Bazen ne zor bir şey bu ülkede yaşamak. "Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar" der ya İsmet Özel. İnsan olmanın her hali bütün dramatik yönleriyle etrafımızda cereyan ediyor.
Doların artışı ya da geçici hükümetin bakanlarının açıklamaları ile ilgilenirken insan olmanın "anlamını" sorgulatan olaylar gözlerimizi kapasak da bizi terk etmiyor.
İşte böyle bir şey Türkiye'de yaşamak... Kalesine, dikenli tellerin ardına sığınan bir Avrupa ülkesi olamayız... İnsanlığın dertlerinin, trajedilerinin toplandığı bir coğrafyadayız... Suriye iç savaşı, Akdeniz ve Ege'nin sularında batan mülteci gemileri ve yeniden başlayan şehit cenazeleri...
Ortadoğu'nun bitirilmeyen savaşlarının mağdurlarının acıları üzerimize yağıyor. Hem de bitmeyen "büyük" tartışmalarımızın, "küçük iktidar" kavgalarımızın arasında...
***
Bugün gazeteleri açtığımda bu ülkede yoğun bir gündemle yaşamanın verdiği yüke hiç benzemeyen tarifsiz bir acı hissettim yüreğimde. Evet, evet...
"
Gelişmiş" Avrupa'da yeni bir hayat kurmak için bindikleri botun batması ile cansız küçük bedeni Bodrum sahiline vuran Suriyeli Aylan'dan bahsediyorum.
Aylan'ın küçük naaşı gözlerimin önünden gitmiyor.
Mazlum bir insanın ölümünün bütün insanlığın ölümü olduğunu bir daha derinden hissettim. Batı merkezli dünyanın iflası hiç bu kadar ayan beyan olmamıştı. Mültecilere kapılarını kapayan Avrupa'nın propagandası çok yapılmış "
değerlerinin" bu ölçüde tarumar olduğuna tanık olmamıştım.
Şimdi bir sürü bildik analizleri sıralayacağız. Dünyadaki mülteci sayısının İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en yüksek rakama ulaştığını söyleyeceğiz. Uzmanlar, Avrupa Birliği'nin Dublin Düzenlemesi'nin artık yetersiz geldiğini tartışacak.
Mültecilerin büyük kısmının yoksulluktan değil ölümden kaçtıklarını hatırlatacağız. Onlara "
göçmen" diyerek Avrupalı siyasetçilerin nasıl bir rahatlama yaşadıklarını konuşacağız.
İngiltere ve Doğu Avrupa ülkeleri bu insani dramın bir Avrupa meselesi olmadığını kısık sesle tekrarlayacaklar.
Macaristan Başbakanı Victor Orban gibiler kıta ülkelerini sınırlarını '
daha sıkı kontrol' etmeye çağıracak.
Bu çağrının meşrulaştırması hiç de zor olmayacak... Ne de olsa "
Avrupa'ya mülteci akını kıtanın Hıristiyan kökenlerini tehdit" etmekte.
Hem bu "
Müslüman mülteciler" yarın entegre olmadıkları Avrupa'da potansiyel radikaller, yabancı savaşçılar da olabilirler... Değil mi?
Eh zaten, Avrupa ülkelerinde "
göçmen karşıtlarının" yükselişe geçmesini de kimse istemez. Her şey bir planlama işi. Kriz yaşayan Avrupa'nın yeni bir mülteci politikası oluşturmasını bekleyeceğiz.
Almanya Şansölyesi Merkel'in Avrupalı liderlere "
mültecilerin yükünü paylaşma" çağrısını duyacağız. Ama bu arada yüreğimizin en derininde bir yerlerde bileceğiz ki: Macaristan'da, Slovakya'da, Çek Cumhuriyeti'nde ve Polonya'da mülteci akınını engellemek için yeni çitler inşa edilecek.
"
Merhametini yitirmiş dünya sistemine" yapılan eleştiriler duymazlıktan gelinecek. Suriye'de, Eritre'de ve diğerlerinde savaşlar bitmedikçe Akdeniz'in ve Ege'nin tehlikeli sularında nice canlar kaybolacak.
Avrupa da, Amerika da bu savaşların durdurulmasında hiçbir sorumluluk üstlenmeyecek. Üç büyük dinin doğduğu, bir zamanların barış iklimi Ortadoğu'da vekalet savaşları, mezhep çatışmaları sürecek...
Ahhhh, biz de küçük Aylan'ların ölümündeki hissemizi çöp tenekesine dönen ruhlarımızda bir yerlere tıkıştıracağız. Ve yaşamaya devam edeceğiz.
Buna yaşamak denirse...