Her bir yeni günde iki yıldır yaşadığımız türbülansın yeni bir yüzüyle tanışıyoruz. Bu defa, teröre tepki veren kitlelerin "şiddete eğilim" göstermesinin önüne geçilmesi gerekiyor.
PKK'nın 22 Temmuz'da iki polisi uykusunda şehit etmesiyle bozulan ateşkes Dağlıca ve Iğdır'daki son bombalı saldırılarla yeni bir aşamaya geçti. Türkiye halkının tepkisi sokak protestolarına dönüştü. Doğu illerinin plakasını taşıyan otobüslerin ve TIR'ların taşlanması, HDP binalarına ve medya kuruluşlarına yapılan saldırılar bunlardan bazıları. İnsanımızın derinlerindeki en büyük rahatsızlık, yeni bir lige çıktığını düşünen Türkiye halkının tekrardan teröre muhatap olması. Ve gün geçtikçe terörün daha fazla insan kayıplarına sebep olması.
***
Çözüm sürecinin yükselttiği "
artık barış geldi" beklentilerinin yıkılması büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu hayal kırıklığı yetmezmiş gibi iç kamuoyu da suçlu arama telaşındaki aktörlerin gürültüsü ile doldu. Hiçbir derde deva olmayan suçlu arama telaşı, "
terörü lanetlemede birleşmek" gibi bir sorumluluğun kaybına sebep oluyor. Siyasi liderler kendi tabanlarını fail-i meçhul sokak protestolarından, linç girişimlerinden ve rövanştan uzak tutmak için yoğun çaba göstermekle mükellef.
Bu noktada 80 milletvekili ile Meclis'te ciddi bir temsil yakalayan HDP'lilere önemli bir görev düşüyor. Zira PKK'ya duyulan öfke, somut aktör olarak HDP'yi hedef haline getiriyor. HDP, hem terörle arasına mesafe koymalı hem de gerilimi artıracak söylemlerden uzak durmalı.
Ancak Demirtaş'ın "
size saldırmaya gelenleri anasından doğduğuna pişman etme hakkınız da vardır" açıklaması bu makuliyetin gösterilemediğini düşündürüyor.
Dahası, HDP'liler tehlikeli bir söyleme odaklanıyor. Cizre belediye başkanı "
bir iç savaş halindeyiz" diyerek bu söylemin işaret fişeğini fırlattı. Demirtaş da "
iktidarın iç savaş provası" yaptığını iddia ederek aynı söylemi devam ettiriyor. İngiliz ve Alman medyasında da karşılık bulan "
iç savaş" söylemi seçimler öncesinde iktidarın istikrara yaptığı vurguya bir cevap mahiyetinde. Hatta "
dikta rejimi ve faşizm" gibi çılgın versiyonlarına ulaşan "
otoriterleşme" tezinin yeni bir aşaması.
"
İç savaş" söylemi protestoların şiddete meyletmesine işaret etmekle kalmıyor. Daha ileri giderek PKK terörünü "
iç savaşın eşit aktörleri" düzlemine indirgemeye, yani meşrulaştırmaya çalışıyor. PKKHDP çizgisini Kürt halkının tek temsilcisi konumuna koyarak ve çatışmanın suçunu da iktidara yıkarak...
***
Evet doğrudur, Türkiye sıkıntılı günlerden geçiyor. Ancak önümüzdeki tehlike "
iç savaş" değil, 2002 öncesinin ligine geri dönmek. Siyasi ve ekonomik krizlerin, terörle mücadelenin demokrasiyi rafa kaldırdığı ülkelerin ligine. Ümitsizliğe düşmenin anlamı yok. Aktörler sorumlu davranırsa Türkiye bütün bu sıkıntıları aşabilecek güce sahip.
1 Kasım seçimlerine gidiyorsak da 7 Haziran seçimlerinden temel bir ders almayı unutmayalım. Türkiye'nin kaderinde artık bütün siyasi aktörlerin sorumluluğu büyüdü. Uluslararası güçlerin içimize müdahalesi daha da kolaylaştı. Siyaset yapmayı, AK Parti iktidarını suçlamak olarak görmenin lüksü, sefahati sona erdi.
"
Suriyeleşme" korkusu yayma zamanı değil, toparlanma ve elimizdekileri hep birlikte koruma zamanı.