Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 15. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını oy birliğiyle bozdu. Dairenin kararında, dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerektiği vurgulandı.
Hilenin nitelikli bir yalan olduğu belirtilen kararda, ''Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır'' denildi. Kararda, hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığının olaysal olarak değerlendirilmesi, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin niteliklerinin ayrı ayrı nazara alınması gerektiği kaydedildi.
Dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesinin, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak TCK'nın 158/1-a maddesinde düzenlendiği ifade edilen kararda, şu tespitler yapıldı:
''Madde gerekçesine göre, burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Din, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber ve Allah kavramını da genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütünüdür. Dini inanç, dine inanan, belirli bir dine mensup kişinin duygularıdır. Bir insanın dini inanç ve duygularıyla doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı ilişki bulunmaktadır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için, dini kurallara bağlı olanların, önem verdiği değerleri, dini inanç ve duygular altında aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalı, bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır.''
Kararda, somut olayda, katılanların anlatımlarına göre, sanığın aile fotoğraflarına bakarak, bu kişinin ailesinde intihar olabileceği, çocuğunun yanarak öleceği, doğacak çocuklarının öleceği gibi iddialarla fotoğraftaki kişinin kendisi veya yakınlarının başlarına kötü işler geleceğini belirttiği kaydedildi.
Eşiyle aralarında geçimsizlik olan kişilere de bu sorunu halledeceğini söyleyen sanığın, altın ve para istediği, bazı katılanlardan idrar örneği aldığı, verilen altın ve paraları kavanoza koyduğu, kavanozu yataklarının baş ucuna koymalarını, kavanozun açılmamasını, açılması halinde cinlerin çarpacağını, kötü şeyler olabileceğini, belirli aralıklarla gelip kavanoza okuyup üfleyeceğini söylediği ifade edildi.
Başvuranların, kavanozlara daha sonra baktıklarında içindeki altın ve paraların yerinde olmadığını gördüklerini söyledikleri aktarılan kararda, sanığın katılanlara muska vererek takmalarını istediği, olaydan şüphelenen katılanların muskaları açtıklarında, muskaların içinde fotokopi kağıt ve belgeler ile alışveriş fişlerinin çıktığını söyledikleri belirtildi.
Sanığın ayrıca, katılanlardan cinlere yedirmek için veya hasta yakınını iyileştirmek için kurbanlık koyun istediğinin belirtildiği ifade edildi. Kararda, katılanlar tarafından, sorunlarına çözüm bulunması ve bahsedilen felaketlerden korunması için para, kurbanlık koyun, bilezik, altın, set takımı gibi değerli eşyaların sanığa verildiği, böylece sanığın hileli hareketlerle katılanlara yönelik haksız menfaat temin ettiğinin iddia edildiği olaylarda, sanığa yüklenen eylemin TCK 158/1-a maddesinde düzenlenen, kişilerin dini inanç ve duygularının istismar suretiyle dolandırıcılık suçu kapsamında kaldığı gözetilmeksizin hüküm kurulmasının bozmayı gerektirdiği vurgulandı.