İstihbarat dünyası, doğası gereği gizemli olduğu için her daim ilgi çekicidir. Bu ilgi edebiyattan sinemaya, tarihten politikaya sirayet de eder. Hele hele istihbarat örgütlerinin tarihi değiştiren birçok operasyonu, yıllar sonra açığa çıkınca gizem kendini büyük bir şaşkınlığa da bırakır. Türkiye'nin kara kutusu sayılan Milli İstihbarat Teşkilatı, kısaca MİT de böyle bir kurum aslında. Birçoğumuz için kapalı bir kutu... Gazeteci ve istihbarat dünyasını yakından takip eden yazarımız Ferhat Ünlü, Sahi Kitap'tan çıkan MİT Efsanesi: İstihbaratın Gayriresmi Tarihi kitabında bu kutunun kapağını açıyor. İçinde neler neler yok ki? Ünlü'nün 'teşkitat'tan birçok isimle yıllar içinde yaptığı görüşmeler kitabın temel dayanağı. Terör örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'a yapılan başarısız suikastlardan devlet içindeki çekişmelere, MİT'in şehitlerinden kahramanlarına ihanet edenlerine, terör örgütleriyle mücadeleden devlet içinde FETÖ'yü temizlemek için verdiği çabaya birçok şey var kitapta. Ferhat Ünlü ile buluştuk ve MİT'in derin koridorlarında dolaştık.
- Kitapta, 90'lı yıllarda MİT'in Abdullah Öcalan'a ilişkin iki başarısız suikast girişimi ayrıntılarıyla anlatılıyor. İlki kamuoyuna kısaca yansımıştı. Ama ikincisini bilmiyorduk. Sizce neden başarısız oldu bu girişimler?
- O yıllarda terör örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'a yönelik iki büyük suikast girişimi var MİT'in. 6 Mayıs 1996'da Şam'da gerçekleşen Mercedes Operasyonu adlı ilk suikast girişimi (Öcalan Mercedes'le seyahat ettiği için operasyona bu isim verilmişti) o dönemde medyaya yansımıştı. Ancak bu suikastın da bilinmeyenlerini, bilgi ve belgelere dayanarak ilk kez yazan ben oldum. Diğer operasyonun adı Yıldırım Operasyonu, bu operasyonu da kamuoyuna duyuran benim. Operasyonlar için tamamen başarısız oldular diyemeyiz ama teknik olarak sonuca ulaşmamış operasyonlar. 1996'daki suikastın yarattığı 'kelebek etkisi'yle Öcalan, Suriye'den çıkmak zorunda kaldı. Arada yalnızca iki yıl var. Ama bugün MİT, bu tür operasyonları sonuç alıcı biçimde, profesyonelce yapabiliyor. O dönemde dışarıdan sivil görevliler kullanılıyordu, artık öyle değil. 1996 yılındaki bu suikastlardan sonuç alınamamasının sebeplerinden biri, hatta birincisi hem kurumlar arası, Genelkurmay ve MİT arası, hem de kurum içi çekişmelerdir. Kurumlar arası ya da daha doğrusu klikler arası rekabetin yoğunlaştığı dönemlerde bu tür zor operasyonlardan sonuç almak güçtür. 1990'lardaki operasyonların zorunlu sonucu 'başarısızlık' idi. Ama bugün başka bir tablo ile karşı karşıyayız.
- 90'lı yıllar, MİT için de karışık bir dönemmiş. MİT o dönem nasıl bir kaosun içerisinde. Ve bu kaostan nasıl çıkıyor?
