İznik'in merkezinde Ayasofya'nın karşısında, Lefkekapısı'na giden ana caddenin kenarında bulunuyordu. Evvelce kapısı üstünde yer alan dört satırlık kitâbesinde bu eserin 746 (1345-46) yılında Hacı Hamza b. Erdemşah tarafından vakfedildiği kaydedilmişti. Kitâbeyi ilk yayımlayan Franz Taeschner, kurucunun babasının adını Ardumşah (Ardunşah) olarak okuyup kelime üzerinde geniş açıklamalar yapmıştır. Aynı konuda çalışan Memduh Turgut Koyunluoğlu ile Ekrem Hakkı Ayverdi ise kelimeyi Erdemşah olarak okumuşlardır. Mescid girişinin 8-10 m. kadar uzağında bânisinin türbesi vardı. Bunun kitâbesinden, Hacı Hamza b. Erdemşah'ın mescidin tamamlanışından az sonra vefat ederek 750 (1349-50) yılında bitirilen bu türbeye defnedildiği öğreniliyordu.
Hacı Hamza Bey Mescidi, Osmanlı mimarisinin Osmanlı Beyliği'nin ilk merkezi olan İznik'te meydana getirdiği ilk eserlerden olduğu için özel bir değer ve öneme sahipti. İstiklâl Savaşı sırasında bu tarihî kasabanın Türk ve Yunan kuvvetleri arasında birkaç defa el değiştirmesi, yakılması ve Türk eserlerinin Yunanlılar tarafından tahrip edilmesi felâketini bu binalar fazla zarar görmeden atlatmıştı. Nitekim Taeschner, 1927'de İznik'te yaptığı incelemeler sırasında mescid ve türbeyi görmüş, kitâbelerini de 1932'de yayımlamıştı. Fakat İznik Belediyesi, şehrin hemen her tarafı boş arsa halinde iken bu tarihî eseri 1930'lu yıllarda bütünüyle yıktırmıştır. Koyunluoğlu'nun yazdığına göre 1935'li yıllarda Hacı Hamza Bey Mescidi ve Türbesi'nin artık hiçbir izi kalmamıştı.
Türbe kitâbesinde bu yapının mimarının Hacı Ali adında bir usta olduğu bildirilmişti. Mescidin de aynı mimar tarafından inşa edildiğine ihtimal verilir. Hacı Hamza Bey Mescidi'ne dair bilgiler 1935'lerde K. Otto-Dorn tarafından yeniden derlenmiştir. Böylece bu tarihî eser, birçok benzeri gibi geçmişin karanlıkları içinde bütünüyle kaybolup gitmemiştir. Koyunluoğlu'nun ve ondan naklen Ayverdi'nin mescid ve türbenin 1924'te yıktırıldığını yazmaları yanlıştır. Çünkü Taeschner bu eseri sağlam bir halde görebilmiş, hatta makalesinde mimarisini bir dereceye kadar tarif etmiştir.
Hacı Hamza Bey Mescidi'nin aslında bir Bizans kilisesi olduğu yolundaki halk söylentisine inanmak zordur. Taeschner'in tarifi ve Otto-Dorn'un tesbit ettiği duvar kalıntıları bu küçük mescidde hiçbir Bizans izine işaret etmez. Mihrap nişinin girişin karşısında ve esas eksen üzerinde değil yan duvarda oluşu da bu hususta bir dayanak sayılmaz. Nitekim İznik'te Nilüfer Hatun İmareti'nin namaz mekânındaki mihrap da yan duvardadır.
Taeschner'in tarifine göre mescid, erken Osmanlı yapı sanatı için tipik olan taş dizileriyle inşa edilmişti. Girişindeki (veya son cemaat yeri) duvarlar muntazam bir taş işçiliği gösteriyordu. Duvarlarda çok sayıda eski dönemlerden kalma işlenmiş taş devşirme malzeme olarak kullanılmıştı. Taeschner mescid kapalı olduğundan içine girememiş, yalnız batı cephesindeki pencerelerin nisbeten yeni olduğunu belirtmiştir. Kiremit kaplı kubbenin ne dereceye kadar eski olduğu hususunda ise bir fikri olmadığını belirtir.
1930'lu yıllarda henüz görülebilen kalıntılardan anlaşıldığı kadarı ile mescid kare planlı olup girişinde iki yanı duvarlarla kapalı bir son cemaat yeri vardı. Eski bir fotoğrafta bu bölümün dışarıya geniş bir kemerle eyvan biçiminde açıldığı görülür. Minaresi son cemaat yerinin sol duvarına bitişikti. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Yıldız Sarayı albümlerinden birinde (nr. 90.761), testere dişi şeklinde tuğladan çıkmalı şerefesi olan şaşılacak derecede bodur minare görülmektedir. 1300 (1882) yılına doğru çekildiği tahmin edilen bu fotoğraftan sonra minare yıkılmıştır. Nitekim Otto-Dorn'un yayımladığı eski bir resimde de minare yalnız temelleri kalmış bir yıkıntı halinde görülmektedir.
Harim kısmına geçit veren kapının üstünde, herhalde Antik döneme veya Bizans çağına ait tepesi kemerli bir mermer üzerine sülüs hatla yazılmış, günümüzde İznik Müzesi'nde korunan dört satırlık kitâbesi bulunuyordu. Son cemaat yerinin üstü kiremit kaplı, çift meyilli bir çatı ile örtülmüştü.
Hacı Hamza Bey Mescidi'nin harim kısmı hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak iki eski fotoğraf bu bölümü örten kubbenin biçimini belli eder. Türk mimarisinde görülmeyen bir şekilde bu kubbe kasnaksız olarak harimin üstünü kapatır. Taeschner de bunun orijinal olup olmadığı hususunda şüpheye düşmüştür. 1882'ye doğru çekilen fotoğraftan sonra, kiremit örtülü olan kubbenin kabuğu üzerinde dört pencere açılmış olduğu görülür. Mescid, buradaki cadde ve yaya kaldırımının yapılması sırasında zeminden oldukça aşağıda kaldığı için halk tarafından Çukur Cami olarak adlandırılmıştı.
Mescidin yakınında Hamza b. Erdemşah'a ait türbenin sülüs hatla üç satır halinde yazılmış, günümüzde İznik Müzesi'nde bulunan Arapça kitâbesinden bânisinin devrin ileri gelenlerinden olduğu ve inşa tarihi dışında bir bilgi elde edilememektedir. Türbe, eski bir fotoğrafta pek azı görülebildiği kadarı ile Selçuklu kümbetleri gibi üstü taştan sivri bir külâhla örtülü bir yapı idi. Kare bir planı olan ve belki de açık türbe şeklinde dört cephesi açık bulunan türbenin giriş kısmında, Taeschner'in İlkçağ'a ait devşirme malzeme olduğunu zannettiği söveler kullanılmıştı.
İznik'te bundan başka aynı hayratın evkafından olduğu söylenen büyük bir çifte hamam vardır (bk. HACI HAMZA HAMAMI).
Taeschner, türbe ile mescid arasında eski bir çeşme ile çok sayıda mezar taşı tesbit etmiştir. Makalesinde bildirdiğine göre bu kabirlerden ikisi Hacı Hamza'nın torunları Sinan b. Ahmed ile (Cemâziyelâhir 793 / Mayıs 1391) Hatice'ye (Cemâziyelâhir 805 / Ocak 1403) aittir. Ayrıca kırık ve eksik bir şâhidede, 821'de (1418) vefat eden Şeyh Kutbüddin b. Mehmed adını veren bir kitâbe görülmüştür.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi