Anonim halk edebiyatı ürünlerinden birisi olan masal, ağızdan ağıza aktarılan ve içerisinde olağanüstü şahıslara yer veren bir anlatı türüdür. Yer ve zamanın daima belirsiz olduğu masallar geçmişten günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Hikâye ya da öykü ise gerçeğe daha yakın olaylara yer vermektedir. Masal oku denildiğinde akla ilk gelen pek çok masal bulunur. Masal, hikâye ve öykü örneklerine bu başlık altında yer verdik. Öykü, hikâye ve masal oku, dinle seçenekleri için ayrıntıları inceleyebilirsiniz. İşte en güzel, kısa, uzun masallar, hikayeler ve öyküler…
MASAL NEDİR?
Esas itibariyle anonim halk edebiyatı ürünlerinden birisi olan bir anlatı türüdür. Masallar ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. İçeriğinde yer alan olaylarda cin, peri, deve gibi olağanüstü şahıslara yer verilmektedir. Masallarda yer ve zaman öğesi ise daima belirsiz kalır. Masalı hikâye ve öyküden ayıran en önemli özellik de olaylarda yer alan olağanüstü şahıslardır.
Masalların özellikleri şöyle;
HİKÂYE (ÖYKÜ) NEDİR?
Hikâyenin bir diğer adı da öyküdür. Masallara göre hikâyelerde daha gerçekçi olaylara yer verilmektedir. Kısa ve yalın bir olay örgüsüne sahip olmakla birlikte içeriğinde yer alan karakterler de az sayıdadır. Bu yönüyle de romandan kolaylıkla ayırt edilebilir.
MASAL OKU: EN GÜZEL MASALLAR
KIYMETLİ TUZ MASALI
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pire berber iken,deve tellal iken,ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.Tıngır elek, tıngır felek demişler,bu masalı şöyle anlatmışlar.Bir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış.
Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş. En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar,küçük kızı da tuz kadar severim demiş.
Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş. Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş.
Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma demiş. Cellat, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş.
Küçük kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla evlenmiş.
Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş. Kocası da olur demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete çağrılmış.
Kızın padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş.
O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini eklemiş.
Padişah yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış. Onlar ermiş muradına,biz çıkalım kerevetine.
TEMBEL KIZ MASALI
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, el bebek gül bebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberiyle yapıyormuş.
Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş. Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak demiş. Tembel Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile kalkmamış.
Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş. Tembel Kıza, hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek demiş. Tembel Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını vermiş.
Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş, tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları... Gelmiş, Tembel Kız'ın yanına. Bak hanımcığım demiş, ekmeği aldım Allah razı olsun.
Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü şöyle söylemiş;Senin gaga benim torba içinde,Benim çarık senin çorba içinde,Sen yat kaba yatak yorgan içinde,Ben yiyecem gagayı orman içinde.
Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? Demiş. Karısı olan biteni anlatmış, bak bana bir de türkü söyledi, sana deyiverem demiş, türküyü söylemiş.
O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra Tembel Kız, tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
ÖKSÜZ KIZ MASALI
Bir varmış bir yokmuş, bir baba, bir anne bir de kızları varmış. Bir gün anne ölmüş, yerine analık gelmiş. Her gün bir kızı yazıya göndermiş. Eline de bir dilim arpa ekmeği verirmiş. Çocuk ağlaya ağlaya gidermiş, ne arpa ekmeğini yiyebilirmiş ne de yutabilirmiş. Bir gün yazıya götürdüğü inek dile geliyor, diyor ki:
"O ekmeği getir ben yiyeyim. Sen gel benim kulağıma gir, orada güzel yemekler var, onları ye."
O günden sonra, kız arpa ekmeğini ineğe veriyor, kendiside ineğin kulağına girip güzel yemekler yiyor. Bu analığında bir kızı oluyor. Analık bakıyor, üvey kızı günden güne şişmanlıyor, güzelleşiyor, kendi kızına yumurtalar içirtip tereyağlar yedirdiği halde üvey kızı gibi olmuyor. Bunun için bir gün de kendi kızını yazıya gönderiyor. Ona da bir dilim arpa ekmeği veriyor. Üvey kızı evde alıkoyuyor. Kız gidiyor, yazıya, acıkıyor. Arpa ekmeğini yiyor, emmek boğazında kalıyor, gözleri yaşarıyor. Analığın üvey kıza neler ettiğini bildiği için inek hiç sesini çıkartmıyor. Kız eve geliyor, diyor ki:
"Anne anne, beni daha gönderme, ben o ekmeği yiyemiyorum. Gene o kızı gönder, ben az kalsın ölüyordum."
Ertesi gün analık üvey kıza biraz pamukla bir iğ veriyor, diyor ki:
"Bugün bunu eğir, makara ipliği gibi yap."
Kız alıp geliyor, pamukla iğe bakıp ağlıyor, inek soruyor:
"O ne, neden ağlıyorsun?"
"Analığım dedi ki, bunu makara ipliği gibi eğir."
"Getir o pamuğu, ben yiyeyim, sen de yanımda otur sar."