- Devletlerin içinde bulundukları zorlu dönemler, devletin sinir sistemini oluşturan kurumları etkiler, en çok. MİT, bu kurumların başında geliyor. Terörle mücadelede 1980'lerden beri istenen, ancak alınamayan sonuçlar, 1990'lı yıllarda devleti ve MİT'i; hızlı, zaman zaman aceleci girişimlere yönlendirdi. 1990'lı yıllarda MİT'in kendi içindeki durumunu kaostan ziyade dönüşüm sancısı olarak görebiliriz. Soğuk Savaş bitmiş, NATO'dan 'ithal istihbarat' ile yetinmenin yetersiz olduğunu keşfetmiş istihbaratçılar. Tarihsel olarak yeni paradigmalar kuruluyor, bölgesel güçler öne çıkma arifesinde, ama çoğu kimse ne olup bittiğinin farkında değil. Böyle bir atmosfer düşünün. Türkiye, istihbari bağımsızlığının ilk örneklerini, Suriye ve Irak'ta sergiledi aslında o dönemde. Ama bütün cesametiyle ABD devletinin bölgemizde ve ülkemizde hegemonyası söz konusuydu. Ordu, devlet üzerinde etkindi, ABD de ordu üzerinde söz sahibiydi. Bu yüzden dönüşüm sancısı diyorum. Bu süreçten nasıl çıkıldı. 2007 yılında Emre Taner'in müsteşarlığı döneminde MİT'in hazırladığı bir rapor, artık kurumun 2010'lu yıllara hazır olduğunu gösteren pek çok karine içeriyordu. Dolayısıyla 2007'yi bu dönemden çıkış için milat kabul edebiliriz. Ama yeni sistemin oturması, 2010 sonrasında Hakan Fidan'ın müsteşarlığa döneminde oldu.
- Ergenekon Operasyonları için "ABD derin devletinin Paralel Devleti kullanarak Türkiye'ye karşı yürüttüğü bir operasyondur" yazıyorsunuz. Bu gerçek tam olarak algılandı mı?
- Orada şöyle bir paradoks var: Eski devlet, yani 1980'lerin, 90'ların devleti kendisine karşı bir kumpas kurulduğunun farkında ama bunu hakkıyla anlamlandırıp, anlatamıyor ve buna karşı gerekli kontr-propaganda faaliyetleri yürütemiyor. Eski devlet sistemi, NATO'nun Türkiye'nin içine yıllarca ektiği sistemin kendisi olduğu için buna karşı mücadele edebilecek güce haiz değil. Yüzde yüz her şeyimizle NATO'ya bağımlıydık anlamında söylemiyorum, ama bağımsız politikalar geliştirecek inisiyatiften de yoksunduk, hakikat bu. Eski gladyo, mirasını yeni gladyoya, yani FETÖ'ye devrediyor. Eee, FETÖ'nün de zaten stratejisi belli. Devlet ne kadar zaafa uğrarsa uğrasın örgütümüz var olsun anlayışıyla devlet sisteminde büyük tahribat yarattılar. Bu yüzden kitapta 2007, aynı zamanda 'istihbaratta şeytanın yılıdır' diyorum. Sonuç olarak ABD derin devletinin Türkiye'ye yönelik o dönemdeki operasyonları kamuoyu tarafından gerektiği gibi anlaşılıp, kavranmasa da devlet, milli devlet her şeyin farkındaydı ve 2012'den itibaren gerekli tedbirleri aldı.
- FETÖ'nün devletten tasfiyesinde MİT büyük rol oynadı. Bu süreç MİT açısından ne kadar zorlu geçti sizce?
- Evet, en önemli noktalardan biri bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi önderliği ile FETÖ'nün devletten tasfiyesinde MİT üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. FETÖ; MİT'i öteden beri, ama daha çok 2005'ten itibaren ele geçirilmesi gereken bir kale olarak gördü. 2005 ve 2010'da kısmi girişler oluyor MİT'e. Bir örnek Basri Aktepe mesela. Sonra hemen gereken tedbirler alınıyor. Mukayeseli bakıldığında emniyet, yargı ve TSK'yı baz alırsak FETÖ'nün en az sızabildiği kurum MİT'tir. Size 2013'deki durumu şöyle özetleyeyim: Yıllardır tanıdığım, güvendiğim bir muvazzaf istihbarat yetkilisi şöyle demişti: "Her tarafa sızdılar, ama devlet olarak bu işin üstesinden geleceğiz." Dediği gibi de oldu, ama o süreçte ödenen bedeller küçük bedeller değil. MİT'in spesifik olarak 7 Şubat 2012, 17-25 Aralık 2013, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve sonrasındaki kritik tavrı FETÖ'nün devletten tasfiyesine büyük katkı sağladı. ByLock gibi elektronik istihbarat operasyonları FETÖ'ye darbe vurulmasında çok etkili olmuştur.
ADİL ÖKSÜZ YA ALMANYA YA ABD TARAFINDAN KORUNUYOR
- Söz FETÖ'den açılmışken Adil Öksüz'e ne oldu? 15 Temmuz darbe girişiminin kilit noktasında ve yakalanamadı?
