Günümüz Türkçe'siyle "duyulur" (İng. ve Fr. sensible) olan, yani duyularla algılanabilen nesne ve niteliklerin tamamı klasik İslâm felsefe terminolojisinde Arapça mahsûs kelimesiyle ifade edilmiştir. Mahsûs, hissî terimiyle eş anlamlı olup "akılla algılanan nesne ve kavramlar" anlamındaki ma'kūlün zıttıdır. Eski Yunan felsefesindeki karşılığı aistheton, Latince'deki karşılığı sensibile, sensibilis veya sensatum şeklindedir. Batı felsefesi okumuş modern Osmanlı aydını "sensible" terimini yine mahsûs ile karşılamıştır (İsmail Fenni, s. 629). Mahsûs kelimesi modern Arapça'da da kullanılmaktadır (Cemîl Salîbâ, II, 356-357). Tehânevî aynı anlamdaki hissî, hissiyyât ve mahsûs kelimelerini ayrı maddeler halinde kaydederek kavramın çeşitli yönlerine işaret etmiştir (Keşşâf, I, 302-308). Grek felsefesinden bu yana mahsûs duyulur nesnelerin ontolojik gerçekliği, duyulur varlıklar hakkındaki bilginin değeri ve duyu algısının psikolojisi açılarından ele alınmıştır.
Eflâtun felsefesinde gerçek varlık idealardır ve onların taklidinden ibaret olan duyulur âlem bir imge-varlıktan ibarettir. Duyulur varlık bize ancak zanna dayalı bilgi verebilir. Hocasının idealar öğretisine karşı çıkan Aristo'ya göre ise gerçek olan yalnızca duyulur nesnelerdir. Bunlardan bir kısmı tek tek duyulara karşılık gelirken hareket, büyüklük, sayı gibi bir kısmı müşterek duyu tarafından algılanmaktadır. Duyum, duyulur bir formun maddesiz olarak algılanmasıdır. Eflâtun'un algılanan nesneye nisbet ettiği etkileme gücü Aristo'da duyu organının algılama gücü şekline dönüşmüştür. Algılanan duyulur nesne algılayandan, yani fiilî gerçeklik algının oluşmasından daima öncedir (On The Soul [De Anima], II, 412a, 418a; III, 425b-426b; krş. Peters, s. 12-14).
Ya'kūb b. İshak el-Kindî duyulur varlıkların (mahsûs) fizikî gerçekliğinin yanı sıra tikelliğini de vurgular. Tümel kavramlar akılla kavranırken tikeller duyularla algılanmaktadır. Dolayısıyla mahsûsâtın al-gılanışı kavram düzeyinde olmayıp imge (misal) düzeyinde gerçekleşir (Resâʾil, s. 107-108). Bu sebeple mahsûs, "algılanan (algılanabilir) cismanî form" şeklinde tanımlanır (a.g.e., s. 167). Kindî bütün duyulur nesnelerin nihaî ilkesini "bir"e, teşkil ettikleri kozmolojik birliği ise O'ndan taşan birlik feyzine bağlamaktadır (a.g.e., s. 162). Fârâbî de mahsûsâtı ruhun güçleri bağlamında ele almaktadır. Arzu gücü, beş duyu ile algılanan nesnelere karşı ruhta hazza yönelme ve acıdan kaçınma iradesini doğurur. Mahsûsâta ait formları kendinde saklayan ve beş duyu ile algılanmadıkları esnada onları düşleyen güç ise mütehayyiledir. Onun bu etkinliğine arzu gücü eşlik ederek duyu formları düzeyinde olduğu gibi yöneliş ve kaçınma iradesini ortaya çıkarır (el-Medînetü'l-fâżıla, s. 87-89; krş. es-Siyâsetü'l-medeniyye, s. 33). İhvân-ı Safâ Resâʾil'in "el-Hâss ve'l-mahsûs" başlıklı bölümünü duyu al-gısı, duyulur nitelikler (el-umûru'l-mahsûse) ve duyulur formlar (rüsûmü'l-mahsûsât) kısımlarına ayırmıştır (II, 401, 415).
Psikoloji alanında Aristo'yu izleyen İbn Sînâ, mahsûsâtın (hissiyyât) dış ve iç algı güçlerince algılanış biçimini ayrıntılı şekilde ele almıştır. Filozofa göre beş duyu organının her biri kendi işlevine karşılık gelen duyulur nitelikleri algılarken aynı zamanda nesnedeki büyüklük, küçüklük, konum, hareket, yakınlık, uzaklık gibi ortak nitelikleri de belli ölçülerde algılamaktadır. Beş duyuda algılanan nitelikler dış dünyada mevcuttur ve duyu organını bu sebeple etkilemektedir. Dolayısıyla Demokritos ve bazı atomcu filozofların dış dünyada duyulur niteliklerin varlığını inkâr eden veya onları sadece atomların şekillerine indirgeyen yaklaşımları yanlıştır. Aynı şekilde duyulur niteliklerin algılanışında organların başlangıçtaki rolünü devre dışı bırakan antik görüşler de hatalıdır (Avicenna's De Anima, s. 62-67, 159-161). İbn Sînâ, Fârâbî'nin ardından mahsûsât teriminin epistemolojik anlamını belirginleştirerek kendisinden sonra çok yaygınlaşacak olan bir yakīn teorisi geliştirmiştir. Filozofa göre burhanî kıyaslar kesin önermelerden (yakīniyyât) kuruludur ve duyu algısına dayalı mahsûsât önermeleri ("Kar beyazdır" gibi), apriori (evveliyyât) ve empirik (tecribiyyât) önermelerle birlikte bu sınıfa dahildir (en-Necât, s. 113-122, 126).
Osmanlı medrese eğitiminde merkezî bir öneme sahip olan Cürcânî'nin Şerḥu'l-Mevâḳıf'ında kavram aynı bağlamda ele alınmış ve duyulur nesnelere dair bilginin (hissiyyât) imkân ve değerini reddedenler eleştirilmiştir. Bu konuda dinin ve aklın ilkelerine uyan görüş, hem duyularla elde edilen hem de aklî ilkelere dayalı bilginin kesinlik taşıdığı görüşüdür (I, 29). Cürcânî ayrıca, beş duyu algısına karşılık gelen duyulur niteliklerin (el-keyfiyyâtü'l-mahsûse) algılanışı meselesini ayrıntılı biçimde incelemektedir (a.g.e., I, 235-270).
Duyulur varlıkların tamamını ifade eden "âlem-i mahsûs" tabiri özellikle İşrâkī ve tasavvufî düşünce geleneğinde sıkça kullanılır ve Eflâtun'un duyulur âlem tabirinde olduğu gibi fizik evreni ifade eder (meselâ bk. Şehâbeddin es-Sühreverdî, s. 162; Abdülkerîm el-Cîlî, s. 131, 152, 327, 421, 429).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi