Türk Düşüncesi Nedir? Türk Düşüncesi Hangi Tarihler Arasında Çıkmıştır?

Yayın hayatına Peyami Safa yönetiminde 1 Aralık 1953’te başlayan Türk Düşüncesi edebiyatın yanı sıra mûsiki ve resim gibi güzel sanat dallarına, zaman zaman siyasî konulara da yer veren muhafazakâr bir dergidir

Nitelikli polemik ve anketlerle, son dönemlerinde siyasal ve sosyal konuların işlendiği özel sayılarıyla dikkati çeker. Toplam altmış üç sayı yayımlanmıştır. Yazı kadrosunda Peyami Safa dışında Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Mesut Cemil Tel, Agâh Sırrı Levend, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Behçet Kemal Çağlar, Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Ateş, Nurettin Sevin, Elif Naci, Vecdi Bürün, Ahmet Kutsi Tecer, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi yazar, şair ve bilim adamları vardır. İleriki sayılarda bu imzaların bir kısmı ortadan kalkarken yeni imzalar görülür. Türkiye'nin meselelerini yeni bir bakış açısıyla ele alma iddiası taşıyan ve 46. sayısına kadar aylık, daha sonra iki ayda iki sayı bir arada çıkan dergi yayımına 1956, 1958 ve 1959 yıllarında üç ile yedi ay arasında değişen sürelerle ara vermiştir. Son sayılarının zor şartlarda çıkarıldığı ve neşrine her an son verilebileceği bilinmekteydi. Dergi 27 Mayıs 1960 askerî darbesiyle kapatılmıştır.

"Türk Düşüncesi" imzasıyla derginin çıkış gerekçesinin açıklandığı "Program" başlıklı yazıda Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Sebîlürreşâd ve İctihad mecmualarının, Türk ve müslüman kalarak Avrupalı gibi düşünmek ve yaşamak zorunda bırakılan bir millete ait tek realitenin üç cephesini birbirinden ayıran ana düşünce akımlarını temsil ettiği için uzun ömürlü olduğu, Cumhuriyet'ten sonra yayımlanan dergilerden çoğunun böyle bir ana düşünce taşımadığından fazla yaşamadığı, esasen Meşrutiyet'ten bu yana çıkan fikir dergilerinden hiçbirinin XX. yüzyılın büyük meselelerini ve bunların millî kaderle ilgisini sezemediği, hemen hepsinin çoktan tarihe karışan bir Avrupa'yı, yani XIX. yüzyılın ilk üç çeyreğinde kalmış ve bugün tamamen terkedilmiş düşünce kalıplarını savunduğu ifade edilir. Tam bir fikir ve değer karmaşası içindeki Türk kültür hayatı, halis değerlerle sahtelerinin birbirinden ayrılmasını sağlayacak bir kriterden yoksundur. Yapılması gereken, Türk düşüncesini Batı'daki düşünce akımlarıyla devamlı temas halinde bulundurmak, inkılâp-irtica ikiliği halinde basitleştirilen rejim davasını son ilim verilerinin ışığı altında gerçek bir fikir davası seviyesine ulaştırmak, düşünce hayatından sahte değer ve düşünceleri ayıklayarak gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Bu amaçlarla yola çıkan Türk Düşüncesi, aynı zamanda Türk devriminin geleceğe yönelen yaratıcı hamlelerine karşı koymak isteyenlerle geçmişin canlı değerlerini mahkûm etmeye çalışanların yanılgılarını ortaya koymak ve geçmiş-gelecek, Doğu-Batı, madde-mâna gibi ikiliklerden Türkiye'nin tarih ve coğrafya durumuna uygun üstün bir senteze varılabileceğini, böylece bugünün huzurunu kaçıran ruh gerginliğinin, kültür ve medeniyet buhranının aşılabileceğini açıklamak iddiasındadır.