- Yakalanamadığı için örgütün elinde, son derece güvenli bir ortamda tutulduğunu varsaymak gerekir. Yurtdışında, muhtemelen Almanya veya ABD'de FETÖ ve ilgili ülkenin gizli servisi tarafından çok sıkı korunduğunu düşünüyorum. Yaşıyorsa bundan başka seçenek görünmüyor. Eğer yaşamıyorsa da, yani konuşmasın diye örgüt tarafından ortadan kaldırıldıysa da, buna yüzde 10'luk bir ihtimal veririm. Bu düşük ihtimal söz konusu ise Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım olayının farklı bağlamda bir benzeriyle karşı karşıyayız demektir.
DERİN DEVLETİ YENİDEN TANIMLAMALIYIZ
- Derin devlet ile MİT ne kadar aynı ne kadar farklı. Çünkü bizde derin devlet tanımı tamamen negatif bir algıya dönüşmüş durumda. Özellikle 90 ve öncesinde bir olay olduğu zaman hep derin devletle ilişkilendirilirdi. Ve ihale de MİT'e kalırdı. Bugün için bu algı ne durumda sizce?
- Ya bu derin devlet retoriğini de güncellemenin zamanı geldi artık. Derinlik kötü değildir. Devlet de kötü imajı olan bir kavram değil ,olmamalı da zaten. 80'lerin, 90'ların havasının oluşturduğu derin devlet kavramını update etmek lazım. Derin devlet, kendi milletinin hilafına çalışmak için ortaya çıkmaz, ama herkes ya da her grup kendi çıkarın ı öncelemeye başlarsa orada derin devlet, milletin tümel çıkarlarının aksine bir çizgiye gelmiş olu.r Bunlar yaşandı zamanında ve bitti. Geçmişten ders alıp bugünleri doğru kurmak elzem. 27 yıldır istihbarat yazıp çiziyorum, devlet mefhumuna yönelik sinsi muhalefetlerle de bu algılar oluştu. Kavramları yeniden oturtmak lazım. Bana göre derin devlet, artık kötü bir şey olmaktan çıkmalı. Devleti bir beden gibi düşünürsek istihbarata en çok yakışan hafıza fonksiyonudur ve siyasi iradenin öncülüğünde karar alıcı beyin mekanizması gibi düşünülebilir istihbarat. Hafıza ne kadar derinse devlet de o derinlikte var olur. Kitap da, derin devlet kavramının anlamının yeniden oturtulmasını da hedefliyor.
TEŞKİLAT'A GÖRE KOZİNOĞLU ÖLDÜRÜLMEDİ
- Kaşif Kozinoğlu'nun öldürülmediğini yazmışsınız kitapta. Ama genel olarak FETÖ'nün nasırına bastığı için suikastla öldürüldüğü kanaati hâkim kamuoyunda.
- İşte komplo ile efsanenin karıştığı yer, tam da böyle noktalar. Kitapta kadim dönemlerin mitlerinin, yani efsanelerin bugün komplo şeklinde tezahür ettiğini ayrıntılarıyla anlatıyorum. Kâşif Kozinoğlu ismini Türkiye kamuoyuna ilk kez duyuran gazeteci benim. 2001 yılında yazdım, CIA'e, Usame bin Ladin'i yakalayacak adam diye lanse edilmişti o dönemdeki MİT yönetimi tarafından. Böyle bir kapasitesi vardı evet. FETÖ'nün Kozinoğlu'nu hedef seçmesinde de şaşılacak bir şey yok. İçlerinde bazı küçük maddi hatalar olsa da FETÖ'nün gerçek yüzünü anlatan önemli raporları var Kozinoğlu'nun. Bu yüzden cezaevine attılar. Ama ben Teşkilat'taki çalışma arkadaşlarıyla konuştum. Bir suikast olsaydı, kripto bir suikast, bu açığa çıkardı. Cezaevi koşulları sağlığını bozdu. Hayatta ruh ve beden sağlığı arasında doğrudan ilişki, harmoni vardır. Ruhta tahribat yaratacak bir kumpas, insanı bedensel sağlığından da edebilir. Bu zaten başlı başına bir komplo. Ekstradan komplo aramaya gerek yok.