Kız pamuğu ineğe veriyor, inek pamuğu yutuyor. Kulağından incecik makara ipliği gibi çıkartıyor. Kız da sarıyor. İpliği eve götürüyor, bu kız artık hepsinin diline düşüyor, Bu kız böyle güzel ip eğiriyor diye. Analık kızına diyor ki:
"Bak kızım, o nasıl herkesin gözüne giriyor, bugün de sen al pamuğu götür eğir."
Kız pamuğu alıp gidiyor, kalın kalın eğiriyor. Tabi hiç pamuk iğde eğirilir mi? Eve geliyor, annesine diyor ki:
"Anne ben eğiremedim?"
"Sen yapamamışsın, bak o kız inek otarıyor, hem şişmanlıyor, hem de pamuk eğiriyor." Analık inekten şüpheleniyor, kocasına diyor ki:
"Bu ineği keselim."
"Nasıl keselim, biz onun sütünü içiyoruz, yoğurdunu yağını yiyoruz."
"Yok keseceksin."
Kadın sonunda kocasını kandırıyor. İneği kesmeğe karar veriyorlar. Bu öksüz kız gidip ineğin yanına oturuyor, ağlıyor. İnek soruyor. "Neden ağlıyorsun."
"Seni kesecekler, ben ne yapacağım?"
"Beni kestikleri zaman, ben etimi onlara haram edeceğim, onlar yiyemeyecekler, onlara acı gelecek. Sana da şeker gibi gelecek, sen ye. Kemiklerimi de bir beyaz patiskaya sar, benim yemliğimin altına koy."
İneği getirip kesiyorlar, eti bunlara acı geliyor, yiyemiyorlar. Kıza etler şeker gibi geliyor, o yiyor. Kemikleri toplayıp beyaz patiskaya sarıyor, yemliğin altına gömüyor. Aradan bir iki ay geçiyor. Bir padişah evleniyormuş, bunlar da davetiye kâğıdı geliyor. Analık kendi kızını beziyor, düğüne gitmeden evvel üvey kızına da diyor ki:
"Bu kazanın içini biz gelene kadar gözyaşı ile dolduracaksın."
"Ben bunu nasıl gözyaşıyla doldurayım?"
"Dolduracaksın işte."
Bir teneke buğdayla bir teneke mercimeği karıştırıyor, kıza diyor ki:
"Bunları tek tek ayıracaksın. Biz iki güne kadar geleceğiz, sen hem bunları ayıkla, hem de kazanı göz yaşınla doldur."
Onlar gidiyorlar, bu kız da oturup ağlıyor. Ne kadar ağlasın ki kazan dolsun. O taraftan da bir tuzcu geçiyormuş, ağlama sesini duyunca, soruyor:
"Ne ağlıyorsun kızım?"
"Analığım dedi ki, sen bunu gözyaşınla dolduracaksın."
"Al kızım, al bir ölçek tuz iki teneke de su koy, işte sana göz yaşı. Göz yaşı da tuzlu."
Neyse gözyaşı oluyor, oturuyor mercimeklerle buğdayları ayıklıyor. Kapıdan kalbur satan gurbetler geçiyor, bundan ekmek istiyorlar, bu da veriyor, diyor ki:
"Analığım bunları ayıkla dedi, ayıkladım ama bitmiyor."
"Getir sana eliyelim."
Eliyor hep buğdaylar altına iniyor, mercimekler üste kalıyor, kızın aklına ineğin kemikleri geliyor. Yemliğe gidip kemiklere bakıyor, orada altın işlemeli elbiseler, atlar, ne arasan var. Kız hemen giyinip ata biniyor doğru düğüne gidiyor. Orada bakıyor analığı ile bacısı ayakkabılığın içinde oturuyorlar. Bu gidince herkes bunu padişahın kızı zannediyor, bunu karşılayıp oturtuyorlar. Biraz oturuyor, bakıyor analığı ile bacısının dönme zamanı hemen onlardan önce kalkıyor. Yolda gelirken aceleden ayakkabısı çeşmeye düşüyor. Bu eve geliyor, üstündekileri çıkarıp saklıyor. Analığı da eve geliyor, bu soruyor:
"Nasıl abla düğün keyifli miydi?"
"Ya çok keyifliydi hele görseydin bir de padişahın kızı geldi, karşıladılar, o kadar kıymet verdiler ki, düğün çok güzeldi, o kız da çok güzeldi."
Analık kendi üveyi olduğunu bilmiyor. Padişahın oğlu atını çeşmeye götürüyor, orada kızın ayakkabısını buluyor. Diyor ki:
"Bu ayakkabı kimin ayağına olursa ben onu alacağım."
Her tarafı gezdiriyorlar, kiminin ayağına küçük geliyor, kiminin ayağına büyük geliyor. O kızın ayağına tam geliyor. Analığı az kalıyor patlaya. Düğün yapıyorlar, kızı bindirip götürüyorlar. Yiyor içiyor, muradına geçiyor.
KORKAK ADAM VE DEVLER HİKAYESİ
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellâl iken, pire berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir adam varmış. Bu adam o kadar korkakmış ki ayakyoluna dahi karısı götürürmüş. Bir gün akşam bu adam yine sıkışmış ve karısına yalvarmış yakarmış adamın bu hali kadının canına tak demiş. Nihayet kadın adamı ayakyoluna götürmüş ve adamı içeriye kapatmış, kapıyı da kilitlemiş gitmiş, adam da tabii ayakyolunda kalmış. Adam, yalvarmalarının para etmeyeceğini anlayınca, oradaki bir pencereden dışarıya çıkmayı becermiş. Fakat eve gidemeyeceği için başka bir yere gitmiş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş ve nihayet büyük bir saraya varmış. Sarayın kapısını açıp içeriye girmiş. Bir de ne görsün? Büyük bir oda, ortada kırk tane kazan kaynıyor ve etrafında da kırk tane dev sohbet ediyor. Bunun geldiğini gören devler hayret etmişler ve devlerin en büyüğü, herkes bizim izimizi, tozumuzu görünce kaçar. Sen nasıl korkmadan bizim evimize girebildin, demiş. Adam da demiş ki: Hay yavrularım senelerdir sizi arıyorum ve nihayet çok şükür bulabildim. Çünkü ben sizin dedenizim, siz bu halime bakmayın, artık ihtiyarladım. Geçmiş, baş köşeye oturmuş. Devler de inanarak dedelerine hoş geldin demişler. Adam artık orada yerleşmiş kalmış. Bir gün yatmaya gittiğinde devler toplanarak dedemiz artık gitmiyecek gelin biz gece yarısı gidip onu baltalarımızla öldürelim, demişler. Bunu da bizimki duymuş ve onların haberi yokken yatağının içine koca bir kütük koymuş, başlığını da kütüğe giydirmiş ve kendisi de yüklüğün içine saklanmış. Gece yarısı olmuş, devler gelmişler, karanlıkta kütüğe dedelerine vuruyoruz zannıyla vurmaya başlamışlar ve iyice yorulunca artık ölmüştür diye odalarına çekilmişler. Onlar gidince adam hemen yerinden çıkmış, odun gamgalarını, bütün küllükleri toplamış ve dışarıya bir yere atmış, sonra gelmiş yerine yatmış. Sabah da her zamanki gibi kalkmış ve bu gece beni pireler de bir türlü uyutmadı, demiş. Devler onun bu sözlerini duyup ölmediğini görünce, müthiş korkmaya başlamışlar. Yine bir gün yatmaya gidince devler toplanmışlar. "Yarın bir yarış tertip edelim, bu bir yürüme yarışı olsun, kim yürürken daha çok toz çıkarırsa ona bir çuval altın verelim. Eğer dedemiz kazanmazsa buradan gitsin" demişler. Bunu da duymuş ve onlar görmeden, giyeceği kendi çizmelerine toz doldurmuş. Ertesi gün devlerin en büyüğü dedelerine yarış yapılacağını söylemiş ve yarış başlamış. Devler hem hızlı yürüyor hem de toz çıkarıyorlarmış, dedeleri ise çizmelerine toz doldurduğu için onlardan daha çok toz çıkarıyormuş. Bunun üzerine "Oğullarım gördünüz mü ben ihtiyarım ama sizden daha kuvvetliyim demiş. Yarışı da kazanmış. Devler demiş ki: Dede yarışı kazandın, sana bir çuval altını verelim, sen de buradan git. O da, yok yavrularım, ben sizi zor güç buldum, artık bir daha bırakmam demiş.
Devler dedelerinden kurtulabilmek için bir çare düşünmüşler. Bu da şuymuş: Ertesi gün bir yarış daha yapacaklarmış, bu yarışta kim taşı sıkıp un yapabilirse ona bir çuval altın verilecekmiş, dedeleri bunu da konuşurlarken duymuş ve gizlice mutfaktan bir peynir bulmuş ve cebine saklamış. Ertesi gün buna yarışı söylemişler ve yarış başlamış. Dedeleri kendine iki yassı taş bulmuş ve kimse görmeden peyniri de arasına koymuş ve bakın evlâtlarım, taşı un etmek değil, taşın suyunu bile çıkarıyorum demiş. Tabii bu yarışı da kazanmış. Devler buna demişler ki, "Geçen seferki altınlarını da verelim şimdikini de verelim. İki çuval altının olur, seni de altınlarını da evine kadar dalımızda götürelim. Biraz nazlanmış, fakat sonra razı olmuş. Devler de bunu altınlarıyla birlikte dallarında evine götürmüşler. Kapısının önüne koyup dönmüşler. Adam evinin kapısını çalmış, kim o diyen karısına ben geldim, demiş. Karısı da mendilini göster, kocam olduğunu bileyim, demiş, Bu da göstermiş, karısı kocasının geldiğini anlayıp içeriye almış, adam altınları da içeriye getirmiş ve karısına "Sen beni ayakyoluna kapatmasaydım, bunları bulamayacaktık" demiş ve başından geçenleri anlatmış, yemiş içmiş muratlarına ermişler.