Medine döneminde inen Nur suresinin 64 ayeti bulunur. Bu sure adını 35. Ayetinde yer alan "Nur" kelimesinden alır. Bu nedenle 35. Ayeti "Nur ayeti" olarak da geçer. "Nur" kelimesinin anlamı "ışık" olarak karşımıza çıkar. Bu surenin değindiği başlıca konular; bireysel ve toplumsal yaşamla ilgili olan hükümler ve özellikle aile yaşamına dair temel kurallardır.
Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâhun, el mısbâhu fî zucâcetin, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâsi, vallâhu bi kulli şey'in alîm(alîmun).
Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.
Nur âyeti diye anılan bu âyetin açıklanması amacıyla tefsirlerde sayfalar dolusu açıklamalar kaleme alınmış, ayrıca kitaplar yazılmıştır. Bunlar arasında en meşhur olanı Gazzâlî'nin Mişkâtü'l-envâr'ıdır. Genellikle tefsirciler, nurun Allah olamayacağı ön kabulünden yola çıkarak burada mecaz yoluyla bir anlatımın söz konusu olduğunu ve te'vil edilmesi gerektiğini ileri sürerken Gazzâlî farklı bir tezle karşımıza çıkmakta ve özetle şöyle demektedir: Nur kelimesinin, idrak kabiliyeti ve mânevî olgunluğu farklı irfan derecelerine göre birden fazla hakiki mânası vardır. Sıradan insanlara göre nur zuhurdan ibarettir. "Görünmek, ortaya çıkmak" mânasındaki zuhur da izâfî bir kavramdır. Bu kesime göre en güçlü idrak aracı duyulardır, konuyla ilgili olarak da görme duyusudur. Buradan hareketle, güneş ve lamba gibi hem kendini hem başka şeyleri gösteren nesneye "nur" denilmiştir. Zuhurun iki ögesi vardır: Işık ve gören göz (görme duyusu). Görme duyusu olmazsa ışık görünmeyi (zuhur) sağlamaz; bu sebeple de yine hakikat mânasında görme duyusuna nur denilmiştir. Ancak görme duyusunun yedi kusuru vardır (Râzî'ye göre ise yirmi kusuru vardır; XXIII, 225). "Yetişkin insanı çocuktan, akıl hastasından ve hayvandan ayıran güç ve özellik" mânasındaki akıl ise bu kusurları taşımamaktadır; şu halde akla hakiki mânada nur demek daha uygundur. Aklın "idrak" (görme, zuhur) alanına giren şeyler (ma'kulât), zarurî ve nazarî olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi için aklın işletilmesi gerekmez. Bir sözün hem doğru hem yalan, bir şeyin aynı zaman ve mekânda hem var hem yok olamayacağı, bunları tasavvur eden akıl nezdinde derhal ortaya çıkar. Nazarî alana gelince burada aklın işletilmesine ihtiyaç vardır. Onu uyaran, harekete geçiren âmillerden biri düşünürlerin (hukemâ) sözleridir, hikmetleridir. Hikmetin en büyüğü Allah kelâmıdır, Kur'an'dır. Göz nuru için güneş ne ise akıl nuru için de Kur'an odur. Bu bakımdan Kur'an nurdur (Nisâ 4/174; Râzî'ye göre nazarî alanda akıl sık sık yanılgıya düşer, bu sebeple bir yol göstericiye, onun deyişi