Siyasette keşke yoktur. Konjonktür bazen kaçırılmaması gereken fırsatlar verir; telafisi kimi zaman çok zordur kimi zaman da yoktur. 7 Haziran seçimlerinin popüler partisi HDP, seçim sonrası PKK'nın yürüttüğü strateji yüzünden Kürt milliyetçilerinin Türkiye'de önünü açan birçok fırsatı heba etti. PKK, çatışmayı yeniden başlatarak ve silahlı mücadele ile 'özyönetim' kurmaya çalışarak, HDP'nin siyaset alanını iyice daralttı.
7 Haziran öncesi AK Parti karşıtlığında birleşen muhalefetin yeni gözdesi olarak HDP etrafında demokratikleşme 'hülyaları' kuran çevreler olmuştu. HDP'den demokratikleştirici bir aktör beklemek nafileydi. Zira bu partinin başarısı, bütün demokratik söylemine rağmen, silahın gölgesindeydi, ondan besleniyordu. Ve PKK, Kürt milliyetçiliğinin güçlenme sürecinin liderliğini HDP'ye bırakmaya niyetli değildi. Şimdilerde PKK'nın seçim boykotu isteğini kabul etmeyerek HDP, yeniden kendi alanını genişletmeye, aslında ayakta kalmaya çalışıyor.
***
Türkiye'deki Kürt milliyetçilerinin onulmaz hatası iki stratejiyi aynı anda '
sonuna kadar' kullanmalarıdır. İlki, Kuzey Suriye'deki '
kazanımlarını' maksimize ederken Çözüm sürecini de Güneydoğu'da silahlı şehir hâkimiyeti kurmak için kullandılar. İkincisi ise Çözüm sürecinin arkasındaki siyasi iradeyi karşılarına aldılar: Erdoğan'ı ve AK Parti'yi. 6-8 Ekim olayları bu anlamda tam bir kopuştu. Sonrasında sadece uzatmalar oynandı.
Diğer bir ifadeyle, AK Parti'ye içte ve dışta muhalefetin büyümesi, yani kısa vadeli '
uygun' şartlar Kürt milliyetçilerini yoldan çıkardı. Muhalefetin '
otoriterleşme' söyleminin imkânları ile kendi konumlarını daha da pekiştireceklerini zannettiler. Ve AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı '
afyonunu' sınırsızca tükettiler.
Söz konusu iki stratejinin aynı anda kullanılması Çözüm masasını devirdi. AK Parti'yi tek başına iktidarını kaybettiği için Çözüm sürecini bitirmekle eleştirmek Kürt milliyetçilerine çok az şey kazandırır. Kendini haklı hissetmek, şiddeti meşrulaştırmak ve muhalefetin övgüsü belki.
Peki başka türlüsü olur muydu? Elbette. HDP, yüzde 10 barajını aşmak için AK Parti'yi bu kadar düşmanlaştırmayabilir ve çözüm iradesini baltalamayabilirdi. Güneydoğu'da da abartılı bir özyönetimi kurmaya yönelmeyebilirdi. Belediyeler üzerinden bölgenin yönetimine güçlü bir şekilde katılmakla yetinebilirdi. En azından uzun bir süre daha.
Bu arada, '
Erdoğan karşıtlığını' kararında kullanarak HDP de kendini güçlendirebilirdi. Yani bu afyonun dozunu daha iyi ayarlayabilirdi. Böylece Türkiye halkında Çözüm sürecinin geleceğine ilişkin ciddi bir endişe oluşması engellenmiş olurdu. Dahası AK Parti'deki çözüm iradesi de ayakta kalırdı.
***
Halbuki Kürt milliyetçileri AK Parti'nin aktörlüğünün ve medeniyet söyleminin Kürt sorununun çözümünde son çare olduğunu gözden kaçırdılar. Bu sorunun çözümünde demokratikleşme perspektifi başlı başına yeterli değil. Bir arada yaşama ve ortak kader hissini pekiştirecek kuşatıcı bir dile ihtiyaç var.
AK Parti de ulus-devletin korkularını aşacak bir dille, '
bizim medeniyetimiz' söylemi ile PKK'nın silah bırakması gibi kritik bir göreve soyunabildi. Böylece, Kemalizm'in en başarısız olduğu konuyu, Kürtlerin demokratik entegrasyonunu sağlamayı hedefleyebildi.
İşte bu yüzden Kürt milliyetçilerinin AK Parti ile sınavı aslında Türkiye ile imtihanları. Eğer Türkiye ile ortak bir kader arayışında iseler soru şudur: AK Partinin gösterdiği cesareti hangi siyasi akım gösterebilir? Kemalist laikçiler mi, toplumsal tabanı sınırlı liberal ya da solcuözgürlükçüler mi?
Sanmıyorum. Bugün terörle mücadeleyi konuşuyoruz ancak yakın gelecekte çözüm süreci cesaretini gösterecek siyasetçiler yine Erdoğan ve onun yolunda yürüyenler olacak.