Mısır, Tunus, Libya... Başbakan Erdoğan'la 5 gün boyunca "Arap Baharı"nın bu ilk ve -en azından şimdilik- tek totaliter rejimleri devirdiği diyarları dolaştım. Yani, Kuzey Afrika'yı. Yani, Magrip'i.
İki günlük moladan sonra yine Erdoğan'la ABD gezisine çıkacağım. 6 günlük o gezinin de amacı, 1967 sınırları içinde ve başkentinin Doğu Kudüs olacağı bağımsız devletin tanınması için BM'ye resmen başvuruda bulunulacağı sırada (23 Eylül) Filistin'in yanında olmak.
Nasıl olsa Filistin'in bağımsızlık girişimini, İsrail'in, ABD'nin, AB'nin, yeni yükselen güçlerin (Çin, Rusya, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya gibi), Arap camiasının ve elbette Türkiye'nin o konudaki tutumlarını, New York odaklı gezimiz sırasında bol bol irdeleme imkânını bulacağım.
O nedenle bugün izninizle Kuzey Afrika turumuzda edindiğim izlenimleri aktarayım.
Mısır, Tunus, Libya; üçü de "Devrim" yaptı. Ama gezi boyunca kaleme aldığım yazılarda da belirttim; bu "Devrimler"in üç ülkeyi bizim bildiğimiz anlamda demokrasiye götürüp götürmeyeceği şimdilik kocaman bir bilmece olarak duruyor.
Mısır'ın kaderi, Erdoğan'a dayanarak dünkü yazımda vurguladığım gibi, önümüzdeki süreçte ortaya çıkacak: Kasım sonunda yapılacak parlamento seçimleri ile ondan 6 ay sonra yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı seçimi, Arap dünyasının bu en büyük ülkesinin geleceğini belirleyecek.
Halen Mısır'ı yönetmekte olan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin teorik olarak meşruiyeti sona erdi. Zira Mareşal Muhammed Tantavi başkanlığındaki Konsey, en geç Ağustos sonunda yönetimi sivillere devredeceğini vaat etmişti. Şimdi bu devir en az 10 ay sarkmış oldu. Üstelik cumhurbaşkanlığı seçiminin Kasım'ı izleyen 6 ay içinde yapılması pek mümkün ya da gerçekçi görünmüyor. Bu arada köprülerin altından kim bilir ne sular akacak...
Tunus'a gelince; 14 Ocak 2011'de Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bu yana geçici kadrolarca yönetiliyor. Geçici Cumhurbaşkanı ya da Cumhurbaşkanı Vekili Fuat Mebaza, geçici hükümet başkanı (Başbakan) Beci Caid Essebsi...
Tunuslular da 23 Ekim'de sandık başına gidecek. Ve bu, uzun bir sürecin ilk adımı olacak. 23 Ekim'de "Kurucu Meclis" üyeleri belirlenecek. O meclisin görevi, yeni anayasayı hazırlamak veya yürürlükteki anayasayı tepeden tırnağa revize etmek olacak. Daha sonra yeni anayasa ve yeni seçim yasasıyla yeni parlamento seçimleri yapılacak. Ne zaman? Belli değil. Daha daha sonra da o yeni parlamento içinden veya yeni bir seçimle sandıktan yeni cumhurbaşkanı çıkacak. Ne zaman? O da belli değil. Parlamento mu seçecek yeni cumhurbaşkanını yoksa halk mı? O da belli değil.
Ve Mısır'da olduğu gibi Tunus'ta da o belirsizlik döneminde köprülerin altından kim bilir neler veya ne sular akacak.
Ve Libya... Başkanlığını Mustafa Abdulcelil'in üstlendiği Geçici Ulusal Konsey, yönetim merkezini Bingazi'den Trablus'a taşıdı. En geç 8 ay sonra demokratik seçimle yerini sivil yönetime devredeceği sözünün arkasında durduğunu da her fırsatta tekrarlıyor.
Ancak... Libya'da iç savaş henüz bitmedi. Ben bu satırları yazarken Geçici Ulusal Konsey'in silahlı güçleri Kaddafi'nin -son olduğu söylenen- kalesi Sirte'ye dayanmışlardı. Ne var ki, Haziran ayından beri ortalıkta görünmeyen Kaddafi ve ona bağlı güçlerin ülkenin iç kesimlerinde birçok yeri denetlemeye devam ettikleri belirtiliyor. Bu da Libya'nın normalleşmesinin, Irak'ta olduğu gibi, yıllar alabileceğini öne süren analizcilere hiç değilse kısmen hak verdiriyor.
Bir önemli ayrıntı daha var: Ulusal Geçici Konsey iktidarını pekiştirdikçe, içindeki görüş ayrılıkları, hizipleşmeler, kamplaşmalar da artık gizlenemeyecek kadar keskinleşmeye başladı.
Örneğin, Geçici Ulusal Konsey'in Mustafa Abdulcelil'den sonra en güçlü ismi, yani iki numarası Mahmud Cibril'e karşı güçlü bir diklenmenin ilk işaretleri görülmeye başladı. Libya'nın önde gelen dini liderlerinden Şeyh Ali Sallabi, Cibril'i "Totaliter bir devletin temellerini atmaya çalışmak"la suçladı.
Yani, "Bir Kaddafi devrildi ama yerine bir başka Kaddafi gelmek üzere" mesajını verdi Şeyh Sallabi. Ve Cibril'in tıpkı Kaddafi gibi, yakınlarını kilit noktalara getirerek devleti kontrolü altına almayı amaçladığını iddia etti.
Özetle, Mısır'da ve Tunus'ta edindiğim izlenim Libya için de geçerli: Devrimin sonuçları da, demokrasi özlemleri de bir başka oligarşik grup tarafından çalınabilir.
Bu da, "Magrip devrimleri"ni kendilerine rehber edinen Afrika'dan Ortadoğu'ya kadar geniş coğrafyadaki diğer Arap halklarını derin mi derin bir düş kırıklığı uçurumuna iter, o halkların başındaki totaliter yönetimlere de ummadıkları bir fırsat kapısı açar.
"Arap Baharı" ise kim bilir hangi bahara kalır...