Önceki yazımda kimin bu ülkede "el", kimin "yar" olduğu ile ilgili bir girizgâhta bulunmuştum.
Konumuz tüm ülkede yaşı, cinsiyeti, statüsü ne olursa olsun Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusunda kesin bir fikri olan insanların hangi konuda boğuldukları hakkında.
Suriyelilere Türkiye vatandaşlığı verilmesi demek, ülkedeki herkesin (sanki bu insanlar nasıl bir dehşetin içinden çıkmış umurlarında değilmişçesine) "yok efenim neden sınavsız üniversite okuyorlarmış da neden kamplarda el ense yapıp tembel tembel yatıyorlarmış da… bla da bla…." şeklindeki hazımsızlıklarına konu olan durumların bir derece son bulması demek.
Çünkü Suriyeli birisi T.C. vatandaşı olduğu anda T.C. vatandaşlarının haklarını elde edebildiği gibi vergisiyle, yükümlülükleri ile bu ülkeye katkı da sağlamaya başlayacak ve T.C. vatandaşı olmanın getirdiği külfeti de çekecek.
Üstelik bu ülkenin zaten hali hazırda var olan T.C. vatandaşlığına başvurma kuralları ve şartlarından daha fazla şartlarla mücadele ederek.
Üç milyon Suriyelinin cup diye T.C. vatandaşı yapılması mevzu bahis değil yani.
Bunu böyle lanse etmeye çalışanlar bir algı oyunu içerisindeler. Nasıl bir İngiliz vatandaşı T.C. vatandaşı olmak istediğinde ondan belli şartları yerine getirmesi isteniyorsa Suriyeli vatandaşlar da T.C. vatandaşı olmak için başvurduklarında onlardan da belli şartları yerine getirmeleri istenir. İsteniyor da… Bu konuda onlara tanınabilecek bir kolaylık varsa o da kendileri ile birlikte getirdikleri kalifikasyonlarının verdiği torpil olsa gerek başka bir şey değil.
Benim Suriyeli bir komşum var. Beş dil biliyor. Kendi ülkesinde savaştan önce Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde Üniversitede ders veriyormuş. Böyle niteliklere sahip, bu ülkeye sadakatini ispat etmiş insanların özelliklerinden neden yararlanmayalım?
Öte yandan işin bir de "büyük resimle" alakalı bir boyutu var. Eninde sonunda ülkesine dönmeyi arzulayan bu insanlar bizim ülkemizdeki misafirlikleri bitip ülkelerine döndüklerinde, kendilerine en zor dönemlerinde kucak açan, ailelerine emniyetli bir yuva sağlayan ülkeye vefa örneği gösterip aynı Hatay'da olduğu gibi ülkelerinin bizim topraklarımıza katılmasını isteyeceklerdir.
Bu fikir çok mu ütopik geldi. Hatay'da yaşanan tam olarak bu değil miydi? Esad' ın zulmünden kurtulup ülkelerindeki yer altı kaynaklarını bölüşmek üzere pençelerini üzerine geçirmeye çalışan emperyalist ülkelere karşı Türkiye'nin yönetimine girmeyi arzu etmekten daha doğal ne olabilir?
Bunu nerden mi çıkarıyorum? Bizim, şahsi çıkarlarına halel gelmesi korkusundan hükümet devirmeye kalkan, ayakkabısının bağcığını bağlamaktan aciz liseli ergen kafasındaki bazı insanlarımızın göremediğini İngiltere hemen görüvermiş ki Erdoğan'ın bu teklifine en büyük itirazı o yapıyor.
Üstelik bakıyoruz kim ki PKK 'nın, terörün, şer odaklarının tarafındaysa ve onları destekliyorsa bu işe karşı.
O halde sadece "düşmanın karşı olduğu, "olmasın" diye depindiği ne varsa o işte bir hayır vardır" mantığı ile hareket edildiğinde bile bu işin bizim çıkarımıza olduğu ortaya çıkar.
İngiltere ve Fransa'nın Suriye üzerindeki pis emelleri ortada. Almanya'nın "yeni pazar ve kaynak arayışı telaşesi" de bu formüle eklenirse -ki zaten havaalanı projesi ve askeri üs meselesinden ötürü bize bozuklar – ortalık karışıyor.
Musul ve Kerkük'ün kendi denetiminden ve sömürgesinden çıkmasından ödü patlayan, alfabedeki bütün harfleri kullanarak kurduğu türlü türlü terör örgütlerinin maskesi altında bizimle haçlı savaşına girişen AB ve özellikle de İngiltere'nin en büyük derdi ve telaşı bu aralar bir anda en istemedikleri ve tiksindikleri mültecilere vatandaşlık verilmesi konusu oldu nedense!
Hele şımarıklığa bak ki; AB ülkeleri düne kadar "Aman Erdoğan gelsin bizi bu mülteci belasından kurtarsın" feryadı atarken şimdi Suriyeliler için neler yapacağımıza müdahale etme hakkını kendilerinde görüyorlar.
Unutmayalım ki bir toprağı vatan yapan üzerinde dökülen kandır. Ve bizim topraklarımızda canla başla savaşan, Çanakkale'de binlerce vatandaşını şehit veren bir Suriyeli (o bölgenin insanı), sözde soykırım ayağıyla bizden özür diletip tazminat almaya çalışan bir Ermeni'den, Nişantaşı'nda son model arabasına binip finosunu gezdirirken üç bin liralık telefonundan ''Bu ülkeyi fakirleştirdin Erdoğan'' diye tweet atan bir sosyeteden, daha İstiklal Marşı'nı okurken kıpırdamadan duramayan oflayıp puflayan bir atarlı ergenden daha fazla ''Benim insanım''dır.
Üstelik Suriyelilere vatandaşlık verilmesi için Türkçe konuşma şartının getirilmesi, tabir-i caizse GBT'sinin temiz olması, ülkeye yapacağı faydayı ispat etme gibi şartlar aranması bence doğuştan T.C. vatandaşı olan herkese de getirilmeli.
Kesinlikle daha kendi öz Türkçesini adam gibi konuşamayan; pastaneye ''pastane'' demekten aciz; ''patisseri'de profiterol yanında Milkshake keyfi" veya ''Concon Beach Club'da Caffe Mocha - Caffe Lotta" keyfi diye yer bildirimi yapan, PKK' lıya ''Terörist'' demekten aciz olan, ferman gibi GBT ile elini kolunu sallaya sallaya dolaşıp kahvede göbeğini kaşırken ''Ne Suriyelileri be. Daha ben iş bulamadım'' mavalları okuyan, iş bulmayı ''atanmak'' pardon daha halk dili ile söylersek ''devlete kapağı atmak'' olarak algılayan, ülkeye bırak faydası üstüne kat be kat zararı olan ama kimliğinde T.C. numarası olanlara da tekrar T.C. vatandaşlığı verilmesi için şartlar konulmalı…
Yoksa bir de bakmışsınız Suriyelilerden ''Nasıl Türkiyeli olunur'' seminerleri almaya muhtaç hale gelmiş olabiliriz bu gidişle. Demedi demeyin…