SUNUŞ
O gün ünlü Brandenburg kapısının açıldığı meydan tam bir festival havasındaydı. 23 yıl öncesine kadar 156 kilometrelik dev bir duvarla bölünen Berlin miydi burası? Berlin'e ilk geldiğimde Brandenburg kapısına duvarın arkasından bakmak ne kadar da hüzün vericiydi. Hitler'in halkına ödettiği fatura öylesine ağırdı ki! Duvar yıkıldığı günlerde Berlin'e gittiğim zaman ise kaygıyla yoğrulmuş bir mutluluk havası vardı. Zengin Almanlar, fakir akrabalarını nasıl ayağa kaldırmak için daha fazla çalışmak zorundaydılar. Almanlar 1.3 trilyon euro harcayıp Doğu'yu ayağa kaldırmayı başardı. Hem de AB'nin euro kriziyle sarsıldığı bu günlerde! Almanya adeta küllerinden doğdu ve yeniden liderlik koltuğuna oturdu. İşte böyle bir tarihi dönemeçte 22 Eylül'de yapılacak genel seçimler için Berlin'e gittim. Büyük Avrupa Projesi'nin geleceğinden, tırmanan ırkçılığa ve Türklerin kaderine kadar siyasi yelpazeyi mercek altına aldım. Derin Almanya'nın da nabzını tuttum. Bu kez Berlin'de II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da kurulan siyasi ve ekonomik dengelerin değişmeye başladığını gözledim. Aylardır Suriye ve Mısır krizlerine öylesine boğulduk ki, Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren Avrupa'daki tarihi değişimi kaçırıyoruz. Almanya'daki seçimler Avrupa'da da tarihi bir dönemecin başlangıcı olacak. Seçimlerin ardından değişimi daha fazla hissedeceğiz. Kısacası, Avrupa'nın kaderi yeniden çiziliyor. Ve tabii Türkiye'nin Avrupa'yla ilişkilerinin kaderi de! Artık gözlerimizi Almanya'ya çevirmekte yarar var. Birkaç gün boyunca Almanya'yı mercek altına alacağım. İlgiyle okumanız dileğiyle.
NB
Jungfernsee Gölü'nün kıyısındaki Cecillienhof Sarayı'nın lambrili salonunda zaman tüneline girdim sanki. Bir anda karşıma II. Dünya Savaşı'nın üç büyükleri çıkıverdi: Henry Truman, Winston Churchill, Joseph Stalin... Salonun ortasındaki kırmızı kadife örtülü yuvarlak masada oturmuş, Almanya'nın kaderini çiziyorlardı sanki! İşte üç lider 55 milyon insanın kanıyla sulanan Avrupa'da Almanların bir daha barışı tehdit etmesi için bölünmesine karar vermişlerdi. Doğrusu atmosfer etkileyiciydi. Aradan 68 yıl geçti. Köprülerin altından çok sular aktı. Ve Avrupa'da dengeler yeniden değişmeye başladı. Bir zamanların "kâbusu" faşist Almanya'nın yerini, kendine özgü demokrasi anlayışıyla başka bir Almanya doğdu. Ve Avrupa sahnesinde başrole oturdu.
ALMAN TARZI DEMOKRASİ!
"Kendine özgü bir demokrasi anlayışı" diyorum çünkü Türkiye, Yunanistan ve İtalya dahil birçok ülkede seçim kampanyaları izledim ama böylesine heyecansız hatta can sıkıcı bir seçim atmosferi yaşamadım. Berlin'de ne tepesindeki kocaman hoparlörden parti şarkıları çalarak sokak sokak dolaşan otobüslere rastladım ne de caddelerde uçuşan parti broşürlerine. Hatta meydanları süsleyen parti bayrakları bile yoktu. 61 milyon 800 bin Alman, yeni Federal Parlamento'nun 660 üyesiyle, yeni şansölyesini (başbakan) seçmek için sandığa gitmiyordu sanki. Hem de Avrupa'nın da geleceğini etkileyecek seçimlere! Liderlerin ve adayların da üslupları o kadar yumuşak ki... Ne birbirini "Hırsız" diye suçlayanları duydum. Ne de "Vatan haini" diyenleri! Hatta SDP adayı Steinbrück'ün Merkel'den "Bu kadın" diye söz etmesini bile siyasi nezakete uymadığı için yadırgayanlar var. Kısacası seçim atmosferi "En iyi laf çakanların düellosu" olmaktan çok uzak. Almanya'da "lider" demokrasisi olduğunu da söyleyemem. Federal Parlamento'ya belediyelerde siyaset yapmadan tırmanma şansı yok gibi! Yani liderin listesinden "Paraşütle parlamentoya girme" şansı da çok zayıf! Almanya'da seçim kampanyası "Fikir ve projelerin" düellosu gibi.
se çim sisteminin etkisi
Aslında bu atmosferinin temelinde ağırlıkla II. Dünya Savaşı'ndan faşizmi yasaklayıp demokrasiyi güçlendiren sistemin etkisi var. Ama Almanlar birleşmenin ardından nasıl ekonomilerini yeniden reformdan geçirdilerse köklü partileri de yeniden yapılandı. Hıristiyan Demokratlar'la (CDU) ve Sosyal Demokratlar (SPD) aralarındaki temel görüş ayrılıklarını son 10-15 yıl içinde giderek azaldı. Bu nedenle de sert ideolojik tartışmalar azaldı. Biraz da "uzlaşmayı" sağlayan karışık seçim sisteminde söz edeyim. Alman seçmen aynı gün iki oy birden veriyor. İlk oyunu hangi partiden olursa olsun "Tercih ettiği aday" için kullanıyor. Tercih oyuyla Federal Parlamento'nun neredeyse yarısı seçilmiş oluyor. Yüzde 5 baraj olan Almanya'da seçmen ikinci oyunu da seçtiği parti için kullanıyor. İkinci oyla da kalan yaklaşık 350-360 milletvekili seçiliyor. Sistem yıllardır sandıktan koalisyon çıkartıyor. Bu nedenle de partiler uzlaşmak zorunda kalıyorlar. Hatta o kadar ki 1983'te anti militarist ve çevreci politikalarla Alman Parlamentosu'na giren Yeşiller bile CDU ve SPD gibi giderek merkeze kaymaya başladı.
ŞANSI OLMAYANLAR...
Gelelim kampanyanın heyecansız geçmesinin üçüncü nedenine! 8 yıldır Almanya'yı yöneten Angela Merkel öylesine kurnaz bir siyasetçi ki ne zaman Sosyal Demokratlar ya da Yeşiller kamuoyunda destek gören bir politika açıklasa üstüne atlayıverdi. Muhaliflerinin kozlarını ellerinden aldı. Rüzgârı arkasına alıp popülaritesini arttırmayı başardı. 8 yıldır kavgadan kaçıp "Uzlaşmacı ve istikrarlı" lider imajı verdi. Konuşurken ve fotoğraflarında avuçlarını açıp parmaklarını birleştirerek "Konuşmaya hazırım" mesajı verdi. Böylece kavgasız siyaset atmosferi yaratmış oldu. Peki Alman siyaset sahnesinde Merkel'le kavgaya hazır marjinal partiler hiç mi yok derseniz. Olmaz olur mu? Eski komünistleri çatısı altında toplayan sol (Die Linke) Partisi de var; Hamburglu Neo-Nazi Christian Worch'un liderliğindeki ırkçı "Die Rechte" partisi de! Hatta eurodan çıkmayı savunan "Alternatif parti" (AFD) bile sahneye çıktı. Gerçi sol parti yüzde 10'lara ulaşan oyla parlamentoya girmeyi başarıyor ama diğerlerinin şimdilik hiç şansı yok.
TERAZİDEKİ İKİ BÜYÜK PARTİ
Kısacası siyaset terazisinin iki kefesine iki büyük parti var. Birinde "Zenginlerin Partisi" denilen Merkel'in Hırıstiyan Demokratları (CDU), diğerinde ise Avrupa siyasetine damga vuran sosyal demokratların SPD'si oturuyor. Alman seçim sistemi "tercihli" oya da dayandığı için iki büyük parti yine tek başına iktidar olamayacak. Sandıktan yine bir koalisyon çıkaracak. Ama nasıl bir koalisyon? Ve kim Avrupa'nın tarihi dönemecinde şansölye olacak? Krizi aşmak için kemerleri sıkan muhafazakâr Merkel mi? Yoksa yeni yatırımlarla işsizliği önlemek isteyen Steinbrück mü? Gerçi yüzde 30 oranındaki kararsızların hâlâ seçim sonuçlarını etkilemesi ihtimali var ama seçime beş kala ibre ağırlıkla Merkel'i gösteriyor gibi. Nedenini yarın anlatacağım.
BAVYERA'DA KRİTİK PROVA...
Almanya'nın en büyük eyaleti Bavyera'da bugün yapılacak eyalet seçimleri, gelecek pazarki genel seçimler öncesi adaylar için çok kritik bir sınav. 1957'den bu yana Bavyera eyaletinde iktidarı elinde tutan Hrıstiyan Sosyal Birlik'in (CSU) bu seçimden de galip çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor. Başbakan Angela Merkel liderliğindeki Hrıstiyan Demokrat Birlik'in (CDU) kardeş partisi olan CSU'nun eyaletteki seçim hedefi, yüzde 50'yi aşmak. 2008 eyalet seçimlerinde beklenmedik bir şekilde oy kaybederek liberal Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyona gitmek zorunda kalan parti yetkilileri bu sürprizi de "teknik bir kaza" olarak nitelendiriyor. (CSU) ve Merkel'in liderliğindeki CDU 1949'dan beri birlikte hareket ettiklerinden Federal Meclis'te ortak gruba sahip. Federal hükümette CDU/ CSU'nun koalisyon ortağı olan liberal FDP'nin durumu merakla bekleniyor. Son kamuoyu anketleri, Liberal FDP hezimet yaşarsa, bunun ülke genelinde seçmen tutumunu etkileyebileceği belirtiliyor.
Deutsche Welle Türkçe
YARIN
TAŞRALI MERKEL NASIL GÜÇLENDİ?