20 Temmuz 1974 sabah 05.25. Derinden gelen uğultuların ardından top sesleri duyulmaya başladı. Ardından Gönyeli ovasına yağan paraşütler! Saat 08.50'de de Girne'nin 10 kilometre batısındaki Pladini plajına Türk çıkartma gemileri kapak attı.. Artık bütün dünya ayaktaydı. Washington da alarmdaydı. Artık Türk-Yunan savaşı an meselesiydi. Harekâtın başlamasından yedi saat sonra kriz masası Beyaz Saray'da toplandı. Salonda adeta bir panik havası esiyordu. Toplantıya Kissinger'in yardımcısı Robert Ingersoll başkanlık ediyordu. Herkes Genelkurmay Başkanı General John Pauly'in vereceği bilgileri merak ediyordu. General Pauly "Çıkarma gemimizi Kıbrıs'ın güneyine sahilden 40 mil açığa gönderdik" deyince herkes irkildi ama General ardından "Askeri müdahale için değil" diye ekledi. Yine de General Pauly destek için uçak gemisi Forrestal'ı da Kıbrıs açıklarına gönderdiğini söylüyordu. Belli ki Amerikan ordusu alarmdaydı. Pauly'nin o gün söyledikleri tutanakta karartıldığı için hâlâ gizliliğini koruyor. Ama genelkurmay başkanı daha sonra "Resmi olmayan bir tutumla bölgeye kayıyoruz. İtalya'daki iki C-130 uçağımıza tahliye için hazır olmalarını emrettik. Dikkat çekmeden yapacaklar" diyor. Bu sözlerden anlaşılan, ABD ilk anda askeri müdahale için hazırlık yaptı, ama sonra vazgeçti. Genelkurmay başkanının ardından Büyükelçi Robert McClosley de Kissinger'in ateşkes için uğraştığını, hedefin adada anayasal düzeni yeniden kurmak olduğunu söyledi.
SISCO'NUN ŞOKE OLDUĞU AN!
O saatlerde Ankara'da olan Kissinger'in temsilcisi Joe Sisco ise yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu. O gün Ecevit'le Sisco çok sert bir görüşme yaptılar. Sisco Ecevit'e "Eğer savaş patlarsa bütün askeri yardımları durduracağız" dedi. Aslında 20 Temmuz sabahı ABD hem Türkiye hem de Yunanistan'a askeri yardımları dondurma kararı aldı. Ancak askeri malzemeyi götüren gemiler daha önce yola çıktığı için nasıl durdurulacaklarını pek bilemiyorlardı. Esas panik, Savunma Bakanlığı'ndan Amos Jordan'ın Pire limanında patlak veren krizi anlatmaya başlamasıyla yaşandı. Jordan "Yola çıkan gemilerden birinin Pire'ye ulaştığını ve Yunanlıların Türklere ait olan bütün askeri malzemeye de el koyduklarını" söyledi. Henüz kimse bilmiyordu. İşler iyice sarpa sarıyordu.
ÇİFTE ENOSİS!
Toplantıda Türk-Yunan savaşı patlaması tehlikesini de tartıştılar. Savunma Bakanlığı'nın kapsamlı bir planı bile yoktu. Bir saat süren toplantıya son noktayı Dışişleri Bakan Yardımcısı Ingersoll koydu. "Eğer ateşkes sağlanıp anayasal yapı onarılamazsa Kıbrıs çifte Enosis'e gider" [1] dedi. 20 Temmuz günü ateşkes sağlandı ama anayasa onarılamadı. Kim bilir belki de Ingersoll'un 39 yıl önce gizli toplantıda dediği gibi, Kıbrıs'ta çok farklı bir sayfa açıldı.
'YENİDEN YAŞASAYDIM...'
20 Temmuz sabahı yaşadığı mutluluğu Rauf Denktaş'tan o kadar çok dinledim ki! Aslında o gün Denktaş hem çok sevindi hem de Makarios'tan kurtulamadığı için hayıflandı. Tarihin cilvesine bakın ki; Türkiye o gün sadece Kıbrıslı Türkleri kurtarmadı. Aynı zamanda 1960'ta Türkleri yönetimden atan Başpiskopos Makarios'u kurtardı. Ölümünden birkaç yıl önce biyografisini yazmak için Denktaş'la buluştuğumuz zaman Cumhurbaşkanlığına veda ediyordu. Odasının duvarında çerçeve içinde Jorge Luis Borges'in şiiri asılıydı. Denktaş o gün ünlü şiiri benim için de bir kez daha okudu. "Yeniden Yaşasaydım... İlkbahardan sonbahara kadar çıplak ayaklarla dolaşırdım" diye duygularını anlattı. Sonra "Şartlar müsaade etseydi bunları hep yapardım" diye içini çekti... Sonra da "Ama hürriyetimiz bahis konusuydu. Başka bir şey yapamazdım ki" dedi.
***
Denktaş'ın aynı heyecanla anlattığı 20 Temmuz'dan 23 gün sonra başlayan ikinci harekatın üstünden de tam 39 yıl geçti. Enosis rüyasıyla Makarios'u deviren General Yunannidis, başarısızlığının faturasını hayatını demir parmaklıklar ardında noktalayarak ödedi. Geride ise yüzlerce diplomatın neredeyse yarım asırdır uğraşıp çözemediği Kıbrıs düğümü kaldı. Rumların 2004'te, Annan Planını reddetmesiyle belki de çözüm şansı yok oldu. Türklerle Rumların AYRILIĞI kemikleşti. "Kıbrıs düğümü bir gün çözülür mü?" derseniz. Kim bilir! Belki bir gün sonunda dünya Türklerle Rumların ayrılığını da kabul eder. Aynen Çekler ve Slovakların kadife ayrılığını kabul ettiği gibi...