip düşmanlığı yapıyor, kimi İbrahimi dinler projesini farklı bir versiyonda sunuyor, kimi dini, kurumlardan, hayattan, devletten tamamen silmenin gayreti içinde pozisyon alıyorlar.
Kimi sanki yeni bir şey keşfetmiş gibi Kur'an'a dönelim vaazlarıyla meşgul. Kimi bu havada yeni -paralel- bir din pazarlamasında. Tasavvuf düşmanlığı, mezheplere karşı diklenme işin cabası.
Yüce Allah'ın dinini, Yüce Allah'ın anlatmadığı bir şekilde anlatanlar da çoğaldı. Nasılsa dinleyen kulak çok. E söyleyen ağız da ölçü bilmeyince, kim dur diyecek?
Bizim yöntemimiz:
Oku ve anla
Bu kargaşada bizim asırlardır süregelen yöntemimiz şöyleydi. Kitap ortada. Hz. Resul'ün (s.a.v.) hayatı ve nebevi ölçüleri de apaçık ortada. Bu iki temel kaynağı akıl ölçüsünde anlayıp kamil bir akıl ve mümin bir bakışla hayata geçir. Ama vahyi, aklına mahkûm etme. Akılsız din olmayacağına ve hatta akıl olmayınca sorumluluk bile olmayacağına göre; sağlıklı, sorumlu, vahye teslim olan, şirkten ve şüphelerden arındırılmış salim bir akılla İslam'ı anla. İşte bu bakışta Hz. Resul'ün (s.a.v.) ve sahabenin zühd ve takvasına 'tasavvuf' dedik. Kur'an'ın ve sahih sünnetin onayladığı bir hükmü doğru bir metodoloji ile anlayıp, insan hayatına sunmayı, içtihadı, bilgiyi test etmeyi 'mezhepler' olarak algıladık. Ve bunlarla da hiç kavga etmedik. Çatışmadık. Çatıştırmadık.
Bu sahih çizgi, hevaya teslim olmaz. Düşmanlığa geçit vermez. Tutkuları ilahlaştırmaz. Nefsaniyeti, rahmaniyetin önüne çıkarmaz. Yüce Allah'a din öğretmeye çabalamaz. Kendine yontmaz. Yüce İlah'a din dayatmaya çabalamaz. Eski büyük müçtehitlerin vardıkları içtihatları;
'eskilerin kalıntısı' adapsızlığıyla reddetmez. Kitap ve sünnete uygun olanını alır, gerisini bırakır. Ama kendini -şişeye sığan sığ anlayışıyla- müçtehitleri öteleyecek bir dev gibi görmez. En azından toptan ret yerine, işin ıslahına, doğru olanını olmaya teşvik eder. Edebi vardır, adabı vardır, durduğu yer vardır, ilkesi vardır, takvası vardır, ihlası vardır. Haramdan kaçışı vardır. Arkadan dolanmaz, imkânı varken ezici bir kudrete, imkânı elinden alınınca takva abidesine dönüşmez yani münafık değildir. Ete bürünür, kemiğe bürünür ve abdi acizim der. Ama yılışkan bir edayla değil. Samimi bir imanla der. Kısacası, aklını ilahlaştıranlarda olmayanı vardır.
Azgınlığın yöntemi:
Bilgini ilahlaştır
Karşıda ise Kur'an okuyup da bir noktaya gelen samimi insanlar maalesef yok. Onlar, yani toplumumuzu dalalete götürmeye yeltenen 'firakı dalle = dalaletteki fırkalar' ise belli, kurgulanmış öncüllere sahiptir. Kitap olmadan kafalarında bir din peydahlamışlardır. O dinde Hz. Peygamber'e (s.a.v.) zaten yer yoktur. Akıllarında kurdukları bu dine kendilerince uyumlu olan ayetleri bulurlar, bulamazlarsa da diledikleri gibi yorumlarlar ve buldururlar. Mesela; Kur'an'da geçen 'söz' anlamına gelen 'hadis' kavramını, utanmadan, sıkılmadan, darlanmadan 'Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözleri diye yorumlayacak kadar saptırırlar. Cehaletleri yüzlerinden akar. Ve buradan hadisleri inkâra kalkışırlar.
Bunların niyeti Kur'an'ı anlamak değildir. Anlatmak da değildir. Kendilerine fısıldanan; oryantalist, jakoben, şımarık, layüs'el, nebevi sünnetten uzak, ibadetsiz bir din kurmaktır.
