Bilen biliyor. Türkiye, AK Partili yıllarla birlikte önemli ekonomik ve sosyal dönüşümler yaşadı.
Sadece yollar, hastaneler, adliye binaları, toplu konutlar, ulaşım yatırımları bile ekonomik kalkınma örnekleri olarak yeter.
Ama asıl 'Sessiz devrim' diye nitelenen şey, sosyal değişim. Ülkenin Doğusundan Batısına kadar evladı askere giden her annenin eli yüreğinde aylarca yaşadığı tedirginlik dönemi bitti.
Türkiye'nin son 30 senesine damga vuran, 50 bin evladının canını alan çatışmalı, terörlü, ölümlü süreç bitti.
***
Fakat özellikle medyanın "Hükümet düşmanlığı" hastalığına düçar olmuş önemli bir kısmında, çatışma sürüyor, şehit haberleri geliyor, Hükümet ülkeyi bölüyormuş gibi "Satılık" haberleri var. Savaşın 5. yılına girdiğini Suriye ile 900 kilometrelik kara sınırımız var. İç savaşın sürdüğü Irak'la da kara sınırımız bulunuyor.
Sınırlarımız dışında yaşanan olayları bile Türkiye'de yaşanmış gibi gösteriyor. Medya PKK ile savaş sürüyormuş gibi yayın yapıyor ama bunun halka yansıması böyle olmuyor.
Medyanın yaşadığı güvensizlik konusuna iyi bir örnek bu. Çünkü medyanın bu akıl almaz tavrı, gerçeklerle bağdaşmıyor.
***
"Çözüm Süreci'nin ne getirisi oldu, ne pazarlıklar yapıldı?" diye soranlara onun için hep "Gençler ölmüyor ya daha büyük getiri mi olur?" diye cevap veriyorum. Evladı askerde olan bir annenin, katıldığı yemin merasimini ve oğlunun askerliğini gülerek anlatması, her şeyi açıklamıyor mu?
90'lı yılların Newroz'larını, bölgedeki fail-i meçhulleri, birkaç yıl öncesine kadar yüreklerimizi dağlayan karakol baskınlarını unuttuk mu? Daha birkaç ay önce bölgede yaşanan 6-8 Ekim olaylarını düşünün. İşte o yıllarda yılın neredeyse 200 günü 6-8 Ekim'di Türkiye için.
***
Bugünlere kolay gelinmedi. Barış süreci için belki de en zor olan sosyolojiyi dönüştürmekti. İşte bu sosyoloji sadece Tayyip Erdoğan'ın gücü ile dönüştü büyük oranda. Mesela muhafazakâr kesim, Kürt meselesinde 5 yıl önceki durduğu yerde bile değil artık. Erdoğan'ın en büyük başarılarından biri, muhafazakâr kesimin sağcı damarını dönüştürmesidir. Bunun en basit örneği Kürt meselesine bakıştaki yumuşamadır.
Olaylara daha geniş perspektiften bakıyor. Yani liderin verdiği söz, oluşturduğu güven, AK Parti'nin doğal seçmenindeki katı tutumu yumuşattı. Aynı şekilde "T.C'nin yıllardır yaptığı ortada, güven olmaz" diye devletten gelen her teklife sert refleks gösteren Kürt siyaseti vardı.
Fakat buna karşı İmralı'nın süreçten yana tavır takındı. Öcalan'ın, müzakere ve diyalog kanallarının açılmasını istemesi, silahların bırakılması çağrısı yapması da etkili oldu.
Zaten Türküyle, Kürdüyle bütün milletimizin istediği, barış, kardeşlik ve huzur ülkeye hakim olmaya başladı.
***
Şimdi 21 Mart'a sayılı günler kaldı. Özellikle Kürtler, PKK'nın "Silahları gömdük" açıklamasıyla beraber, evlatlarının ölmeyeceğini, bölgedeki yatırımların artacağını, işsizliğin azalacağını, eğitimli sayısının artacağını ümit ederek Newroz'da iki bayram yaşamak istiyor.
Fakat daha düne kadar, "AK Parti HDP'lileşti" diyerek tüm ulusalcıları CHP çatısına çağıran bir kısım medyanın şimdi de "Oylar bölünmesin" diyerek HDP'de toplanmaya çağırması enteresan.
30 Mart'ta, S.S. Önder'in İstanbul'da Sarıgül'ün oylarını bölerek AK Parti'ye 'gizli destek' verdiğini söyleyen kimi 'aydınlar' bugün, "CHP'den umudum yok, ben oyumu HDP'ye vereceğim" diyor.
Muhalefetin 'yandaş' medyasının anketleri, her seçimde çuvallıyor. Bu seçimde de AK Parti tek başına iktidara gelecek. Bu belli. Yine yenilecekler ve bu kez hiç ummadık partilerin dayanıştığını gereceğiz belki de. Yenildikçe de daha enteresan kombinasyonlar deneyecekler.