Eşrefiyye tarikati...

Osmanlılar döneminde Anadolu'da kurulan tarikatların en eskilerinden biri olan Eşrefiyye Kādiriyye tarikatının bir koludur. Kādiriyye'nin silsilesi tarikatın pîri Abdülkādir-i Geylânî'nin Muhammed Şemseddin adlı oğlundan sonra Muhammed Hüsâmeddin b. Şemseddin, Şihâbeddin Ahmed b. Muhammed Hüsâmeddin, Alâeddin b. Şihâbeddin Ahmed vasıtasıyla babadan oğula intikal eder. Silsile, Alâeddin'den sonra kardeşi ve Eşrefoğlu'nun mürşidi Hüseyin el-Hamevî'ye ulaşır. Dolayısıyla Eşrefiyye'nin silsilesi Hüseyin el-Hamevî'de Kādiriyye silsilesiyle birleşir. Eşrefoğlu'nun ilk mürşidi Hacı Bayrâm-ı Velî olduğu için Eşrefiyye'yi Bayramiyye'nin bir kolu olarak kabul edenler de vardır (Harîrîzâde, I, vr. 173b). Ancak Hacı Bayrâm-ı Velî, sülûkünü tamamlaması için Eşrefoğlu'nu Hüseyin el-Hamevî'ye gönderdiğine göre bu tesbitin doğru olmaması gerekir. Bazı araştırmacılar, Eşrefoğlu'nu Hacı Bayrâm-ı Velî'ye Emîr Sultan'ın gönderdiğini ileri sürerek Eşrefiyye'nin Emîr Sultan, Hacı Bayrâm-ı Velî ve Hüseyin el-Hamevî'nin görüşlerinin bir birleşimi olduğunu söylemişlerse de bu doğru değildir.

Eşrefoğlu Abdullah-ı Rûmî Hama'dan İznik'e döndüğünde tekkesini kurmakla Eşrefiyye'nin temelini atmıştır. Bu tekke aynı zamanda Kādiriyye'nin Osmanlı topraklarındaki ilk dergâhıdır. Eşrefiyye'nin, Abdullah-ı Rûmî'nin sağlığında âdâb ve erkân açısından son şeklini almamakla birlikte Müzekki'n-nüfûs'unda yer alan, "Mısır'da, Şam'da, Acem'de, Türk'te dostlarımız vardır" ifadesiyle divanındaki, "Aşk sayrusu olanlara gelsinler tîmâr eyleyem" diye başlayan mısralarından onun hayatında tarikatlaşmanın belli bir mesafe katettiği söylenebilir. Tarikat, Eşrefoğlu'nun halifesi Abdürrahim Tirsî (ö. 926/1520) ve torunu Şeyh Hamdi Efendi ile (ö. 1012/1603) kuruluş safhasını tamamlamıştır.

Eşrefiyye'nin XX. yüzyılın başlarına ulaşan silsilesinde bulunan sûfîler sırasıyla şunlardır: Sır Ali Efendi, Hamdî-i Sânî, Lutfullah Efendi, Ahmed Efendi, Eşref-i Sânî, Abdullah Efendi, Sâlih Efendi, Abdülkādir Efendi, Muhyiddin Efendi, Şerefeddin Efendi, Eşrefzâde İzzeddin Efendi, Abdullah Efendi, Avnullah Efendi, Fahreddin Efendi, Eşrefzâde Ahmed Ziyâeddin Efendi, Mehmed Fahreddin Efendi, Nâfiz Efendi, Ahmed Ziyâeddin Efendi.

Eşrefiyye'nin İznik'te Eşrefoğlu Rûmî'nin kurduğu ilk tekkeden sonra ikinci derecede önemli yeri Bursa'daki İncirli Dergâhı'dır. Başlangıçta tarikatın âsitânesi İznik Dergâhı iken XVII. yüzyıldan itibaren bu fonksiyonu İncirli Dergâhı üstlenmiştir. Bursa'da bulunan Eyüp Efendi, Yâkub Efendi ve Karabaş zâviyeleri de kuruluş itibariyle Eşrefî değilse de daha sonra bu tarikata mensup şeyhlerin eline geçmiştir. İznik'teki dergâhın dördüncü postnişini Hamdî-i Evvel'in oğulları Abdülmü'min ve Lutfî efendilerin gayretleriyle Bursa Lefke'de kurulan tekke, sekizinci postnişin Ahmed Efendi'nin oğlu Abdullah Efendi'nin Pazarköy'de kurduğu dergâh ile Eşref-i Sânî'nin oğlu Muhyiddin Efendi'nin Gemlik Küçükkumla'da açtığı zâviye Eşrefiyye'nin bu bölgelerdeki en önemli faaliyet alanlarıdır. Tarikatın İzmir Nif'te de (Kemalpaşa) bir dergâhının bulunduğu bilinmektedir. XVIII. yüzyıldan sonra Salı Tekkesi diye de anılan Bursa Çatalfırın'daki Nu'mâniyye Dergâhı tarikatın önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Günümüzde Bursa'da ayakta kalan çok az sayıdaki tekkeden biri de budur. Sâdık Vicdânî'nin verdiği bilgiye göre, Kādiriyye'nin Rûmiyye kolunun merkez tekkesi olan İstanbul Tophane'deki dergâhta XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren hizmet veren şeyhler Eşrefî icâzetine de sahip olduklarından intisap edenleri kabiliyetlerine göre bu iki koldan birinin âdâb ve erkânına göre yetiştirmişlerdir (Tomar-Kādiriyye, s. 54).

