Sözlükte "kısaltmak, kesmek, yontmak" anlamına gelen kalm kökünden türemiş bir isim olup "yontularak bir miktar kesilmek suretiyle yazı yazmaya elverişli hale getirilen araç" demektir. Dinî bir terim olarak "kâinatın başlangıcından kıyamete kadar meydana gelecek bütün nesne ve olayları kaydeden ilâhî kalem" diye tanımlanabilir.
Kalem kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de iki yerde tekil, iki yerde çoğul şekliyle (aklâm) yer alır. Tekil olarak kullanıldığı âyetlerin biri Kur'an'ın ilk nâzil olan beş âyetinin dördüncüsüdür ve burada lutufkârlığın en ileri mertebesiyle nitelenen rabbin insana kalem kullanmasını öğrettiği ifade edilir (el-Alak 96/1-4). Diğer âyette ise kaleme ve yazdıklarına yemin edilerek Hz. Peygamber'in yüksek mânevî değerlere sahip bir insan olduğu belirtilir ve inkârcıların alışılagelen şuursuz tepkilerinin sonucu olan delilik ithamıyla ilgisinin bulunmadığı vurgulanır (el-Kalem 68/1-4). Bu âyetin yer aldığı sûreye de Kalem sûresi adı verilir. Kalemin çoğul olarak geçtiği iki âyetin birinde ilâhî ilmin sonsuzluğu yeryüzündeki ağaçların tamamı kalem, denizlerin de yedi katı daha arttırılarak mürekkep olması halinde bile ilâhî kelâmın yazmakla tükenmeyeceği şeklinde sembolize edilmiştir (Lokmân 31/27). Diğerinde ise aklâm kelimesiyle yontularak yapıldıklarından kurada çekilen oklar kastedilmiş ve İsrâiloğulları'ndan hangisinin Hz. Meryem'i himayesi altına alacağını belirlemek için oklarla kura çektikleri haber verilmiştir (Âl-i İmrân 3/44).
Hadislerde de kalem hakkında çeşitli bilgiler verilmiştir. Resûl-i Ekrem kalem hakkında şunları söylemiştir: Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Allah kalemi yaratınca ona kıyamete kadar vuku bulacak olan her şeyi yazmasını emretmiş, o da yazmış ve artık bir daha yazmamak üzere kalem kurumuştur (Müsned, V, 317; Buhârî, "Ḳader", 2; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 16; Tirmizî, "Tefsîrü'l-Ḳurʾân", 67). Yine Hz. Peygamber mi'raca çıkınca -meleklere ait- kalemlerin çıkardığı sesleri duymuş (Buhârî, "Ṣalât", 1; Müslim, "Îmân", 263), kalemin insanlar hakkında yazdığı hususların asla değişmeyeceğine inanmak gerektiğini belirtmiş ve bütün insanlar birleşse bile Allah yazmadıkça hiçbir kimseye fayda veya zarar veremeyeceklerini söylemiştir (Müsned, I, 293, 307). Ayrıca uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına girinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden ve bunaktan, uğradığı musibetten kurtuluncaya kadar da musibete uğrayandan kalemin kaldırıldığı, yani onlar hakkında kalemin günah yazmayacağı bildirilmiştir (Müsned, V, 144; VI, 100-101; Ebû Dâvûd, "Ḥudûd", 17). Hadislerde insanların kullandığı kalemden de söz edilir (Müsned, V, 193). Erken devir hadis kaynaklarında bulunmadığı halde müteahhir döneme ait bazı eserlerde Resûl-i Ekrem'e nisbet edilen ve zayıf olarak değerlendirilen bazı rivayetlerde kıyamete kadar olacak şeyleri yazan kalemin nurdan yaratıldığı bildirilir (Müttakī el-Hindî, VI, 151; Şerḥu'l-ʿAḳīdeti'ṭ-Ṭaḥâviyye, s. 232). Râgıb el-İsfahânî de kaynağını zikretmeden Hz. Peygamber'in vahyi Cebrâil'den, Cebrâil'in Mîkâil'den, Mîkâil'in İsrâfil'den, İsrâfil'in levh-i mahfûzdan, levh-i mahfûzun da kalemden aldığını belirten bir rivayete yer verir (el-Müfredât, "ḳlm" md.).
İslâm âlimleri âyet ve hadislerde geçen kalem hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüştür. 1. Naslardan anlaşıldığına göre iki çeşit kalem vardır. Biri insanların öğretim ve öğrenim vasıtası olarak kullandıkları maddî kalem, diğeri ise ilâhî veya mânevî kalemdir. Bu durumda, ilk yaratılan ve halkedilecek bütün nesnelerle vuku bulacak olayları başlangıçta levh-i mahfûza yazan bir ilâhî kalemin mevcut olduğuna inanmak gerekir. İbn Abbas'a atfen ilâhî kalemin nurdan yaratıldığına ilişkin rivayetler varsa da onun mahiyetine ve evsafına dair güvenilir bilgiler mevcut olmadığından sadece varlığına inanıp mahiyetinin bilinemeyeceğini benimsemek daha uygundur. Ebû Hanîfe'nin de içinde yer aldığı bir grup İslâm âlimi bu görüştedir (Molla Hüseyin b. İskender, s. 21; Elmalılı, VIII, 5262-5263; M. Reşîd Rızâ, VII, 471, 473). Taberî, Tâhir b. Mutahhar el-Makdisî, Fahreddin er-Râzî, İbn Ebü'l-İz, İbrâhim el-Bâcûrî gibi âlimler, İbn Abbas'tan nakledilen rivayete dayanarak ilâhî kalemin nûrânî büyük bir cisim olduğunu kabul etmişlerdir (Fahreddin er-Râzî, XXX, 78; İbn Kesîr, IV, 401; Bâcûrî, s. 410). Kadı Ebû Bekir el-Bâkıllânî ise ilâhî kaleme ilişkin rivayetlere mecazi anlam vermek gerektiğini savunmuştur. Zira yazı yazmaya ait bir vasıta olan kalemin hitap edilmeye ve yöneltilen hitaplara cevap vermeye elverişli olması imkânsızdır. Bundan dolayı kalemle kastedilen şey vuku bulacak olanların bir şekilde yazılmasıdır (Fahreddin er-Râzî, XXX, 78).
2. Naslarda varlığından bahsedilen ilâhî kalem, bütün yaratıkların aslını teşkil eden akıllar nazariyesinin ilk basamağını oluşturan ilk akıldır (el-aklü'l-evvel). Zira yöneltilen hitapları vasıtasız olarak anlayan akıldır. Allah'ın yarattığı ilk soyut varlık olan akl-ı evvel, kendi zâtını ve başlangıcını idrak etmesi açısından akıl diye adlandırılırken diğer varlıkların meydana gelişi ve bilgilerin yazılışında vasıta olması bakımından kalem, nübüvvet nurunun yayılmasına aracılık etmesi itibariyle de nûr-ı Muhammedî diye isimlendirilir. Buna göre ilk akıl ve aynı zamanda en yüce kalem tek bir nurdan ibarettir. Bu nur kula nisbet edilince akl-ı evvel, Hakk'a nisbet edilince kalem-i a'lâ adını da alır. Nitekim bazı rivayetlerde ilk yaratılan varlığın kalem olduğu belirtilirken diğer bazı rivayetlerde Allah'ın ilk yarattığı şeyin akıl veya bir cevher olduğu bildirilmiştir. Bu ise akıl, kalem ve cevherin aynı şey olduğunu gösterir. Bir kısım sûfîler ve İslâm filozofları da bu görüştedir (Fahreddin er-Râzî, XXX, 78; Tehânevî, II, 1195-1197).
