Günümüz toplumlarında bireyselleşme ile birlikte yapılan yasal düzenlemeler, ahlaki ve kültürel değerlerin değişmesi, aile birliğinin korunmasına yönelik dini inanışların çözülmeye uğraması ve boşanmanın artan toplumsal kabulü gibi nedenler bireyler için boşanmayı kolaylaştırmış ve geçmişe oranla boşanma oranlarını da dünya çapında yükseltmiştir. Bu durum aile kurumunun korunması gerekliliğini doğurmuştur. Boşanma nedenlerinin belirlenmesi, aile birliğinin korunması için önleyici çalışmaların yapılması, boşanmaların azalmasında ve aile bireylerinin boşanmadan daha az etkilenmesinde faydalı olacaktır.
Saha çalışmalarında boşanmaların önlemesi için öncelikle evlenilecek kişinin ve hatta ailesinin daha iyi tanınması gerektiği belirtilmiştir. Doğru evlilikler boşanmaların önüne geçilmesi için ilk adım olarak görülmektedir. Bu nedenle evlenmeden evvel aile danışmanlığı hizmeti, evlilik öncesi bilinçlendirme faaliyetleri yaygınlaştırılmalı ve bu konuda STK'lar itici güç olarak görev almalıdır.
Boşanma nedenlerinin başında gelen aile içi şiddetin, eğitim düzeyi ve meslek sahibi olmaktan bağımsız olarak devam ettiği görülmüştür. Eğitimli ve meslek sahibi bireyler, kişilik haklarına zarar verildiğini düşündüklerinde kendilerini savunabilmeyi; buna engel olamadıklarında ise boşanma hakkını kullanmayı daha hızlı bir şekilde gerçekleştirebilirler.
Ailenin kurulmasında olduğu kadar sonlandırılmasında da romantik aşkın önemli bir rol oynadığı gözlenmiştir. Aşk evliliği yapan çiftlerin zaman içinde kaybedilen tutkunun yerini dolduracak ortak aktiviteler bulmaları gerekmektedir. Diğer yandan eşler arasında sadakat ve karşılıklı sorumluluk duygusunun gelişmesi de değişen duygu durumundan sonra boşanmanın tek yol olarak görülmesinin önüne geçilebilme imkânı sağlayabilir.
Kadınlara yönelik aile içi şiddet boşanma sebebi olarak sıkça görülmektedir. Türkiye, 2011 yılında kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesiyle ilgili olan "İstanbul Sözleşmesi'ni" imzalayarak sözleşmeye taraf olmuştur. Bunu takiben, 6284 sayılı Kanun yürürlüğe konulmuştur. Bu hukuki metinlerde idarenin şiddet mağduru kadına sunması gereken birer sosyal kamu hizmeti yahut kolluk faaliyeti niteliğindeki koruyucu ve önleyici tedbirlere yer verilmiştir. Ancak söz konusu koruyucu ve önleyici tedbirlerin yalnızca hukuki metinlerde yer alması, devletin bu konudaki özen yükümlülüğünü yerine getirdiği anlamına gelmediği düşünülmektedir. Aile içi şiddet mağduru kadın ve çocuklara sunulan sosyal kamu hizmetleri ile kolluk faaliyetlerinin doğru zamanda, tam ve eksiksiz şekilde sunulmasını sağlanmalıdır. Uygulamalardaki sorunlar tespit edilmeli ve etkili bir şekilde gidermenin yolları aranmalıdır.
Şiddetin dinden kaynaklanmadığı, bunun İslam'da yerinin olmadığı ve kulun kulu cezalandırma yükümlülüğünün de olmadığı topluma dini otoriteler tarafından anlatılmalıdır. Dini açıdan her durum ve şartta erkeğin kadından üstün olduğu düşüncesinin düzeltilmesi gerektiği aşikârdır. Bu düşünce her zaman fiziksel şiddete yöneltmese de, iktidar kurmak amaçlı psikolojik şiddet olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Özel eğitime gereksinimi olan çocuğa sahip ailelerin ya da eşlerin kanser gibi ağır süreçleri olan sağlık durumlarında aile yapısında, işlevlerinde bozulmalar meydana geldiği ayrıca ailede farklı açılardan zorlanmalara neden olduğu bildirilmektedir. Aile yapısında meydana gelen bu zorlanmalardan dolayı daha fazla stres yaşanmakta ve boşanmalar artmaktadır.
