Araz sözlükte, "sonradan ve tesadüfen ortaya çıkan, ansızın baş gösteren, varlığı devamlı ve zorunlu olmayan durum; hastalık, felâket" gibi anlamlara gelir. Kelime Kur'ân-ı Kerîm'de dört âyette geçmekte (bk. en-Nisâ 4/94; el-A'râf 7/169; el-Enfâl 8/67; en-Nûr 24/33), bu âyetlerin hepsinde de onunla, geçiciliği ve değersizliği dolayısıyla dünya malı kastedilmekte, ayrıca aynı kökten gelen ârız kelimesi de "beklenmedik bir anda ortaya çıkan bulut" karşılığı olarak zikredilmektedir (bk. el-Ahkāf 46/24). Araz hadislerde de dünya malı anlamında kullanılmıştır.
Cevher* ve araz kavramlarının İslâm düşünce tarihinde felsefe, mantık ve daha geniş bir şekilde kelâm terimleri olarak kullanılmasına Aristo'nun eserleri ve Porphyrios'un, onun Kategoriler'ine giriş olarak yazdığı Isagoge'nin (Îsâġūcî) Arapça'ya tercüme edilmesiyle başlanmıştır. Fârâbî bu esere bir hâşiye yazmış, bilhassa İbn Sînâ Aristo'nun cevher ve araz görüşünü geniş bir şekilde incelemiştir.
Aristo arazı, "bir şeye ait olan ve onun hakkında doğru olduğu tasdik edilen, ancak ne zorunlu ne de çoğu zaman karşılaşılan şeydir" şeklinde tarif etmiştir (Metafizik, 1025a 10). Ona göre arazın tamamıyla tesadüfî yani belirsiz bir sebebi vardır; cevherin aksine hiçbir arazın varlığı kendi tabiatının gereği değildir. Bu sebeple araz oluş ve bozulma (kevn ve fesad) kanununa da tâbi değildir. Meselâ yaz mevsiminde günün çok soğuk ve fırtınalı olması, devamlı veya çoğu zaman görülen durum olmayıp bir tesadüf yani arazdır. Arazlar belli hiçbir sanat ve yeteneğin sonuçları da değildir; çünkü araz olarak var olan şeylerin sebepleri de tesadüfîdir. Bu yüzden Aristo'ya göre arazların ilmi olmaz. Zira yalnızca zorunlu veya çoğu zaman olan şeylerin ilmi olur; oysa arazlar "var olmayana benzer şeyler"dir.
İslâm filozofları genellikle cevherin zıddı saydıkları arazı kısaca, "bir konuda bulunan durum" şeklinde tarif etmişlerdir (İbn Sînâ, en-Necât, s. 201; İbn Rüşd, s. 79, 80). Kindî'de arazın en geniş ve açık tarifi şöyledir: "Cevherin zıddı olup bizzat var olmayan, ancak herhangi bir konuya (mevzu) dayanan ve onunla birlikte var olabilen, onun yok olmasıyla ortadan kalkan şey" (Resâil, I, 62). Bütün İslâm filozofları Îsâġūcî'deki küllîler şemasını (Porphyrios ağacı) ve Aristo'nun kategoriler tasnifini aynen almışlar ve önemle işlemişlerdir. Küllîler genellikle cins, nevi (Kindî'nin tasnifinde sûret), fasıl, araz-ı hâs ve araz-ı âm (Îsâġūcî'de izâfet) şeklinde gösterilir. Bunların ilk üçü cevher, diğer ikisi de arazdır. Araz-ı hâs, gülme örneğinde olduğu gibi, yalnızca bir konuya has olan (gülme-insan), araz-ı âm ise beyaz örneğinde olduğu gibi, birçok konuya yüklenebilen arazdır. Mantığa dair eserlerinde küllîler şemasını geniş olarak inceleyen Fârâbî, arazları konu (cins, nevi) ile ilgisi bakımından mufârık (konusundan ayrılabilen) ve gayr-ı mufârık olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Meselâ esmer olma (siyahlık) insan için mufârık olduğu halde katran için gayr-ı mufârıktır. Çünkü insan beyaz tenli de olabilir; oysa katran daima siyahtır. İster mufârık ister gayr-ı mufârık olsun bütün arazların bir şeyi diğerinden ayıran durumlar olduğu söylenebilir. Şu var ki mufârık arazların bir kısmı bir konuda bir defa ortaya çıkınca artık bir daha ondan ayrılmaz (körlük gibi); bir kısmı ise sürekli değişebilir (oturmak, kalkmak gibi). Fârâbî'ye göre bu sonuncu arazlar şeylerin geçici tanıtımlarına elverişli olabilirse de asıl ve güvenilir tarifler birinci türden arazlarla yapılmalıdır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi