Bu sezonun bize vaat ettiği aslında, geçen dönemden daha dişli ve çekişmeli geçecek maçlar izleyeceğimiz. Oyun kalitesini elbette tartışabiliriz ancak herkesin herkesi yenebileceği bir ligin oynanması, yine bize her şeyin mümkün olabileceği bir sezon sonuna da hazırlar.
Falcao yeter mi? Özel uçaklarla, şaşaalı karşılamalarla, stat imza törenleriyle gelen oyuncular, eğer sahaya çıktıklarında skor tabelasına isim koyamazlarsa, "dertler" o zaman başlar. Falcao çözüm mü olacak, yoksa var olan atmosferi de mi bitirecek, her şey performansa bağlı.
Böyle görkemli görüntüde, bir de maç kazandıran oyuncu olamazsan – örneğin Diagne – takımdaşlar arasında konuşmalar başlar, ödemelerle ilgili dedikodular yapılır. Bunun en canlı örneği Arda Turan transferi sonrasında Başakşehir takımının inişli – çıkışlı çizdiği grafiktir.
Fenerbahçe'de son tango Karalar bağlamış bir camia, bu kadar mı çabuk "keyif moduna" geçer. Oyuna değil, tabelaya bakıp, "vır vır" boş konuşurlarsa böyle olur. Aykut Kocaman'ı da takımdan uzaklaştıran, Mehmet Topal'a da "Beni artık bırakın" diyen, bu "boş konuşan" kalabalıktı.
Emre'nin kontrolünde müthiş bir oyun oynadılar. İlk 45 son yılların en iyi takımlarından birini izledik. Skoru aldıktan sonra da oyunu tuttular, ekonomide kaldılar. Ersun Yanal her hücum alternatifini düşünmüş, kadrosunu da buna uygun setlerle eğitmiş. Bundan sonra her rakibe karşı bol pozisyon bulacaklardır. Evet, önde oynamanın getirdiği defansif problemler yaşayacaklar.
Ama hücum kurgusundan vazgeçmek, tribünlerin özlediği heyecanı da tüketmek olur. Bir yiyip, iki atacak bir takım olmak istiyorlar ve doğru yolda gidiyorlar. Kolarov ve Gustavo isimleri halen gündemde. Şu satırlar yazılırken belki de açıklanıyordur. Bu oyuncular takıma sadece güç değil, statü katacak isimler. Emre Belözoğlu gibi.