ile mürşide ihtiyacı vardır, bu mürşid de Kur'an'dır; XXIII, 228). Madde (şehâdet) âleminden başka bir de madde ötesi (melekût) âlemi vardır. Bu âlemde bulunan şeylerin madde âleminde misalleri mevcuttur, Kur'an açıklamalarında bu misalleri kullanır. Kendini ve başkasını görene nur denildiğine göre, bunlara ek olarak başkalarını gösterene, açığa çıkmayı, bilinmeyi sağlayana bu isim evleviyetle verilir. Bu özellik Hz. Peygamber'de mevcuttur; işte bu sebepledir ki kendisine aydınlatıcı ışık (sirâc) denilmiştir (Ahzâb 33/46). Nurun madde ve melekût âlemlerinde, son noktadan başa ve kaynağa doğru bir sıralanışı vardır, kaynağa yükseldikçe nur kavramının hakikatine yaklaşılır. Bu sıralama sonsuza doğru devam etmez; öyle bir kaynağa ulaşır ki, O kendinden ve kendisi ile nurdur, O'nun nuru başka bir kaynaktan gelmez, aksine sıra ile bütün nurlar O'ndandır. İşte hakikat mânasıyla nur O'dur ve –bu mâna göz önüne alındığında– başka şeylere nur ismi mecazen verilmiş sayılır. Nur son tahlilde görünme ve gösterme mânasına geldiğine göre varlık nurdur, yokluk ise zulmettir (karanlık); çünkü yok olanın zuhuru (görünmesi) mümkün değildir. Varlığı ezelî, ebedî, kendi sebebiyle ve kendinden olan tek varlık Allah'tır; diğerlerinin varlığı O'na bağlıdır, O'ndandır. Şu halde varlık mânasında hakiki nur da Allah'tır. Mi'raclarını zirveye ulaştırmış bulunan kâmiller, varlık âleminde O'ndan başkasının olmadığını, O'nun zatından başka her şeyin yok (helâk) olduğunu müşahede etmektedirler (a.g.e., s. 4-16).
Râzî, âyette geçen nurdan maksadın Allah olamayacağını kendine göre delillerle ortaya koyduktan sonra te'vil etmenin kaçınılmaz olduğu sonucuna varmış, baştan beri yapılmış te'villeri sıralamış, maksat Allah'ın "hidayete kavuşturucu, yönetici, düzenleyici, –nûr kelimesinin 'nevvere' diye okunuşuna dayalı olarak– aydınlatıcı olmasıdır" şeklindeki yorumları aktardıktan sonra birincisini tercih etmiş, kastedilen mâna "Allah'ın ilim ve amele hidayetidir, yönlendirmesidir, kavuşturmasıdır" demiştir (XXIII, 224). Râzî bu girişi yaptıktan sonra hakkında saygılı bir dil kullandığı Gazzâlî'nin risâlesini, bizim yaptığımızdan daha uzun olarak özetlemiş, sonunda şöyle bir değerlendirme yapmıştır: "Üstat Gazzâlî merhumdan naklettiğimiz sözler güzel olmakla beraber incelendiği zaman şu sonuca ulaşır: Allah'ın nur olmasından maksat, O'nun kâinatın ve idrak güçlerinin yaratıcısı olmasıdır. Biz de nurdan maksat, O'nun, göklerde ve yerde var olan şuurlu varlıklara yol göstermesidir; nur irşad ve hidayet edendir' derken aynı şeyi kastediyoruz. Onun söyledikleri ile bizim tefsircilerden naklettiklerimiz arasında bir tutarsızlık yoktur" (XXIII, 230).