Eşrefi dergâhlarında genellikle perşembe akşamı yatsı namazından sonra icra edilen zikir şöyle yapılır: Önce kuûdî olarak Fâtiha sûresi, Kādirî evrâdı okunur ve kelime-i tevhid zikri yapılır. Daha sonra Eşrefoğlu'nun, "Cem' olmuş dervişleri pîrim Abdülkādir'in" mısraıyla başlayan ilâhisiyle kıyâmî zikre başlanır. Devranın seyrine göre ilâhi ve kasideler okunur. Devran sona erince şeyh efendinin "yâ Allah hû" nidası üzerine zâkirlerden biri yüksek sesle, "Ve salli alâ eşrefi ve es'adi nûri cemîi'l-enbiyâi ve'l-mürselîn ve âlihim ve'l-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn" der. Bir zâkir aşr-ı şerif okur. Şeyh efendi ve varsa diğer şeyh efendiler teklif üzerine dua ederler, gülbank çekilir. Gülbankten sonra misafir şeyhlere ve halifelere Fâtihalar verilir. Daha sonra makam şeyhi, "Tekabbelallah minnâ, yâ Allah hû" diyerek secde durumuna gelir. "Es-selâmü aleyküm" deyince orada bulunanlar da aynı duruma geçerek, "Ve aleykümü's-selâm ve rahmetullāhi ve berekâtühû" derler ve âyin böylece sona erer.

Eşrefzâde Sır Abdülkādir (ö. 1176/1762), raks ve devrana yöneltilen itirazlara cevap vermek üzere kaleme aldığı Sırrü'd-deverân adlı eserinin birinci ve ikinci babında Kur'an'da, hadislerde zikirle ilgili tesbit ve tavsiyeleri sıraladıktan sonra üçüncü babda Eşrefî devranındaki hareketlerin açıklamasını yapmıştır. Ona göre devran ruhun şehâdet âlemine ve ardından esas vatanına dönmesine, dergâha dervişlerin kapıdan tek tek girmeleri, gayb âleminde kendi kabiliyetlerine uygun bir hali seçmelerine, halka olmaları cennet bahçesine, zikir esnasında bazı dervişlerin başlarını, bazılarının da vücutlarını hareket ettirmeleri meşreplerin farklılığına işarettir. Daire halinde iken "lâ ilâhe illallah"ın tekrar edilmesi nefisle cihada işaret olduğu gibi kolkola girilerek "hay" isminin zikredilmesi meleklerin arşın etrafında tavaf etmelerine benzetilir. Zikre iştirak edenlerin bir araya gelip "top" olmaları cem' mertebesini, küllî fenâyı, ayrılarak kelime-i tevhide devam etmeleri ise cem'u'l-cem'i sembolize eder.

Eşrefiyye'nin "tertîb-i eşrefî" adı verilen ve her gün okunması gereken evrâdı şudur: 100 istiğfar, 25 İhlâs, 25 Fâtiha, 100 salavat, 300 kelime-i tevhid. Tarikat mensuplarının seyrüsülûk yaptıkları esmâ sırasıyla şöyledir: "Lâ ilâhe illallah, Allah, hû, hak, hay, kayyûm, kahhâr, settâr, müheymin, bâsıt, vedûd, hâdî." Tarikatın evrâdı ise eûzü besmele ve Fâtiha sûresiyle başlayan, Hz. Peygamber'in güzel vasıflarını sıralayan uzunca salâtüselâmdan ibarettir. Evrâd-ı Eşrefiyye, evrâd-ı şerîfe-i Eşrefiyye olarak bilinen bu metnin bir kısmı Hüseyin el-Hamevî'ye, bir kısmı da Abdülkādir-i Geylânî'ye ait olup Eşrefoğlu tarafından tertip edilmiştir. Evrâdın Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin ve Mehmed Nâcî Efendi tarafından yapılan tercüme ve şerhleri basılmıştır (İstanbul 1282). Sâdık Vicdânî bu evrâd hakkında bilgi verdikten sonra evrâdın metniyle tercüme ve şerhini ilâve etmiştir (Tomar-Kādiriyye, s. 74-81). Eşrefiyye mensuplarının sabah namazından sonra okudukları "seyyid-i istiğfar" ise daha uzun olup âyet ve dualardan oluşur. Sabâ makamında okunan "lâ ilâhe illallah" zikrini de ihtiva eden seyyid-i istiğfar, Fâtiha ve gülbank ile sona erer. Sabah namazının farzı kılındıktan sonra ise "evrâd-ı fethiye" okunur. Yatsı namazının ardından okunan istiğfar, salavât-ı şerîfe ve usûl-i Eşrefiyye şöyledir: Salâtüselâm (üç defa), fa'lem ennehû lâ ilâhe illallah (on iki defa), Allah (on iki defa), lâ ilâhe illallah (on iki defa). Duadan sonra Eşrefî gülbangi okunur.

Eşrefî kültürünün temel kitabı tarikat pîrinin Müzekki'n-nüfûs adlı eseridir. Bu eserde genel olarak tasavvuf ahlâkıyla ilgili görüş ve yorumlar sade bir Türkçe ile ve yer yer menkıbelerle anlatılır. Müzekki'n-nüfûs yalnız tasavvufî muhitlerde tutunmamış, Muhammediyye ve Envârü'l-âşıkīn gibi halka mal olmuş, toplumun din ve ahlâk anlayışına tesir etmiş, kendisinden sonra kaleme alınan bu tür eserlerin kaynaklarından biri olmuştur. Eşrefoğlu'nun divanı da tasavvufî muhitlerin görüş ve zihniyetlerine tesir eden başlıca eserlerdendir. Tarîkatnâme ise bu adla yazılan Türkçe eserlerin en eskisidir ve Eşrefîyye'nin âdâb ve erkânının oluşmasında doğrudan etkili olmuştur.

Eşrefiyye'nin Osmanlı döneminde en canlı tasavvufî cemaatlerden olmasının sebeplerinden biri, tarikat pîrinden itibaren birçok postnişinin şiir ve tasavvuf başta olmak üzere değişik alanlarda eser vermiş olmasıdır. Abdürrahim Tirsî, Hamdî-i Evvel, Sır Ali Sultan, Lutfullah Efendi, Eşref-i Sânî, Abdülkadir Efendi divan sahibi şair sûfîlerdir. Abdülkadir Efendi'nin Sırrü'd-deverân (Devrannâme), İbrâhim Eşrefî'nin Risâle-i Gülâbâd gibi doğrudan tasavvuf ve tarikat kültürüyle ilgili eserlerinin yanında Eşrefzâde İzzeddin Efendi Enîsü'l-cinân adlı Arapça bir tefsir kaleme almış, oğlu Abdülkadir Necib Efendi bu eseri Zübdetü'l-beyân adıyla telhis etmiştir. Eşrefzâde Ahmed Ziyâeddin Efendi'nin Gülzâr-ı Sulehâ ve vefeyât-i urefâ adlı eseri Bursa'da yaşayan şair ve sûfîler konusunda önemli bir vefeyât kitabıdır. Eşrefoğlu Rûmî hakkında Abdullah Veliyyüddin Bursevî'nin kaleme aldığı Menâkıb-ı Eşrefzâde ile başlayan menâkıbnâme yazma geleneği İzzeddin Ahmed Efendi'nin, mürşidi Mustafa Efendi'nin hayatı, fikirleri ve menkıbeleri hakkında kaleme aldığı Hediyyetü'l-fukarâ adlı eseriyle devam etmiştir.

Diğer tarikatlarda olduğu gibi Eşrefiyye kıyafetinin de temel iki unsuru taç ve hırkadır. "Eşrefî gülü" diye de adlandırılan tacın üst kısmı gülün yapraklarına benzer ve merkezden dışa doğru üç halkalıdır. Beyaz çuha üzerine işlenen bu dairelerin birinci katında beş, ikincisinde altı, üçüncüsünde yedi yaprak bulunur. Bu gül deseninde sarı, beyaz, kırmızı ve siyah olmak üzere dört aslî renk kullanılır. Taçtaki terk sayıları, kullanılan renkler ve harfler hakkında açıklamalar yapılmıştır. Eşrefî şeyhleri beyaz, dervişleri yeşil taç kullanırlar.

Zamanımızda mayıs ayının ilk pazar günü İznik'te Eşrefoğlu için anma günü düzenlenmekte ve geleneğe uyularak misafirlere köfteli çorba ikram edilmektedir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA