Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Erdoğan: Kaddafi bana yalan söyledi

Ben savaşın nasıl bir yıkım olduğunu ilk kez Bağdat'ta yaşadım. 2008 Temmuz'unda Başbakan Erdoğan'la, 2009 Mart'ında da Cumhurbaşkanı Gül'le yaptığımız Irak gezilerinde.
Bağdat'ta intihar saldırılarıyla yerle bir edilmiş bakanlık binalarını, tüm caddeler boyunca uzanan ve halkı evinden çıkamaz duruma getiren beton duvarları, her gün yeni kurbanların eklendiği can kayıpları çetelesini görünce, insanlığımdan utandım.
Meğer beterin beteri varmış...
Başbakan Erdoğan'la çıktığımız Mısır-Tunus-Libya gezisinin sondan bir önceki durağı Misrata'da gördüklerim kâbustan da öte bir şeydi.
Kilometrelerce uzanan ve Misrata'yı boydan boya kat eden Tripoli Street'in (Trablus Bulvarı) iki yanındaki binalar, siyah-beyaz fotoğraflardan öğrendiğim İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin'ine rahmet okutuyordu. Bulvarın iki yanında sıralanan yüzlerce, binlerce binanın hepsi ama hepsi kurşunlarla, mermilerle delik deşik edilmişti. Yüzlerce bina tank ve top ateşleriyle yerle bir olmuştu. Yüzlerce otomobil kömürleşmişti. Onlarca tank ve zırhlı araç, metal yığınına dönmüştü. Misratalılar, sokak sokak, ev ev süren çatışmalarda en az 1.800 kişinin can verdiğini anlattılar.
Misrata'dan sonra Bingazi'ye geçtik. Gece yarısına doğru. Erdoğan orada da miting gibi bir açık hava toplantısında binlerce Libyalı'ya konuştu. Saat 02.00'ye doğru "Ana" uçağıyla yurda dönerken, her gezi sonrası olduğu gibi, biz 10 gazeteci Erdoğan'la bir araya geldik. Başbakan bir ara sözü Misrata'ya getirdi:
"Misrata'daki yıkımı gördünüz. Orduları Misrata'ya saldırırken Kaddafi de, oğlu Seyfülislam da bana telefonda yalan söylediler. 'Misrata'ya bombardıman, saldırı, bunlar El Cezire'nin haberleri, hepsi yalan' dediler. O yanmış tanklar, zırhlı araçlar kimin? O yakılmış, yıkılmış evler, binalar kimin eseri?
Biz bu Misrata'dan 450 yaralıyı gemilerimizle Türkiye'ye getirip tedavi ettirdik. Kaddafi'ye yaralıları alacak gemiye 12 adet F-16'nın eşlik edeceğini, bir şey yapmaya kalkarsa savaş uçaklarının anında müdahalede bulunacağını söyledim. Gemimiz F-16'larla gidip döndü."

***

Erdoğan'ın onlarca yurtdışı gezisini izledim. Almanya, Fransa gibi yoğun Türk varlığının olduğu ülkeleri bir yana bırakırsak, Mısır'da, Tunus'ta ama özellikle de Libya'daki gibi bir coşku görmedim. Dikkatinizi çekerim; Erdoğan için yollara dökülen, meydanlara koşanlar Türkler değil, Araplar'dı.
-Libya'da bir günde dört (Trablus'ta Yeşil Meydan'da ya da yeni adıyla Şehitler Meydanı'nda ve Tacura'da, ardından Misrata'da, gece yarısında da Bingazi'de) miting gibi toplantıda konuştunuz? Meydanlardaki coşkuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan:
Yurtiçinde çok yaptık ama yurt dışında ilk kez bir günde dört miting gibi toplantı yapmış oluyoruz. Biraz da ses düzeni iyi olsaydı, çok daha güzel bir tablo ortaya çıkacaktı. Tacura'yı gördünüz. Ha keza Şehitler Meydanı'ndaki Cuma namazını, Misrata'yı, Bingazi'yi de. Türkiye'ye, bize karşı büyük ilgi var. Bu da omuzlarımıza büyük sorumluluk yüklüyor. Biz Türkiye'de iktidarıyla, muhalefetiyle konumumuzu, gücümüzü tam kavrayabilsek, inanın dünyada çok daha farklı bir yerde oluruz.
- Türkiye küresel aktörlüğe oynuyor ya da en azından öyle bir iddia taşıyor. Bu iddiayı götürecek gücü, potansiyeli ve parası var mı?
Erdoğan:
Türkiye'nin bölge halklarına el uzatacak potansiyeli de, gücü de var. Her şey para değil. Mesela 200 yataklı hastaneyi Türkiye'de diyelim ki 30'a kuruyorsan, Somali'de 15-20'ye çıkarırsın. 200 yataklı bir hastane Türkiye'de çok şey ifade etmeyebilir ama Mogadişu'yu ayağa kaldırır. Sağlık hizmetleriyle, doktorlarıyla, yaratacağı hareketlilikle... Libya belini doğrultsun, Afrika'da birlikte çok iş yaparız. Bakın, Batı bankalarında Libya'nın 160-170 milyar doları var. Bir türlü serbest bırakmıyorlar. Bu parayı dünya finans sistemi içinde çevirip duruyorlar. Ne oluyor? Neredeyse 1 trilyon dolarlık bir hareketlilik yaratılıyor. Tabii Batı finans sistemi bundan büyük nemalar sağlıyor. Peki, nemasından hiç Libya'nın hesabına aktarıyor mu? Bu soruyu sorduğumda herkes susuyor.
(Not: Burada ben birkaç rakam sıraladım. Fransa ve İngiltere'nin Libya operasyonu 320 milyon Euro'ya mal oldu. Ama Libya'da orta vadede, 5 yıllık dönemde, 260 milyar Euro'luk bir pazar ortaya çıkacak. Altyapı yatırımları, petrol sektörünün değerlendirilmesi gibi... Özellikle Fransa bu pazardan payına düşecekleri bekliyor sabırsızlıkla ve ağzının suyu akarak. Fransız petrol grubu Total'in, Libya'daki yeni yönetimin iki liderinden biri olan Mustafa Abdülcelil'le yaptığı gizli anlaşmanın belgesi de sızdı. Abdülcelil, Libya petrolünün yüzde 35'ini Fransızlar'a vermeyi -belgelere göre- resmen kabul ediyor.)
***

Sonra konu yarın yine hep birlikte çıkacağımız ABD gezisine geldi. O gezinin amacı da BM Genel Kurulu toplantıları. Özellikle de Filistin'in BM tarafından "Devlet" olarak tanınması için başlattığı girişim. Ve bir de Suriye.
- Suriye'de onca uyarınıza rağmen sivil ölümleri sürüyor. Ne düşünüyorsunuz?
Erdoğan:
Suriye hızla yalnızlığa doğru gidiyor. Önümüzdeki hafta BM Genel Kurulu toplantısından sonra nihai kararımızı açıklarız. BM toplantısı çerçevesinde Obama, Ahmedinecad ve bölge ülkeleri liderleriyle yapacağım görüşmelerden sonra Suriye'ye son tavrımızı ortaya koyacağız.
- Ya Filistin'in BM tarafından "Devlet" olarak tanınması talebi?
Erdoğan:
Filistin'in bu girişimine ABD'nin vetosu şık değil. Filistinliler önce BM Güvenlik Konseyi'nde deneyecekler. Oradaki havayı görecekler. Güvenlik Konseyi'nin öyle hemen karar alması söz konusu değil. Belki bir hafta sürecek, belki bir ay, belki iki-üç ay. Güvenlik Konseyi'nden olumlu karar çıkmazsa geriye BM Genel Kurulu kalıyor. Orada yeterli destek sağladılar. Filistin'in Vatikan gibi BM'de temsil edilmeyen devlet statüsü alması da söz konusu. Bu durumda BM üyesi olamayacak veya sadece oy hakkı olmayan üyelikle, bir tür gözlemcilikle yetinecek ama BM'nin yan kuruluşlarında temsil edilecek. FAO'da, UNICEF'te, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde. Bu bile İsrail'in canını sıkmaya, zorlamaya yeterli.
(Not: Burada ben Filistin'in Uluslararası Ceza Mahkemesi üyeliğinin İsrail'in komuta kademesini çok ciddi olarak sıkıntıya sokabileceğini, yurtdışına çıkışlarının riskli hale gelebileceğini söyledim. Erdoğan da "Tıpkı Tzipi Livni gibi" diye örnek verdi.)
***

Sabaha karşı Atatürk Havalimanı'na inerken kulaklarımda hâlâ Trablus'ta, Misrata'da, Bingazi'de binlerce binlerce kişinin Churchill'in ünlü zafer işareti eşliğinde hançerelerini yırtarak tekrarladıkları slogan yankılanıyordu: "Bir düşümüz var: Özgürlük!"

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA