Gazeteci
milletinin ayağına bazen öyle bir 'iş' gelir takılır ki; içinden haber perisine sevgiyle gülümser, teşekkür eder. Çünkü o ayağa dolanan iş, ham haliyle bile süslü şatafatlı cümleler kurmaya, edebiyat parçalamaya, zorlamaya, abartıya gerek bırakmayacak kadar zengin bir madendir. Bu defa hem böylesi bir vaka hem de haber perisine teşekkür sırası bana geldi ohh!
ŞAŞIRDIM, GARİPSEDİM
"Ramazan'da yakışıklı olur" dedim, sergilenenler arasında Hazreti Peygamberimizin kılıcı, Hırka-i Şerif sandığı, Uhud Savaşı'nda kırılan dişinin mahfazası, su tası, Musa Peygamberin asası, Hz. Ebubekir'le, Hz. Ömer'in kılıçları ve daha nice kutsal araç gereçin bulunduğu Has Oda ve Kutsal Emanetler Dairesi'ne çekim izni çıkarttırdım Kültür Bakanlığı'ndan. İzin gelince de ver elini Topkapı Sarayı. "Usuldendir" diye öncelikle Müze Müdürü Doç. Dr. Haluk Dursun'u makamında ziyaret edeyim istedim. Malumunuzdur. Topkapı Saray-Müze Külliyesi dünyanın en görkemli mimari eserlerinden biri. Ayrıca bağrında sakladığı tarihi eserler ve objelerle de paha biçilmez değere sahip. Böyle bir muhteşem külliyeyi yöneten idarecinin odası da elbet bu ağırlığa uygun düşecek kırattadır diye düşünmek mümkün. Lakin o ne? Müze müdürünün odası 4 metreye 5 metrekare büyücek bir hücre. Masası kuzu postakisi kadar küçümen, dahası odayı memurlarından biriyle paylaşıyor. Sanki gözlerimden okudu bu düşüncemi Haluk Hoca. Gülmeye başladı. "Savaş Bey şaşırdınız değil mi odamın haline?"
"Yalan yok hocam garipsedim üstelik." "O zaman gelin bir şey göstereyim size."
YATIYA MİSAFİR...
Kolumdan tutup koridora çıkarıyor beni. Tam çaprazda kapısında kocaman 'müdür' yazılı bir başka odanın önüne getirip ikaz ediyor: "Yavaşça gireceğiz içeri! Misafir var. Yatıya kalıyor bir süredir."
"Hocam var bu işte bir iş ama?" O sırada kapıyı açıyor ve içeri süzülüyoruz yavaşça. İşte müze müdürüne layık oda. Geniş, ferah, yüksek ve içeriye konuşlandırılmış her mobilya, resim, masa, tabure, avize yüzlerce yıllık tarihi objelerden seçilmiş has saray envanteri. Soruyorum:
"Peki niye burada makam odanızda değilsiniz, kimse de yok içeride?" "Olmaz mı Savaş Bey. Yatıya misafir var dedim ya. Bakın şu göbekteki avizenin üzerine..."
" Aaaa. Kumru var orada. O mu misafir?" " Evet, tam 16 gündür misafir. Eşiyle birlikte oraya yuva yaptılar."
"Nasıl yani?"
ADI KÖŞEM SULTAN OLSUN
"16 gün önce ben burada çalışırken açık pencereden bir çift kumru giriverdi. Erkek olan şöyle bir bakındıktan sonra uçup avizenin üzerine tünedi. Bu hanımefendi de takip etti onu. Sonra erkek çıktı gitti ve ağzında bir minik dal parçasıyla döndü. Sonra bir tur sonra bir tur daha. Sonunda yuvayı kurdular, ilk yumurtasına kuluçkaya yattı bu nazlı gelin. Kumruların yaşantısını iyi bilirim. İlk kuluçkada çok acemidir gençleri. Asla rahatsız edilmemeleri gerekir. Yoksa yumurtalar örselenir, nesilleri kuruyabilir. Toplasan 21 gün sürecek zaten. 4-5 gün daha küçük odada idare ederim ne olacak ki?"
"Hay çok yaşayın hocam. Çok duygulandırdınız beni. Peki bir ismi var mı bu anne adayı güzel kuşun?" "Yok bir ad vermedik."
"Madem en güzel köşeyi kapmış, ona 'Köşem' Sultan diyelim mi. Malum IV'üncü Murat'ın ve Sultan İbrahim'in anneleri Kösem Sultan da eşiyle oğulları arasında tahta çıkan 2 ayrı padişahı makamdan etmişti."