Sonra?
Futbolda iki tür insan var: Kulağı kesik sokak kedileri gibi savaşan idareciler ve kendinde daima futbol adamı kerameti gören sırçaköşkte sipere yatmış adamlar… TBMM komisyonunda sözünü ettiğim kişi Abdullah Kiğılı'ydı. Kızmışım ona 3 ayda bıraktı gitti federasyon başkanlığını diye. Evet yayın gelirlerinin paylaşımı için oluşturulacak havuzun ilk zamanıydı ve ciddi tehditler alıyordu ama korkup bırakması kabul edilemezdi bana göre.
2005'te "Ligin son haftasında Diyarbakır-Samsun maçında yenilmemiz için hem Aziz Yıldırım hem de BJK yöneticisi Murat Aksu telkinde bulundu" demiştiniz. Nasıl gelişmişti olay?
İstanbul'da bir Şampiyonlar Ligi maçı sırasında karşı karşıya gelmiştik. Devre arasındaki bir sohbette geçmişti. Bunlar aslında futbol geyiğidir. Futbol adamları maç vesilesiyle bir araya gelmişiz; "Ya hafta sonu Diyarbakır maçı var, aman Diyarbakır'ı sıkmayın, düşürmememiz lazım" gibi muhabbetler olmuştu. O günkü şartlarda çok anormal laflar değil bunlar. Bırakın bu sohbeti, devlet dönem dönem Doğu'daki takımlar için politikasını değiştirir. Mesela Vanspor maçımız…
VAN'I YENSEYDİK YAKACAKLARDI BİZİ
Ne olmuştu?
Vanspor açısından bir kader maçıydı. Vansporlu idareciler maçtan haftalar önce bize çok baskı yapmıştı. O zaman devletin valisi aynı zamanda kulübün başkanıydı. Lig Birliği toplantılarında alenen "Biz orada her gün havaalanından şehit gönderiyoruz" ya da "Biz oradan öksürsek siz burada hasta olursunuz" diyerek onlara ayrıcalık tanınması gerektiğini söylemişlerdi. Portekizli diktatör Salazar 30 yıl nasıl hüküm sürdüğünü 3F formülüyle açıklar biliyorsunuz: Fado, Fiesta, Futbol... Bu da o mantık. Ben, her zamanki formumuzla oynayacağımızı belirtmiştim. Fakat bir tuhaflık vardı.
Ne gibi?
Maçtan sonra uçağa atlayıp dönelim istiyorum ben. Onun için de maçın saatini 2 saat öne çekmek gerekiyor. Federasyonu aradık, 'hayır' diyor. THY'den özel uçak istedik, vermiyor. Maçtan sonra biz o akşam Van'da kalacağız, Madımak gibi yakacaklar bizi, kesin yani… Neyse ki 98'inci dakikada bir gol attılar da, 3-2 bizi yendiler. O maç esnasında olanları anlatsam komedi filmi olur.
Anlatın biraz…
Federasyonun gözlemcisi yanımda oturuyordu. Üstümüze atılanlar yüzünden maçın ortasında kaçtı. Öbür yanımda Van Valisi oturuyor, görmemezlikten geliyor. Seyirciler tel örgülerin kazıklarını yerinden çıkarmış, üstümüze doğru yatırıyorlar. Bu arada maç da bir türlü bitmiyor. Vahap Beyaz'ın hakemlik hayatının son maçıydı. Maç çok uzayınca arada bizim futbolcular, "Hakem daha ne kadar gidiyoruz böyle" diye soruyor. Hakem "Devam devam, Van'dan gol gelene kadar…" diyor. Yani Aziz Yıldırım'ın bir sohbet içerisinde bana Diyarbakır maçıyla ilgili böyle bir yorum yapması hiç bir şey. Ki kendisi bana özel olarak "Kaybetmeniz lazım" diye telefon falan da açmamıştır.
Hiç şike yaptınız mı?
1992'de ilk kez kulüp başkanı olmuştum ve toplumun bir kulüp başkanından beklentilerini yeni öğreniyordum: İş bilen yönetici tarifine uygun olarak karşı takımın futbolcusuna, yöneticisine ulaşabilen, gerektiğinde hakemi ayarlayabilen kişiye denir iyi kulüp başkanı. Yani o yıllarda bana dayatılan da buydu ve bir kez bu tuzağa düşmüştüm.
Karabük-Samsun maçının hakemi Ahmet Çakar'dı. Onun asker arkadaşı Samsun'da yaşıyordu ve benim yöneticilerimin tanıdığıydı. Planımız şuydu: Asker arkadaşını Çakar'a göndereceğiz. O, "Bunlar benim senin arkadaşın olduğumu öğrenmiş, beni ölümle tehdit ediyorlar. Bu maçı lütfen Samsunspor lehinde yönet" diyecek. Böyle bir tiyatro kurmuştuk. Organizasyonunu benim iki yöneticim yapıyordu, ki şu anda bir tanesi CHP'den milletvekili. Düşünün.
Ne oldu sonra?
Biz gönderdik o arkadaşı Çakar'a, ertesi gün cayır cayır federasyondan bizi arıyorlar. Ayhan Bermek, "İsmail, siz Çakar'ın arkadaşını ölümle tehdit etmişsiniz, o da maçtan azlini istedi" dedi. Ben de "Hâşâ Ayhan Abi" filan dedim. Maç oynandı ve Ahmet Çakar bizim kaybetmemiz için elinden geleni yaptı. 1-1 bitti. Sonra ben bu olayı bir gün TV'de anlattım, yine hiçbir şeye eyvallah demeyen mahallenin delisi rolünü üstlendiğim günler… Anlatmamın sebebi, "Benim gibi bir adam bile zamanında bu işi denedi çünkü bu sistemin her yanı pis" demekti. Çakar bunu duyunca, "İsmail Uyanık beni aradı" şeklinde çarpıtmıştı. Hiç aramamıştım halbuki. Tek hikâyem de budur, yıl 1993'tü. Sonra hiç şike yapmadım, yapmayarak ayakta kalabildiğimiz kadar da kaldık.
Siz 'mahallenin delisi' olarak camiada dışlandınız mı?
Dışlandım diyemem. Yöneticiliği bırakmamın en temel sebebi şehrin yöneticilerinin bizi desteklememesiydi. Soğudum futboldan. Benim şike var diye açıklama yapmak gibi de özgürlüğüm vardı. Ne devlet ihalesi peşinde koştum, ne devlet kredisiyle işim oldu. Politik beklentim de yoktu. Mafyaya hiç pabuç bırakmadım, zaten sevilen bir kulüp başkanına ne yeraltından ne de yerüstünden kimsenin gücü yetmez. Ayrıca ben 78 kuşağıyım. 1990'a kadar Türkiye Cumhuriyeti bana pasaport vermemiştir. Hiç kimseyle menfaat ilişkim olmadığı için ne bir bakandan ne de bir validen korkmadan bir hakem haksızlığından söz edebildim, böylelikle mahallenin delisi oldum.