Ancak revak uygulamasının asıl sebebi güneşten korunmuş gölgelik bir hacim elde edebilmektir. Mimari cephelerdeki sütun destekli örtü uygulaması örtücü özellik göz önüne alınmaksızın "colonnade" olarak adlandırıldığı gibi desteklerin birbirine kemerlerle bağlanmış olması dolayısıyla "arcade" dendiği de olur. Bu tanımlamalar, sadece destek sırası ya da kemer düzenini esas aldığından tam anlamıyla revakla örtüşmez. Revak destek, örtü ve bunların bağlandığı duvarı topluca içeren bir mekânın adıdır.
Mimarlık tarihinde revak uygulamasının sıcak iklimlerde ortaya çıkarak yayıldığı açıktır. Böyle bir mekân yağmur ve rüzgârdan çok güneşten korunma açısından daha işlevseldir. Tarihin en eski çağlarından bu yana işlev biçimini belirlerken revakın en yalın örnekleri sıcak bölgelerin konut mimarisinde karşımıza çıkar. Arkeolojik kalıntılara göre Mezopotamya'dan Hitit kültür çevresine kadar uzanan bölgelerde görülen ve "hilani" adıyla tanımlanan oluşum bir yönden dışa açık üç yönden duvarlarla çevrili hacimde sütunlarla taşınan örtülü hacmi tanımlamaktadır. Bunlar daha sonraki megaronlar ve Grek tapınaklarının giriş cephesi için kaynak olmuştur. Ortaçağ sonuna kadar Bağdat ve bölgenin diğer şehirlerindeki evlerin avlularında direklerle taşınan örtmeler kullanılmıştır ki "tarma" adı verilen bu uygulama revakla daha yakından ilişkilidir.
Eski Mısır tapınaklarının avlularını çeviren ve çok defa taş hatıllarla üstten birbirine bağlanan sütun sıraları gölgelik işlevini görmekle birlikte cephelere olağan üstü bir hareketlilik vermekteydi. Bu kültür çevresindeki uygulamaların en azından üç binyıllık bir geleneğe dayanmasına karşılık Ege adaları, Batı Anadolu ve kıta Yunanistan'ında benzeri mekânların ortaya çıkışı daha sonradır. Grek tapınaklarının duvarları boyunca dıştan bir sıra sütunla çevrili olması, çepeçevre oluşturulan dış galeri (peripteros) aynı anlayışın anıtsal bir uygulamasıydı.
Eski Grek agoralarının çevresinde yer alan stoalar, pazar yerinde alışveriş yapanların ya da sadece gezip dolaşanların sığındıkları serin ve gölgelik mekânlardı. Bu revakların altında yürüyerek felsefe tartışmaları yapan Stoacılar'ın İslâm felsefesinde Revâkıyyûn adıyla tanımlanması stoa ile revakın anlam boyutunda örtüştüğünü gösterir. Roma ve Bizans şehirlerinde her zaman rastlanan direkli kaldırım geleneği, özellikle bu caddelerde hayvan ve araba trafiğine karşı yayaların rahatça yürüyüp alışveriş edebilecekleri kaldırımları örterken sahildekilerin bir kısmı belki kayıkhâne işlevi görüyordu.
İstanbul'un Osmanlı dönemindeki önemli gezinti ve eğlence merkezlerinden Direklerarası, Vezneciler'den Şehzade Camii'ne kadar uzanan caddedeki sütunlu kaldırımlar dolayısıyla bu adı almıştı. Sıra dükkânlar önünde birbirine kemerlerle bağlanmış olan mermer sütunlar XX. yüzyıl başındaki yol genişletme çalışmaları sırasında ortadan kaldırılmıştır. Benzeri bir uygulama Cerrahpaşa'daki Avratpazarı'nda da vardı.
Ortaçağ İslâm mimarları, revakı iç ve dış mimaride farklı ölçü ve biçimlerde uygularken yarı açık olan bu mekânı son sınırlara varan denemelerle çeşitlendirdiler. Yapıların dış duvarlarına sokak kenarında bitişik olan sıra dükkânların önünde gölgelik işlevi gören revak, medrese ve cami avlularında geniş orta açıklıkları çepeçevre kuşatacak şekilde uygulanırken bazı örneklerde ikinci bir revak katı oluşturulabiliyordu.
Revak uygulamasının erken tarihli anıtsal örneği Tunus Kayrevan'da IX. yüzyıla ait Sîdî Ukbe Camii'nde görülmektedir. Kapalı mekâna giriş cephesinden bağlanan büyük revaklı avlu, her biri cephede çift sütunçelerle zenginleştirilmiş örme taş ayaklarla desteklenen kemerler düz avlu zeminini hareketlendirirken üst örtü çevrede genişçe bir gölgelik sağlar. 972'deki ilk yapıdan sonra özellikle Memlük ekleriyle günümüze ulaşan Kahire Ezher Camii'nin avlu revakları yine dikdörtgen bir plana göre sıralanırken kemerleri destekleyen narin sütunlar üçlü gruplar halinde girişi vurgulamaktadır. Oldukça yüksek tutulan çatı ile kemerler arasındaki geniş yüzeyler niş ve madalyonlarla hareketlendirilmiştir.
