Ehl-i Kıble Ne Demektir?

"Kâbe'ye doğru yönelerek namaz kılanlar" anlamındaki ehl-i kıble (ehlü'l-kıble) tamlaması, İslâm literatüründe çeşitli kelâm ekolleri tarafından, kendilerince küfre girmediği kabul edilen ve Kâbe'ye doğru yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan (veya bunu bilfiil icra eden) değişik mezheplere bağlı bütün müslüman zümreleri ifade etmek üzere kullanılan bir tabirdir. Kur'an ve hadis metinlerinin İslâm âlimlerince farklı şekillerde yorumlanmasının bir sonucu olarak müslümanlar arasında bazı fikrî ihtilâfların ortaya çıktığı, sonuçta değişik itikadî ekollerin oluştuğu, bunların da kendi görüş ve çözümlerini benimsemeyen grupları yanlış yolda addettikleri tarihî bir gerçektir. Bu sebeple İslâm düşünce tarihinde iman ile küfür arasındaki sınırı tesbit etme ve İslâm statüsünde kalabilmek için gerekli asgari şartların nelerden ibaret olduğunu belirleme faaliyetine daha ilk dönemlerden itibaren başlanmıştır. Farklı ekollere bağlı olmakla beraber mutedil ve müsamahakâr çizgide yer alan İslâm ulemâsının büyük çoğunluğu, kendileri dışında kalan diğer mezhep mensuplarını müslüman sayabilmek için onların Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna inanmalarının yanında "zarûrât-ı dîniyye" denilen temel İslâmî hükümleri kabul etmelerini gerekli görmüşlerdir. Öte yandan pek çok sahih hadiste de vurgulandığı gibi Kâbe'ye doğru yönelerek namaz kılmak en faziletli amel kabul edilmiş ve bu ibadetin farziyetine inanan, bu temel hükmü benimsediğini sözleriyle (bazılarına göre fiilleriyle) ortaya koyan kimseler İslâm dairesi içinde sayılmıştır. Nitekim kelâm âlimleri de muhtemelen Hz. Peygamber'in konuyla ilgili hadislerini dikkate alarak namaz kılmayı müslüman olmanın ayırıcı vasfı kabul etmiş ve Kâbe'ye doğru yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan (veya bunu bilfiil icra eden) değişik mezheplere bağlı bütün müslümanları kapsayan bir ifade olarak başlangıçta daha çok ehl-i salât* tabirini kullanmışlardır. Ancak kelâm ekollerinin farklı iman tanımları ile amel - iman ilişkisi konusunda birbirine aykırı düşen görüşlerinin keskinleşmesi sonunda zamanla ehl-i salât yerine ehl-i kıble tabiri tercih edilerek daha yaygın bir şekilde kullanılır hale gelmiştir.

Ehl-i kıble tabiri hakkında, imanın tarifi ve muhtevası konusundaki ihtilâflar sebebiyle kelâm âlimleriyle fukahanın birbirinden farklı tanımlar verdiği görülmektedir. Ümmetin birçok hususta ihtilâfa düşerek çeşitli fırka ve gruplara ayrıldığını kabul eden, ancak geniş bir müsamaha anlayışıyla İslâm'ın bütün bu fırka ve grupları sinesinde topladığını savunan Ehl-i sünnet kelâmcıları, bu terimin genellikle "Kâbe'ye doğru namaz kılmanın farziyetini kabul edenler" mânasını taşıdığını ifade etmişlerdir. el-Fıkhü'l-ekber'in ünlü şârihi Ali el-Kārî bu konuda daha ayrıntılı bir tanım vererek "âlemin hudûsü, cesetlerin haşri, Allah'ın hem külliyyâtı hem de cüz'iyyâtı bilmesi ve zarûrât-ı dîniyye gibi temel konular üzerinde ittifak eden kimselerin ehl-i kıbleyi oluşturduğunu" söyler. Bu tanımlardan ehl-i kıble terkibinin, çeşitli fırkalar tarafından ortaklaşa kullanılabilen ve müslüman kabul edilmesi gereken bütün zümreleri kapsayan bir tabir olduğu anlaşılmaktadır. Seyyid Şerîf el-Cürcânî de et-Taʿrîfât adlı eserinde, ehl-i ehvâ*yı "inançları Ehl-i sünnet akîdesiyle çelişen ehl-i kıble" olarak tanımlamak suretiyle ehl-i kıble ifadesinin müslüman kabul edilmesi gereken bütün fırkaları içine alan bir tabir olduğu görüşüne katılmıştır. Nitekim Ehl-i sünnet tarafından ehl-i ehvâ veya ehl-i bid'at sayılan Mu'tezile âlimleri de kendi mezhepleri dışında kalan müslümanlardan "ehl-i kıble" diye söz etmişlerdir.

Bir müslümanın veya müslüman sanılan bir kişinin İslâm dairesinin dışına çıktığını ilân etme konusunda temkinli hareket etmeyi prensip edinen Ehl-i sünnet ulemâsı ile fukahanın büyük çoğunluğu ehl-i kıbleyi küfre nisbet etmemişlerdir. Bu sebeple "ehl-i kıblenin tekfir olunmayacağı" hususu Ebû Hanîfe'den itibaren Ehl-i sünnet'in genel prensipleri arasında yer almıştır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA