Büyük bir ihtimalle II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında yaşayan, kimliği hakkında yeterli bilgi bulunmayan ve Sa'lebe, Sa'lebe b. Mişkân, Sa'lebe b. Âmir diye anılan kişi başlangıçta Abdülkerîm b. Acred'e tâbi olup bu zattan sonra fırkanın liderliğini üstlenmiş (Bağdâdî, s. 100) yahut onunla birlikte iken (Eş'arî, s. 97; Şehristânî, I, 131) aralarında çıkan bir ihtilâf yüzünden ondan ayrılmıştır.
Bu ihtilâf bütün Hâricî fırkalarının önem verdiği iman-günah-küfür ilişkisine dayanıyordu. Abdülkerîm b. Acred bulûğ çağına geldiğinde İslâmiyet'i benimseyip benimsemedikleri sabit olmadıkça çocuklar hakkında hüküm verilemeyeceğini ileri sürerken Sa'lebe, ister küçük ister büyük olsun hakkı inkâr ettikleri ve zulme rıza gösterdikleri sabit olmadıkça çocukların İslâm dairesinin içinde sayılması gerektiğini belirtmiştir. Ergenlik çağına gelenlerin ise dine davet edilip kabul veya reddetme durumları ortaya çıkıncaya kadar haklarında dostluk yahut düşmanlık hükmü verilemeyeceği, köle statüsündeki zengin çocuklardan zekât alınması gerektiği, fakirlerine ise zekât verilebileceği gibi hususları da Sa'lebe'den nakledilen görüşler arasında yer alır.
Abdülkerîm b. Acred'i tekfir edip Sa'lebe'yi imam olarak kabul eden kimseler onun adına nisbetle Seâlibe (Sa'lebiyye) diye anılmış, Sa'lebiyye de fırka içinde çıkan görüş ayrılıkları sebebiyle bazı tâli kollara ayrılmıştır.
1. Ahnesiyye. Ahnes b. Kays'ın mensuplarıdır. Ahnes, takıyye yönteminin uygulandığı yerlerdeki kıble ehli hakkında mümin veya kâfir diye hüküm veremeyeceğini, sadece imanlı olduğu bilinen kimselerle yakınlık kurabileceğini ve kâfir diye bilinenlerle ilgisini keseceğini ifade etmiştir. Suikast düzenleyip adam öldürmeyi haram sayan bu grup kendileri gibi düşünenlerin dışında kalan ehl-i kıblenin önce dine davet edilmesini, benimsemedikleri takdirde kendileriyle savaşılması gerektiğini söylemiştir.
2. Ma'bediyye. Ma'bed b. Abdurrahman'a mensup olan bu grup kölelerden zekât alınması konusunda Seâlibe'ye muhalefet etmiş, ayrıca takıyye yönteminin uygulanması halinde sadaka paylarının tek bir pay haline getirilmesinin câiz olduğunu belirtmiştir.
3. Mükremiyye. Mükrem b. Abdullah el-İclî'nin mensuplarıdır. Mükrem namazı terkedenin kâfir olduğunu, ancak bu sonucun namazı terkten dolayı değil Allah'ı bilmeme sebebiyle ortaya çıkacağını ileri sürmüştür. Allah'ın birliğini, gizli ve açık her şeyi bildiğini idrak eden kimsenin bundan gaflet edip lâubali davranmadıkça günah işleyemeyeceğini söyleyen Mükrem her türlü kebîreyi bu hükmün içinde düşünmüştür. Mükremiyye ayrıca Allah'ın, kullarına yönelik rızâ veya buğzunun ölüm anındaki iman-küfür hallerine bağlı olduğunu kabul etmiştir (bk. MUVÂFÂT).
4. Rüşeydiyye. Rüşeyd et-Tûsî'ye mensup olan bu zümre Uşriyye diye de anılır. Bunlar nehirler, kuyular ve kanallarla sulanan arazi için öşrün yarısının, tabii olarak sulanan araziden ise tamamının verilmesi gerektiği şeklindeki düşünceleri dolayısıyla ana fırkadan ayrılmıştır.
5. Şeybâniyye. Horasanlı Ebû Müslim'in Nasr b. Seyyâr'a karşı isyan etmesine yardımcı olan Şeybân b. Seleme'nin mensuplarıdır. Bu yardımı yüzünden çevresinde bulunan Hâricîler, Şeybân'la ilişkilerini kesmişlerdir. Ayrıca Allah'ı yaratıklara benzetme anlayışından dolayı Ehl-i sünnet'le birlikte Seâlibe'nin diğer gruplarınca da tekfir edilmiştir. Başta Atıyye el-Cürcânî olmak üzere bazıları Şeybân'ın ölmeden önce tövbe ettiğini belirtmişse de, Seâlibe'den Ziyâd b. Abdurrahman'a tâbi olan ve Ziyâdiyye diye anılan grup onun kendisi gibi düşünen insanları öldürüp mallarına el koyduğunu, bu gibilerin tövbesinin aldığı malları geri verip kısas icra edilmedikçe makbul olmayacağını ileri sürmüştür.
6. Bid'iyye. Yahyâ b. Asdem (Asrem) isimli kişiye mensup olan bu grup kendileri gibi inananların mutlaka cennete gireceğini, iman konusunda, "İnşallah müminim" denilmemesi gerektiğini, aksi takdirde kişinin inancında şüphe bulunacağını söylemiştir.
7. Ma'lûmiyye ve Meçhûliyye. Abdülkāhir el-Bağdâdî'nin Acâride içinde zikrettiği bu grup (el-Farḳ, s. 97) Şehristânî tarafından Seâlibe fırkaları arasında anlatılmıştır. Ma'lûmiyye, Allah'ı bütün isim ve sıfatlarıyla bilmeyen kimsenin bunları bilip mümin oluncaya kadar cahil olduğunu, Meçhûliyye ise Allah'ın bazı isim ve sıfatlarını bilen kimsenin O'nu bilmiş sayılacağını ileri sürmüştür. Ma'lûmiyye kulun iradî fiillerinin sadece kendi eseri olduğunu söylerken Meçhûliyye bu tür fiilleri Allah'ın yarattığını kabul etmiştir (el-Milel, I, 131-134).
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