İran ile Batı uzlaştı. Anlaşmanın mimarı ise Türkiye'ydi. 17 Mayıs 2010'da İran'a Tahran Bildirisini imzalamaya ikna eden Türkiye, nükleer müzakerelerin en somut adımının atılmasını sağlamıştı.
5 yıl önce Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun yoğun temasları sonucu İran nükleer pazarlıklarda belli bir hizaya getirilmişti. Türkiye ve Brezilya'nın arabuluculuk ettiği o görüşmeler sonunda imzalanan Tahran Bildirisinde, İran uranyum takasını kabul etmişti.
Bugün Batı ile İran, 5 yıl önce Türkiye'nin imzalanmasında büyük katkı sağladığı o anlaşmadaki maddeler üzerinde uzlaştı.
Ancak o dönem Türkiye'nin muhatabı İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat'tı. Batı, Ahmedinecatlı bir İran'a çok da fazla itibar etmiyordu.
2013 Haziran'ında İran'da seçim oldu. Görev süresi olan Ahmedinecat'ın yerine Hasan Ruhani geldi. Seçim sürecinde mollaların desteklediği 5 aday çekilmiş, bu durum ılımlı aday Ruhani'nin elini güçlendirmişti.
Son 2 seçimde reformistleri net şekilde cephe alan dini otorite bu kez ılımlı aday Ruhani'nin güçlenmesi karşısında sessiz kalmıştı.
Neticede Hasan Ruhani İran'ın yeni Cumhurbaşkanı oldu. Ahmedinecat'ın yerine ılımlı bir ismin başa gelmesi, Batı'daki İran algısını bir anda değiştirdi.
Amerika ve Avrupa, Ruhani'yle yeni bir sayfa açmayı planlıyor, Ruhani de İran halkına ambargonun kaldırılmasını vaat ediyordu. Bu duruma tek karşı çıkan ise İsrail olarak göze çarpıyordu.
Haziran'daki seçimin ardından 2013 Kasım ayında nükleer müzakereler başlatıldı. Ve birkaç uzatmanın ardından önce Nisan ayında ardından da geçen haftaki son görüşmelerde olumlu sonuç alındı ve uzlaşı sağlandı.
Anlaşmanın temeli 2010, mimarı ise Türkiye'ydi dedik. Peki Batı neden o dönem değil de Ruhani ile başlayan yeni süreçte İran'la el sıkıştı?
Değişen İran mı yoksa Batı mı?
Aslında bugünkü İran'la, 2013 öncesi İran'ın dış politikalarında fazla bir fark yok. Özellikle Ortadoğu'da İran dün neyse bugün de aynı.
Batı ile ilişkiler konusunda da dünkü gibi bugün yine temkinli. Sonuçta Ahmedinecat da Batı'yla müzakerelere "hayır" demiyordu.
Ama Batı, Ruhani'nin başında olduğu İran'la masaya oturmayı tercih etti. Çünkü Hasan Ruhani'nin 80'li yıllardan itibaren Batıyla ilişkileri vardı.
Özellikle İran-Irak savaşında Amerika'nın ambargoyu delerek Tahran'a yaptığı silah sevkiyatında ve diğer görüşmelerde Ruhani ön plandaydı.
1986 yılında Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'nin danışmanlığını yapan aynı zamanda İran Parlamentosu başkan yardımcısı ve İran Ulusal Güvenlik Komitesinin üyesi olan Ruhani, sık sık Paris'e giderek Amerikalı yetkililerle bir araya geliyor ve Humeyni'yi şikayet ediyordu.
Hatta bir keresinde Paris'teki otel odasında yapılan görüşmede karşısına oturan İsrailli ajanı Amerikalı sanıp, "bizi Humeyni'den kurtarın" diye dert yanıyor, bunu nasıl yapacaklarına dair yol bile gösteriyordu.
30 Ağustos 1986 yılında Paris'te yapılan o görüşmede Ruhani'nin Amerikalı sandığı kişi İsrail Başbakanının kontroterör danışmanı Amiram Nir'di. Ruhani karşısındakinin İsrail ajanı olduğunu bilmeden mollalarla ilgili görüşlerini sıralıyordu.
O görüşmenin deşifresi yıllar sonra yani Ruhani'nin İran Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından İsrail medyasında yayınlandı. İsrail, Ruhani için "aslında korkulacak biri değil" mesajı veriyordu.