3. Kalemin ilk yaratılan varlık olduğuna dair rivayetlerin yanı sıra Cenâb-ı Hakk'ın, yaratıkların kaderini yazarken arşının su üzerinde bulunduğunu bildiren rivayetlerin de mevcut olması bu konuda bir te'vilin yapılmasını gerekli kılar. Buna göre ilk yaratılan varlığın arş olduğunu söylemek mümkündür. Arştan sonra kalemin ilk defa yaratılışından bahsedilmiş olabilir veya ilâhî kalemle ilgili beyanlar onun kalemlerin ilki olduğu mânasına gelebilir. Zira takdiri yazan ilk kalemin dışında meleklerce kullanılan çeşitli kalemler vardır. Allah'ın peygamberlere gönderdiği vahiyleri yazan vahiy kalemi, insanların yapmakta olduğu ve yapacağı amelleri yazan meleklerin kalemi, kâinat işlerini yürüten meleklerin işlerini yazan kalem bunlar arasında zikredilebilir. Ebü'l-Alâ el-Hemedânî ve İbn Ebü'l-İz gibi âlimler bu görüştedir (İbn Kesîr, IV, 401; Şerḥu'l-ʿAḳīdeti'ṭ-Ṭaḥâviyye, s. 234-237). İbn Teymiyye kaleme ilişkin rivayetleri te'vil ederken onun bu âlemle ilgili olarak yaratılan ilk varlık olabileceğini, fakat mutlak mânada ilk mahlûk olmadığını söyler (Mecmûʿatü'r-resâʾil, V, 173-174).
Kalem hakkında naslarda verilen bilgilerle âlimlerin bunlara ilişkin yorumlarından anlaşıldığına göre hilkatin başlangıcından sonsuza kadar vuku bulacak nesne ve olayları ilâhî ilme göre kaydeden madde ötesi bir kalem vardır. Ancak bunun mahiyeti bilinmemektedir. Zira sahih naslarda bu konuda herhangi bir açıklama yer almamıştır. Kalemle ilgili hadislerin yanı sıra Kur'ân-ı Kerîm'de her şeyin bir kitapta ayrıntılı olarak yazıldığının bildirilmesi (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, "ktb" md.), mahiyeti bilinmese de madde üstü bir kalemin veya kaydın bulunduğunu gösterir. Şu halde kalem sayıları, şekilleri, mahiyetleri, vasıfları ve fonksiyonları dahil olmak üzere bütün nesne ve olayların kaderini kaydeden bir vasıta olup kadere imanla da ilişkili bulunmaktadır. Her ne kadar bu anlayış ilk bakışta, insanın irade ve eylem hürriyetinden yoksun bulunup bütün fiillerini ilâhî bir icbar altında gerçekleştirdiği intibaını uyandırıyorsa da ilgili naslar bir bütünlük içinde mütalaa edildiği takdirde durumun böyle olmadığı görülür. Zira âyetlerin birinde ümmü'l-kitâbın Allah'ın nezdinde bulunduğu ve bu kitaptan dilediğini silip dilediğini sabit bırakacağı belirtilmektedir (er-Ra'd 13/39). Bu konuda etkili olan şey kulun ilâhî emirler karşısında göstereceği irade ve takınacağı tavırdır. Buna göre Elmalılı Muhammed Hamdi'nin de belirttiği gibi ilâhî kalemin işlevi tamamen bitmiş demek değildir. Olmuş bitmiş olan yazılmış ve sonuçlanmıştır, ancak olacaklarla ilgili olarak kalemin fonksiyonu devam etmektedir (Hak Dini, VIII, 5267; krş. Şevkânî, III, 88).
Bazı sûfîlerle İslâm filozoflarının ilâhî kalemin akl-ı evvel veya nûr-ı Muhammedî olduğuna ilişkin görüşlerini naslardan hareketle temellendirmek mümkün görünmemektedir. Kaderin yanı sıra ister insana ait olsun isterse mânevî bir kalem kastedilsin Kur'an'da kaleme yemin edilmesini, okumaya yazmaya, dolayısıyla bilgiye verilen önemi ifade eden ve ilme dikkat çeken unsurlardan biri olarak da kabul etmek mümkündür.
Kalem hakkında kelâm ve tefsir kitaplarında bilgi verilmiş, ayrıca müstakil bazı risâleler de telif edilmiştir. Azîz Nesefî'nin Risâle-i Levḥ-i Maḥfûẓ ve Kitâb-ı Ḫudâ ve Devât ve Ḳalem ile (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 4899) Muhammed b. İbrâhim Atâî'nin Risâle-i Levh u Kalem'i (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3929) bunlar arasında zikredilebilir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi