Mekke döneminde inen Kehf Sûresi 110 ayettir. Sûre adını birkaç ayetinde geçen "kehf" kelimesinden almıştır. "Kehf" kelimesi mağara anlamına gelir. Bu sûrede temel olarak; inançları nedeniyle öldürülmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınan gençlerin mucizevi halleri konu edilir. Ayrıca Hz. Musa ve Zülkarneyn de konu edilmektedir.
1.Elhamdu li(A)llâhi-lleżî enzele 'alâ 'abdihi-lkitâbe velem yec'al lehu 'ivecâ(n)
2. Kayyimen liyunżira be/sen şedîden min ledunhu veyubeşşira-lmu/minîne-lleżîne ya'melûne-ssâlihâti enne lehum ecran hasenâ(n)
3. Mâkiśîne fîhi ebedâ(n)
4. Veyunżira-lleżîne kâlû-tteḣaża(A)llâhu veledâ(n)
5. Mâ lehum bihi min 'ilmin velâ li-âbâ-ihim(c) keburat kelimeten taḣrucu min efvâhihim(c) in yekûlûne illâ keżibâ(n)
6. Fele'alleke bâḣi'un nefseke 'alâ âśârihim in lem yu/minû bihâżâ-lhadîśi esefâ(n)
7. İnnâ ce'alnâ mâ 'alâ-l-ardi zîneten lehâ linebluvehum eyyuhum ahsenu 'amelâ(n)
8. Ve-innâ lecâ'ilûne mâ 'aleyhâ sa'îden curuzâ(n)
9. Em hasibte enne ashâbe-lkehfi ve-rrakîmi kânû min âyâtinâ 'acebâ(n)
10. İż evâ-lfityetu ilâ-lkehfi fekâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten veheyyi/ lenâ min emrinâ raşedâ(n)
1-3. Hamd Allah'a mahsustur. (O Allah ki, insanları) kendi tarafından gelecek çetin bir azap ile uyarmak, dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlerin, içinde ebedî kalacakları güzel bir mükâfata (cennet) erişeceklerini müjdelemek için kuluna sağlam ve kusursuz kitabı indirmiş, onda hiçbir bozukluğa yer vermemiştir.
4. (Bir de) "Allah evlât edindi" diyenleri uyarmak için…
5. Bu konuda ne onların ne de atalarının bir bilgisi var. Ağızlarından çıkan bu söz ne kadar çirkin! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
6. Durum böyleyken bu son kitaba inanmazlarsa arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin!
7. Biz, kimlerin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi oranın süsü yaptık.
8. Ve biz oradaki her şeyi mutlaka kupkuru bir toprak yapacağız.
9. Yoksa sen, bizim âyetlerimizden olan Ashâb-ı Kehf ve Rakīm'i mi şaşırtıcı buldun?
10. O gençler mağaraya sığınmışlar ve "Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!" demişlerdi
1-2-3. Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber'e indirilen Kur'an, nimetlerin en büyüğü olduğu için övgü ve saygıya başkasının değil, Kur'an'ı gönderen Allah Teâlâ'nın lâyık olduğu bildirilmiştir. Buradaki "kul"dan maksat Hz. Muhammed, "kitap"tan maksat da Kur'an-ı Kerîm'dir. İnsanları zulmetten nura, dalâletten hidayete kavuşturan, iman ve İslâm'ı öğreten, dünya ve âhirette mutlu bir hayat sürdürebilmeleri için onlara Allah'ın emir ve yasaklarını, dinin hükümlerini, sevap ve cezayı bildiren; eğrisi büğrüsü, yanlışı ve çelişkisi bulunmayan dosdoğru bir kitabın indirilmesi, genelde bütün insanlık, özelde Hz. Muhammed için en büyük nimettir. Böyle bir nimete kavuşmak, o nimeti verene hamd ve şükretmeyi gerektirir. Yüce Allah, bu âyette Hz. Muhammed'in şahsında, lutfettiği bu nimete karşılık yalnız kendisine hamdedilmesi gerektiğini bildirmektedir.
4-5. Allah'a çocuk yakıştıranların iddiaları büyük bir iftira olduğu için, ikinci âyette genel bir uyarıda bulunulmasına rağmen, Allah onları burada özel olarak zikrederek uyarıyı tekrarlamıştır. Bazı müşrik Araplar meleklerin Allah'ın kızları olduğunu, bazı yahudiler Üzeyir'in (bilgi için bk. Tevbe 9/30), hıristiyanların çok büyük bir kısmı da Îsâ Mesîh'in Allah'ın oğlu olduğunu iddia ediyorlardı. Bu anlayış özellikle hıristiyanlar tarafından dinlerinin esası sayılmaktadır. Halbuki bunlar, gerçek dışı ve cehalet ürünü iddialar olup ne kendilerinin ne de taklit ettikleri atalarının bu konuda bilgi ve delilleri vardı.
6-7-8. Yüce Allah, müşriklerin Kur'an'a inanmamaları halinde helâk olacakları korkusuyla üzülen Hz. Peygamber'i teselli etmekte ve bu kadar üzülmesine gerek olmadığını bildirmektedir. Çünkü Peygamber'in görevi onları zorla imana getirmek değil, Kur'an'ı tebliğ edip doğru yolu göstermektir (Nahl 16/82).Allah Teâlâ, kimlerin daha iyi davranışlarda bulunacağını denemek için bunca güzel nimetleri; malı, mülkü, evlât ve serveti, dünyanın bir süsü olarak yaratıp çekici kılmıştır. Bunun yanında insanları da irade sahibi, iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edip ve yaptıklarından sorumlu olacak özellikte yaratmıştır. Böyle olmasaydı denemenin bir anlamı kalmazdı. Fakat Allah bu nimetlerin geçici olduğunu, yeryüzündeki güzellikleri bir gün çerçöp haline getirip yok edeceğini, dünyayı insansız, hayvansız, ağaçsız, bitkisiz ve kupkuru bir çöl haline getireceğini bildirmekte ve dünya nimetlerine bağlanmanın doğru olmadığına dikkat çekerek insanları uyarmaktadır.
Dünyada sürekli olan hiçbir şey yoktur; kıyamet gününde dünya da değişecektir; kalıcı olan yalnız Allah'tır. Bir âyette şöyle buyurulmuştur: "Bir gün gelecek, yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah'ın huzuruna çıkacaklardır" (İbrâhim 14/48; ayrıca bk. Rahmân 55/26-27).
9-10. Yüce Allah, kıyametin kopacağını ve âhirette ölülerin diriltileceğini insanların daha kolay kavrayabilmeleri için 9-26. âyetlerde ibret verici bir olaya, "Ashâb-ı Kehf" kıssasına yer vermektedir.
Kehf "dağda bulunan büyük ve geniş mağara"; Ashâb-ı Kehf ise, "mağara arkadaşları" demek olup bir mağarada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar uyandırıldıkları haber verilen kişiler" hakkında kullanılmıştır. Rakîmin ne olduğu hakkında kaynaklarda farklı görüşler yer almaktadır: Sözlükte rakîm "yazılı belge, kitâbe" anlamına geldiği için, "Ashâb-ı Kehf'in adlarının veya maceralarının yazılıp mağaranın kapısına yerleştirilmiş bulunan bir kitâbe, taş veya madenî levhadır" diyenler olduğu gibi, Ashâb-ı Kehf'in içinde bulunduğu vadinin veya dağın ya da memleketlerinin, hatta köpeklerinin adı olduğunu ileri sürenler de vardır (krş. Taberî, XV, 197-199; A. J. Wensinck, "Ashâbü'l-Kehf", İA, IV, 372; Ömer Faruk Harman, "Ashâb-ı Kehf", İFAV Ans., I, 167).
Bazı hadis kaynaklarında Ashâb-ı Rakîm'in, Ashâb-ı Kehf'in dışında üç kişilik bir topluluk olup yağmurlu bir günde bir mağaraya sığınan, bir kayanın yuvarlanıp mağaranın ağzını kapatması üzerine yaptıkları iyilikleri anarak Allah'a yakaran ve duaları kabul edilerek mağaradan kurtulan kişiler olduğu da nakledilmektedir (Buhârî, "Enbiyâ", 52; Müsned, IV, 274). Ancak bu sûredeki anlatım ve olaylar dizisi böyle bir yoruma uygun düşmüyor, söz konusu hadis bir başka olayla ilgili olmalıdır.
Ashâb-ı Kehf'in, Hz. Îsâ'nın dinine mensup gençler olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte (Taberî, XV, 200) Kur'an-ı Kerîm, bu konuda açıklama yapmamış, ancak ibret alınması için bazı yönleriyle tasvir etmiştir. Olay kısaca şöyledir: Putperest bir kavmin içinde Allah'ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç, bu inançlarını dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, onların zulüm ve baskılarından korunmak için bir mağaraya sığınmışlar; yanlarındaki köpekleriyle birlikte mağarada derin bir uykuya dalan bu gençler muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Burada bir gün veya daha kısa bir süre uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini yiyecek almak üzere şehre gönderdiklerinde, onların durumunu öğrenen insanlar Allah'ın vaadinin hak olduğuna ve kıyametin mutlaka geleceğine inanmışlardır. Kıssanın ana hatları bu olup ileride âyetlerin tefsirinde daha geniş olarak tekrar ele alınacaktır.
Kur'an-ı Kerîm olayın nerede ve ne zaman meydana geldiğine dair bilgi vermediği gibi, bu gençlerin sayıları hakkındaki iddiaları da, "karanlığa taş atma" yani bir bilgiye dayanmadan gelişigüzel yapılan bir tahmin olarak nitelemekte ve bunu ancak Allah'ın bilebileceğini haber vermektedir (bk. âyet 22).
Ölümden sonra dirilişin bir misali olmak üzere uzun süre uyuyup da yeniden uyanma hadisesi İslâm'ın dışındaki diğer bazı dinlerde de mevcuttur. Hint kutsal kitaplarında bir tek kişinin uzun süre uykuda kalması olayına rastlandığı gibi, yahudilerin kutsal kitabı olan Talmud'da da bir şahsın yetmiş yıl, bir başkasının altmış yıl uyuduktan sonra tekrar uyandıkları anlatılmaktadır. Aynı hadise Hıristiyanlık'ta "Efes'in yedi uyurları" adıyla anılmaktadır (Ömer Faruk Harman, "Ashâb-ı Kehf", İFAV Ans., I, 167).
Medine'deki yahudi âlimlerinden Ashâb-ı Kehf hakkında bilgi alan Mekkeliler, olayı hayret verici buldular ve Hz. Peygamber'i imtihan etmek için olay hakkında ona sorular sordular. Kıssa bu sorulara cevap olarak nâzil oldu. Allah tarafından Hz. Peygamber'e yöneltilen 9. âyetteki soruya bakıldığında onun da olayı şaşırtıcı bulduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun bu durumu olayın niteliğinden yani ilginç oluşundan kaynaklanıyordu.