Türk mimarlarının Anadolu'da revak uygulaması XIII. yüzyılın açık avlulu medreseleriyle başlar ve bu yapılarda Osmanlı mimari geleneği boyunca devam eder. İbadet yapılarındaki uygulamalar, sanat tarihi terminolojisinde "son cemaat yeri" olarak tanımlanan giriş ünitelerinde zaten vardı. Avrupa terminolojisinde "portik" diye tanımlanan giriş üniteleri aslında üç ya da beş gözlü "revâku'l-medhal" kavramıyla örtüşmektedir. Ancak avluyu çeviren revak kavramı önce medreselerde başlamış, zaman içinde ibadet yapılarının girişine eklenen avluları da kuşatmıştır. 1376 tarihli Manisa Ulucamii büyük sultan camilerinden çok önce, üstelik Bursa, Edirne ve İstanbul gibi merkezlerin dışındaki bir uygulama olarak dikkat çekicidir. 1447'ye doğru tamamlandığı anlaşılan Edirne Üç Şerefeli Cami, ortasında şadırvanı olan kubbeli revak uygulamasıyla yeni bir aşamayı temsil eder.
İstanbul'un başşehir olmasıyla birlikte revakın sadece camilerde değil her yapı tipinde en akılcı biçimde uygulandığı, Selçuklu ve Beylikler dönemi boyunca denenen teknolojinin başşehir dokusuna katıldığı görülür. Topkapı Sarayı yakınında Fâtih Sultan Mehmed döneminin eseri olan Çinili Köşk (1472), sivil anıtsal mimarinin bir temsilcisi olarak cephesi bütünüyle çift katlı revakla tasarlanmış en zengin örnektir. Ortada zengin çinili eyvanı vurgulamak üzere genişletilen kemer ve ayak açıklığı, ayrıntılı taş dekorasyonu ince ve zarif desteklerin etkisini büsbütün arttırmakta, iki kat halinde düzenlenen revak bütün cepheyi dönemin eşsiz bir örneği olarak sunmaktadır.
Mimaride Sinan okulu revak kavramını âbidevî camilere eklerken bu unsuru cephe tasarımının en etkili unsurlarından biri olarak değerlendirmiş, tek ya da çift katlı uygulanan bu unsur klasik dönemden sonra da varlığını sürdürmüştür. Süleymaniye Camii'nin (1557) yan cephelerine yerleştirilen revaklar, daha önce Şehzade Camii'nde (1548) tek kat halinde uygulandıktan sonra yepyeni bir tasarım anlayışıyla ele alınır. Yan cephelerin ana düşey unsurları olan ağır kütleli payanda kulelerini ortada enlemesine dengelemek üzere dışa çıkıntı yapan bir çatı ve kemer sıralarıyla dış avluya açılan çift katlı revak sistemi cephenin en etkili unsurlarından biri olarak dikkati çeker. Türk evlerinde ve saraylarında görüldüğü üzere hafif meyilli sundurma, altındaki yarı açık mekânla birlikte ibadet işlevinden çok yapı kütlesindeki piramidal inişi plandaki son sınırlarına ulaştıran bir unsur olarak düşünülmüştür. İki kat halinde üstü örtülü gezinti yerleri gibi tasarlanan galeriler cepheyi yer yer gölgelemekte, üst kat kemerlerinden bazılarında görülen küçük ölçü değişiklikleri tekdüze etkiyi ortadan kaldırmaktadır. Alt kat revakı cami planının toprak sınırını teşkil eden abdest musluklarıyla hareketlendirilirken üst katın monolit sütunları koyu derinliğin önünde sıralanmakta, renkli kemer taşlarının kontrası cepheye resimsel bir güzellik vermektedir. Giderek gölgelik işlevinin ötesinde yapının görsel etkisini arttırarak kütle kompozisyonuna katılan revak farklı yapı tiplerine uygulanmıştır. Süleymaniye hazîresindeki Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi'nde az rastlanan bir deneme olarak revak yapı kütlesini dıştan kuşatan bir galeriye dönüşerek hâricî tarik görevini üstlenir. Basit konut mimarisinin girişindeki bir portik ile başlayan uygulama, büyüyen yapı boyutlarıyla birlikte giderek destek sayısının arttırılmasıyla uzun ve dirsekli galeriler halinde uygulanarak İslâm mimarisinin üslûp belirleyici bir unsuru haline gelmiştir.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