Boşanma sürecinde tarafların kızgınlık duygusu noktasında sıkıntılı süreçler geçirdikleri tespit edilmiştir. Bu sebeple, psikolojik açıdan zor zamanlar yaşayan taraflar için arabuluculuk sistemi faydalı olacaktır. Burada arabulucunun eğitimi önem kazanmaktadır. Arabulucu olabilmek için hukuk öğrenimine sahip olmanın yanında; arabuluculuk eğitim süreçlerinin insan hakları ve özellikle kadın ve çocuk hakları açısından zenginleştirilmesi gerekmektedir. Kadına yönelik şiddet, şiddetin türleri, çocuk istismarı, aile psikolojisi gibi temel bazı konularda arabulucuların özel ve kapsamlı bir eğitim sürecine tabi tutulmaları elzemdir. Aile hukukuna ilişkin hangi konuların arabuluculuk kapsamına alınacağını ise açıkça düzenlemelidir.
Aile arabuluculuğunun sağlıklı işleyebilmesi için ise bu konunun hukuk uyuşmazlıklarındaki arabuluculuk müessesinden ayrı tutulup özel olarak düzenlenmesi ve bu düzenlemede özellikle çocuk ve kadın haklarının korunması için tedbirler alınması gerekir.
Boşanma kişilerde psikolojik etkiler yaratmaktır. Boşanma sonrası süreçte bireylerin ne kadar zamanda yaşamlarına uyum göstereceği bireysel farklılıklar taşımaktadır. Birçok kişi için boşanmayla ilgili problemlerin yoğun olarak yaşanması ayrıldıktan sonraki ilk iki yıldır. Araştırmalar boşanma sonrası süreçteki destekleyici çalışmaların bireyler açısından olumlu sonuçlar yarattığını göstermektedir.
Kadınların yaşadıkları aile içi sorunlar nedeniyle evliliklerini bitirmeye yönelik karar verme süreçleri zor ve sancılıdır. Toplumun boşanan kadınlara karşı tutumu ve bakış açısı bu durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Boşanmanın getirdiği kaygılar, bazen çocuklar için çok sağlıksız bir ortam oluşturan evliliklerin devamına sebep olmaktadır. Bazen boşanma bir rahatlama getirebilmektedir. Bazen de karşılıklı tahammülsüzlük gibi durumlarda eşlere bazı beceriler kazandırılarak ailenin devamlılığı sağlanabilir. Hangi durumlarda boşanmanın gerçekleşmesi gerektiği, hangi durumlarda evliliğin yardım alınarak kurtulabileceği konusunda kılavuz metinlere ve yönlendirmeye ihtiyaç vardır.
Ailenin korunması, aile içi şiddetin önlenmesinde her şeyi devletten beklemek doğru bir yaklaşım değildir. Hiç şüphesiz bu noktada tüm topluma görev düşmektedir. Bireyselleşmenin ve sosyal değişimin hızlanmasıyla birlikte, toplumsal dayanışma zayıflamıştır. Bu nedenle aile kendi içine kapanarak koruma işlevini devletin yapması beklenmekte ancak devlet bu işlevi tam anlamıyla yapamamaktadır.
Boşanmaların sonuçları yeni bir hayat kurma konusunda erkek ve kadında farklı sonuçlar doğurmaktadır. Erkekler yeni bir evlilik yapıp yeni bir hayat kurarken boşanan kadınların ikinci defa evlenme oranı oldukça düşüktür. Boşanmış kadınların psikolojik ve manevi destek almalarının yeni hayatlarına uyum sürecini hızlandıracağı ve kolaylaştıracağı düşünülmektedir.
Boşanmanın sonuçlarından çocuklar olumsuz etkilenmekte, çocuklar istismara açık hale gelmektedir. Boşanma esnasında çocuk hakları konusunda gereken ihtimamın gerekli kurumlar tarafından gösterilmesi ve toplumsal farkındalıkla desteklenmesi gerekmektedir.
Boşanmış bireyin sağlıklı bir sosyal hayat sürdürebilmesi ve yeni hayatını düzenleyebilmesi için olumsuz duygulardan kurtulması gerekmektedir. Evlilik gibi gerektiğinde boşanmanın da doğal bir olgu olduğunu düşünmesi ve bunu çevreye hissettirmesi, yeni hayatına uyumunu kolaylaştıracaktır. Boşanmış kadınların, boşanma sonrası hayata devam ederken olumsuz duygularla baş etme yöntemleri geliştirmek ve çocuklarını olumlu yetiştirmek için ilgili politikalara ve STK desteğine ihtiyaç duydukları tespit edilmiştir.
Yeni bir evlilik aşamasında gerek kadın gerekse erkek için önemli sorunlardan biri boşanma sürelerinin uzamasıdır. Bu sürelerin sınırlandırılması ve çekişmeli boşanmalarda arabuluculuk ile çözümün hızlandırılması beklenmektedir.
Son olarak nafaka, ortak mal rejimi ve velayet, boşanma davalarının en problemli alanlarıdır. Nafakaların belirlenmesinde; çocuklu/çocuksuz, kısa süreli/uzun süreli evlilik, kusur derecesi gibi parametrelerin dikkate alınması ve her bir boşanmanın kendine has şartlarının gözetilmesi gerekliliği vurgulanmıştır.