TÜSİAD'ın düzenlediği Kadın-Erkek Eşitliği temalı kısa film yarışmasından söz etmiştim. Kazananların ödülleri çarşamba akşamı dağıtıldı. (Başarılı filmleri derneğin internet sitesinden izleyebilirsiniz.) Ben başka bir noktaya değinmek istiyorum: Zihniyet sorunu...
Hem TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer, hem Başkan Yardımcısı Memduh Boydak, hem de Kadın-Erkek Çalışma Grubu Başkanı Nur Ger konuşmalarında...
Sorunun "toplumsal" olduğunu, bu alanda Türkiye'nin zihniyet değişikliğine ihtiyaç duyduğumuzu söylediler.
Güzel sözler... Ancak "zihniyet" dediğimiz düşünce kalıpları, ha deyince değişen yapılar değildir. Tarihçilerin "uzun süre" (Fr. "longue duree") dedikleri alana girer.
Toplumsal zihniyetin değişmesi, çok uzun yıllar alır. Örneğin bu topraklar, yüzyıllar boyunca merkeziyetçi (dolayısıyla tek adamcı) iktidar yapılarınca yönetildiğinden...
Bugün demokrasi doğru dürüst işlemiyor.
Bu bakımdan kadın-erkek meselesi de farklı değil: Yüzyıllardır süren, dinle daha da pekişen bir erkek egemenliği söz konusu...
Sadece kurum ve kuruluşlar değil, kadınlar da bu egemenliği kabullenmiş, hatta içselleştirmiş durumda.
Sonuç: Okumuş modernlerin kurtarmaya çalıştığı kadın, "kurtarılmak" istemiyor. (Tabii çoğunluktan söz ediyorum.)
Savaşların etkisi
Peki, durum çok mu umutsuz? Mesela eşitlik fikrinin ivme kazanması hiç mi mümkün değil?
Tarihe damgasını vuran zihniyetler, ancak toplumsal travma dönemlerinde hızla değişebiliyor: Bunlardan biri dünya savaşları...
Özellikle Birinci Dünya Savaşı, kadınerkek ilişkilerini de çok önemli değişimlere yol açtı. Erkekler savaşa gidip öldüğünde, onların işlerini-görevlerini kadınlar üstlendi.
Savaş bittiğinde o kadınlara "saçı uzun, aklı kısa" muamelesi yapmak artık kolay değildi.
Benzeri bir durum Türkiye'de de olmuştu.
Önce Balkan Savaşları, sonra Birinci Dünya Savaşı ve nihayet Kurtuluş Savaşı toplumu darmadağın etmişti. Atatürk hayalindeki reformları o şartlarda yapabildi; kadınerkek eşitliği alanında (hiç olmazsa) kanunlar düzeyinde önemli adımlar atılabildi. (Not: Kemalistlerin, kendi denetimleri dışındaki sivil toplum kökenli bağımsız kadın hareketine tahammül edemediğini de unutmayalım.) Diyeceksiniz ki, "Kadınların statüsünün yükselmesi için illa da savaş mı gerek? Başka çözümler olamaz mı?"
Savaş, korkunç bir deprem, dehşetengiz salgın hastalık gibi makro dönüşüm dönemleri haricinde, bir de tedrici (kademeli, yavaş, ağır) değişim olabiliyor.
'Bayan'ın hâkimiyeti
Eğitimin yaygınlaşması, kadın emeğinin tercih edildiği işlerin çoğalması, metropol ortamında arzuları tatmin etmeye tek maaşın yetmemesi gibi nedenlerle, eşitliğe gidilebiliyor.
Bu konuda bir şeyler yapmak isteyen kesimlere benim önerim reklam ve propaganda yerine somut kaldıraçlara ağırlık vermeleri. "Eşit olun" denildiği için kimse eşit olmaz!
Örneğin işyerlerinde kreş açılması, kadınların yaşamında ciddi değişikliklere yol açabilir. Kamu spotu hazırlamak yerine, ev kadınlarına para kazandıracak girişimler, daha az dayak yemelerine yol açabilir:
Mesela kazak tüccarları vardı bir ara...
Gecekondulu kadınlara ördürdükleri kazakları- hırkaları yurt dışına satarlardı.
Kadına hâlâ kadın diyemeyip 'bayan'ı kullanan bir toplumda yaşadığımızı unutmayalım.