Kur'an-ı Kerim bu dalaletteki fırkalara işaret eder: (Ey Muhammed!) De ki: Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz (Hucurat, 16). Bu ayette iki anlam iç içedir. Birincisi, kafanızdaki dini, kutsal kitaba okutturup Allah'a din öğretecek cürete dahi yeltendiniz. İkincisi, Allah'ın kitabını Allah'a öğretmeye kalkıştınız.
İki halde de tam bir felaket.
Nefsanidirler. Heva ve heveslerini -ahiret kuşku ve hesap korkusu olmadan- Kitaba söyletirler. Allah'a teslim olmak yerine -haşa- Allah'ın kelamını teslim almaya yeltenecek kadar şirazeden çıkmışlardır. Kur'an onların bu hevasını şöyle tanımlıyor: "Kendi arzu ve tutkularını kendine ilah edineni gördün mü? (Furkan, 43)"
Paralel dinlerin ablukası
Onun için tek bir paralel dinden bahsetmek zordur. Paralel dinlerin ablukası altındayız. Şimdi bu paralel anlayışı tanımak için şu noktalara dikkat çekelim:
Bunların bir kısmı Hz. Peygamber'in (s.a.v.) önderliğini, örnekliğini, sahih sünnetin gerekliliğini inkâr ederler. Bunlar sünneti gereksiz görürler. Şefaati inkâr ederler, kabir azabını ve nimetini inkâr ederler, kaderi inkâr ederler, sıratı, mizanı, kıyamet alametlerini inkâr ederler, mucizeleri inkâr ederler vs...
Diğer bir kısmı Hz. Peygamber'i (s.a.v.) sıradan bir kişi gibi takdim ederek O'nu -ilahlaştırmayalım- iddiasıyla sıradanlaştırırlar. Sanki ilahlaştıranlar varmış gibi! Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Yüce Allah'ın oğlu diyen mi oldu, tapınan mı oldu?
Ama bu iddia ve hezeyanlarla, Efendimiz'den (s.a.v.) boşalttıkları yere kendi efendilerini, üstatlarını, hocalarını, ağabeylerini oturturlar. Ve onlara da, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vasıflarını izafe ederler.
Akla evet. Ama hangi akıl
Akıl mı? Evet. Aklı olmayanın dini olur mu? Sorumluluğu, temyiz kabiliyeti olur mu? Hayır elbette. elbette Kur'an'ın en çok vurguladığıdır; akıl, tefekkür, tezekkür. Ama hangi akıl! İlahlık taslayan, kitabı eğip büken, kendine uygun ve makul gelmeyen her şeyi reddeden, binlerce felsefi akıma zemin hazırlayan, bazen kendinden de kopan savrulmuş akıl mı, makul akıl mı?
Determinist, rasyonalist, realist, idealist, pragmatist, ampirist, ateist, deist veya analitik akıl mı?
Yoksa makul ve kamil bir süzgeçten geçmiş Rabbine iman etmiş ve vahyi en büyük otorite tanıyıp, O'nun sahih tefsirine, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yol göstericiliğiyle ulaşan akıl mı? Ayetlerin hemen akabinde sunulan akıl terazisi, başka bir şey olabilir mi? Yüce Rabbin lütfettiği akıl ile Kitabını ve yol gösterici Nebi'yi inkâra veya kenarda tutmaya çağırdığını iddia edecek hangi akıl olabilir?
Kovucudan kurtulamazsın
Hz. Ömer şöyle demişti: Bir kimsenin üzerinde Allah'ın nimetleri tecelli etmeye başladı mı şüphesiz bir hasetçisi bulunacaktır. Bir adam doğru hal ve hareketlerle dolu olsa bile, çok düzgün olsa bile yine de bir kovucunun, gammazın kötülemesinden, hasetçinin hasedinden kurtulamaz.
Her işini paylaşma
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) insan psikolojisine ve insan karakterine yansımış olan çekememezliğe karşı insanı şöyle uyarıyor: "İşlerinizin gerçekleşmesini istiyorsanız yapacağınız bir işi kimseye açmayın, gizleyin. Zira size engel olurlar. Çünkü nimete eren kişiler sürekli kıskanılagelmiştir."
Ömrün çok uzun
Meşhur alimlerden Esmai der ki; 'Çok uzun yaşamış bir adam gördüm. Ona dedim ki; Maşallah ömrün bayağı uzunmuş. Çok yaşamışsın. Adam dedi ki; Bunun sırrı şudur: Ben kıskanmayı terk ettim. Onun için de ömrüm uzun oldu.
Mümin gıpta, münafık...
Böyle buyurdu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); "Mümin gıpta eder, münafık ise haset eder."