Benzetmede bir benzeyen bir de kendisine benzetilen vardır. Burada kendisine benzetilen bellidir: "Kandillikte bulunan ve karanlığı aydınlatan lamba, ışık, kandil." Buna benzeyen Allah'ın nurundan maksat nedir? Bu soruya, Kur'an'da ve hadiste nelere nur denildiği soru ve tartışmasına dayalı olarak çeşitli cevaplar verilmiştir: 1. Allah'ın hidayetidir, bundan da maksat, kâinattaki deliller ve Kur'an'daki apaçık âyetlerdir. Hidayetin güneşe değil de kandillikteki kandile benzetilmesinin sebebi de, karanlık içinde aydınlığın daha göze çarpar oluşudur. Güneş doğunca her şey, her taraf aydınlanır, aydınlığı karanlıktan ayıracak zıtlık kalmaz. Halbuki karanlık bir odaya lamba gelince, ışığının ulaştığı sınıra kadar karanlığı yok eder ve sınırın ötesiyle berisi arasındaki fark açıkça algılanır. İnsanların zihinlerini örten şüpheler karanlıklara benzer, ilâhî hidayet ise bunları aydınlatan, yok eden ışık gibidir. 2. Apaçık âyetlerden, şüpheleri gideren, insanı aydınlatan açıklamalardan oluşan Kur'an'dır. 3. Peygamber'dir. Bu ikisini, hidayetle bir saymak da mümkündür; çünkü Kur'an ve Peygamber, ilâhî hidayetin araçlarıdır. 4. Müminin kafa ve kalbindeki Allah ve din bilgisidir (Râzî, XXIII, 231-232). 5. Gazzâlî'ye göre maksat "his, hayal, akıl, fikir güçleri ile kutsal güç"ten oluşan beş idrak gücüdür. Varlıkların tamamı bu beş güç sayesinde idrak edildiği, açıklandığı ve açığa çıktığı için bunlara nur demek ve âyette geçen beş nesneye benzetmek uygundur, yerinde bir benzetmedir. Duyular göz, kulak, burun gibi deliklere yerleştirilmiştir; şu halde his gücü kandilliğe, duvardaki lamba oyuğuna benzer. Hayal edilen eşyada hacim, şekil gibi cisim özellikleri vardır; ancak hayal gücü bunları cisimden tecrit eder, şeffaflaştırır, korur ve akla sunar. Lamba camı da cisimdir, fakat şeffaf olduğu için ışığı engellemez, rüzgâra karşı da korur. Küllî mahiyetleri ve ilâhî bilgileri idrak etme kabiliyetinde olan akıl, ortalığı aydınlatan, karanlıkları gideren lambaya benzer. Fikir gücü, akla sunulan malzemeyi (mahiyeti) tahlil ve terkip ederek (analiz ve sentez yaparak) sonuçlar çıkarır, bilgi ve hüküm üretir; bu özelliği ile fikir gücü meyve ağacına benzer. Fikir gücünün meyvesi bilgidir, aydınlıktır, zeytin ağacının meyvesinin özü de aydınlatmada kullanılan zeytin yağıdır; bu sebeple benzetme için en uygun ağaç zeytin ağacıdır. Kutsal güç (kuvve-i kudsiyye) peygamberlere mahsus bilgilenme gücüdür. Bu güç, fikir ve akıl gücünden farklı olarak aşağıdan (his, hayal, akıl) gelen bilgi unsurlarına ve öğrenmeye muhtaç değildir. Onun ışığının kaynağı Allah'tır, vahiydir. O, maddî ışık (enerji) kaynağı olmadan da ışıtmaya devam eder (Mişkâtü'l-envâr, 23-37; krş. Râzî, XXIII, 233 vd.). Nuru, İbn Sînâ gibi akıl mertebeleri, bazı tasavvufçular gibi "göğüs, kalp, mârifet, ilham ve melekût âlemi" olarak yorumlayanlar da olmuştur.
Bize göre bu yorumlar içinden ikisi daha tutarlı görünmektedir:
1. Kur'an ve Peygamber'i de ihtiva eden ilâhî hidayet. 34. âyette Allah'ın apaçık âyetlerinden söz edildikten sonra bu benzetmenin yapılmış olması da yorumu desteklemektedir. 2. Allah'ın varlığı. Çünkü O'nun varlığı zorunludur, ezelî ve ebedîdir, her şey O'na râcidir, her şeyi dilediği an var eden de yok eden de O'dur. O olmasaydı yaratılmışlar olmazdı, O'nun her an yaratması olmasaydı hiçbir şeyin iğreti varlığı devam ve zuhur etmezdi.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 79-83