"Atlarla yüzyıllar boyunca bir kader birlikteliğimiz oldu. Medeniyetler kurarken onlar hep yanımızdaydı. Anadolu'yu yurt edinirken, Kurtuluş Savaşı'nı verirken hep onlarlaydık. Hatta kahramandı onlar bir zamanlar. Fakat ne olduysa oldu bu kadim dostlarımız şimdi hayatımızda yok. Neden?" Bundan tam yedi yıl önce yönetmen Sidar İnan Erçelik'in aklına bu sorunun düşmesiyle başlıyor Rüzgar Tayı belgeselinin macerası. Kamerasını alıp atların peşine düşüyor. Düşüyor ama atları bulmak o kadar kolay değil. Ya büyükşehirlerin çeperlerindeki at çiftliklerinde ya hipodromlarda ya da Anadolu'nun kırsal kesiminde bulabiliyor o kadim dostlarımızı.
Bulduğundaysa dostluk ilişkimizin bittiğini görüyor. "Modernleşme, şehirleşme derken atlarla kurduğumuz kadim dostluk ilişkisini bitirmişiz. Sonra onları ehlileştirip köleleştirmişiz. Üzerlerinden fayda sağlar olmuşuz" diyor Erçelik.
Haksız da sayılmaz. At yarışları meselesi ortada. Hipodromlarda onlar koşuyor, bahisler oynanıyor, birileri para kazanıyor ya da hırslarını tatmin ediyor.
Ama bu sadece büyükşehirler için geçerli değil. Belgeselden halen Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kızak yarışlarında da durumun pek farklı olmadığını görüyoruz. Erçelik"İşin aslı onları köleleştirdikçe biz de yarattığımız sistemin kölesi haline gelmişiz. Acizleşmişiz" diyor.
AKDİMİZİ BOZMUŞUZ
Erçelik'in bahsettiği durumu içten içe yaşayan biri jokey Selim Kaya. O aslında atların içine doğmuş: "Annemi babamı tanıdıktan sonra atları tanıdım.
Kırsal kesimde büyüdüm ve ailem de atçıydı. Çok küçük yaşlarda jokey olmak istiyordum. 1994'te profesyonel jokey oldum. O sene yılın jokeyi seçildim. Köyde atlara binerken de onlar benim dostum ve yoldaşımdı, şimdi de öyle. Onlarla konuşuyorum" diyor.
Jokey olduktan, at yarışları dünyasına iyice girdikten sonra Kaya aslında atların içinde bulundukları durumu iyi gözlemliyor. "Biz dostluk akdimizi bozmuşuz. Onları hipodromlara hapsetmişiz. Onlara uygun yerler değil hipodromlar. Bacasız sanayi hipodromlar. Kazanç kapısı ama atlar için değil. Atlar acı çekiyor orada. Bizler yoldaşlarımızın acıları üzerine mutluluklar inşa etmeye, kazançlar elde etmeye çalışıyoruz. Bunu zamanla idrak ediyor insan" diyor.
İşte bu idrak sürecinde Rüzgar Tayı'nın yönetmeni Sidar İnan Erçelik ile Selim Kaya'nın yolları kesişiyor. Kaya kendi yaşadıkları üzerine düşündükçe Erçelik de onu kamerasıyla takip ediyor. Kaya "Sürü psikolojisiyle olaya bakınca sürünün gördüğünü görürsünüz. Ama o sürüden çıkıp gözlemci olarak bakınca meselenin gerçeklerini görebiliyorsunuz. Yaşadığım kimi olaylar sonucu ben de atlarla olan ilişkimizin ne kadar kötü olduğunu gözlemledim. Acı çektiriyoruz onlara. Mutsuzlar. O kadar mutsuzlar ki intihar edenler bile var" diyor.
Selim Kaya nasıl bir dünyanın içinde olduğunu sorguluyor. At yarışları, kazanma hırsı, bahisler... "Sürekli düşünüyordum. Bunları fark ettiğim dönem ile belgesel çekimi aynı döneme geldi. Ve sonunda bir karar aldım. Kırbaçsız jokey olmaya karar verdim. Çünkü atlar yarışlarda sürekli kırbaçlanıyor. Neden? Çünkü bahisler var ortada, para kazanma var. Doping yapmak ata zarar verdiği için yasak. Lakin kırbaç ata doping etkisi yaptığı halde serbest. Üstelik at, yarışta birinci gelse de kırbaçlanıyor. Oysa kırbaca gerek yok çünkü doğası gereği iki at yan yana gelince zaten koşarlar birbirlerini geçmeye çalışırlar."
YARIŞI KIRBAÇSIZ KAZANDI
Kırbaçsız jokey olma kararını açıkladığı zaman at yarışları dünyasından birçok insanın bu durumu garipsediğini anlatıyor Kaya. Ama kırbaçsız da yarış yapılabileceğini göstermek istiyor. Ve kırbaç kullanmadığı bir yarışta atı birinci geliyor. Kaya "İnsanlar bu yarış sonrası ikna olmaya başladı. Ama yine de farkında olmasalar da birçoğunun atlarla ilişkisi efendi-köle ilişkisi" diyor. Sidar İnan Erçelik de Kaya gibi düşünüyor "Atların üzerinde bir tahakküm kuruyoruz sonra da tahakküm ilişkisi üzerinden onları sevmeye çalışıyoruz. Ama fark etmediğimiz onların hâlâ acı çektikleri..." Rüzgar Tayı İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Belgesel Yarışması'nda gösterildi.
Ve festivalden mansiyon ödülü aldı. Ama bunun ötesinde atlarla olan kadim ilişkimizi bize hatırlattı. Selim Kaya'nın kendini var ettiği bir dünyayı sorguladığını ve bu dünyanın değişmesi için verdiği mücadeleyi bize gösterdi.
BAHİS DEMEK KUMAR DEMEK, BAHİSLER KALDIRILMALI
"Yarışmak güzel bir şey. Ama atlar para kazanmak için yarıştırılıyor. Bahisler oynanıyor. Bahis demek kumar demek. Eskiden bu durumu anlamak zordu. Şimdi sosyal medya nedeniyle herkes istediği zaman size ulaşıyor. Öyle örnekler gördüm ki. Bir kadın ulaştı bana, adam evindeki eşyaları satıp at yarışı oynuyormuş. Yuvamız yıkılıyor diye bana ulaştı. Şimdi işin böyle boyutları var. Bence bahis olayını devre dışı bırakınca zaten yarışlar farklılaşır. Çünkü bahis, kazanma hırsını o hırs da kırbaç kullanımını tetikliyor. Bahisler kalksın kırbaç da kalkar. Bu böyle geldi böyle gider diye bir durum yok. Artık dünyanın ruhu kırbaç vurmaya uygun değil. Değişim başladı ve bunun önünde durmak da zor."