Derginin ilk sayının ikinci yazısı "Türk Düşüncesi ve Batı Medeniyeti" başlığını taşımaktadır. Peyami Safa, bir bakıma o güne kadarki bilgi birikiminin sonuçlarını açıkladığı bu önemli yazısında Türk Düşüncesi dergisinde savunmak istediği sentez fikrini geniş biçimde ifade eder. Batı, sanıldığı gibi belirli ve değişmez bir gerçek değil sürekli bir oluş halinde ve eskiyen taraflarını tasfiye eden canlı bir dünyadır. O halde Batı rüyasından uyanıp önce "hangi Batı?" sorusu sorulmalıdır. XIX. yüzyılda iki büyük düşünce akımından biri olan pozitivizm kaba tecrübe ve müşahede alanının dışında kalan, ölçülmesi mümkün olmayan, belirli bir sebep-netice zincirine bağlanmayan hiçbir gerçeği kabul etmiyordu. Dinin ve ahlâkın yerine göz dikerek insanlığı mutluluğa götürme iddiasıyla yola çıkan ve medeniyeti âdeta teknoloji ve konforla özdeşleştiren bu ilim görüşünü ciddi şekilde sarsan felsefe ve sanat akımları doğmuştur. Türkiye'de Batılılaşma düşüncesini temsil edenlerin işine gelmediği için bunlar pek incelenmemiş, dolayısıyla etkilerini fazla hissettirememiştir.

Peyami Safa'ya göre XX. yüzyılın başında doğan büyük huzursuzluk, üzerine iki büyük savaşın acıları da eklenince ilmin ve aklın her şeyi açıklayabileceği ve insanlığa ebedî barış ve düzen getireceği hayalini yıkmıştır. Yüzyılın en büyük romancıları ve tiyatro yazarları tarafından güçlü biçimde dile getirilen bu kriz şu açık gerçeği gözler önüne sermektedir: Her insan ancak kendisi için muteber bir sır taşır; ilim ve akıl bunu izah edemez. Bu sırra ancak yaşanarak, sırf şahsımıza has bir tecrübenin, çok defa da mistik bir tecrübenin içinden varılabilir. Arnold Toynbee'den ödünç aldığı "zélotisme" ve "hérodianisme" kavramlarını kullanarak Batı medeniyeti karşısındaki tutumu değerlendiren Peyami Safa, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'da, Mustafa Kemal'in Türkiye'de gerçekleştirdiği hareketi herodyanizme örnek gösterir. Toynbee gibi o da herodyenlerin benimsediği tarzın üstün bir yabancı kuvvet karşısında en doğru savunma tarzı olduğu düşüncesindedir. Ancak bunun da birtakım zaafları vardır; bir defa yaratıcı değil taklitçidir ve halka mal olmaz, sadece bir aydın özlemi biçiminde kalır. Herodyanizmin tehlikelerinden korunmak için millî geleneklerin canlandırılması gerekir. Toynbee, eski bir medeniyetin yabancı bir medeniyete karşı verebileceği üçüncü cevabı hiç düşünmemiştir. Bu üçüncü cevap, bir milletin yabancı bir medeniyetle kendi millî ve dinî geleneklerini uzlaştıran âhenkli bir sentezin oluşturulmasıdır. Şu halde Türkler gibi köklü bir medeniyetin mirasçısı olan bir millet, iki medeniyetin canlı değerlerini uzlaştırarak zelotizm geriliğine ve herodyanizm maymunluğuna düşmeden çağdaş dünyadaki yerini alabilir. Nitekim XX. yüzyıl Avrupa'sı da I. Dünya Savaşı'ndan sonra ihtiyaç duyduğu büyük mânevî aşıyı Doğu'da bulabileceğini düşünmüştür. O tarihten beri Batı'da Doğu medeniyetlerinin değerlerini araştırmak ve kendi kültürlerine katmak için hummalı bir çalışma devam etmektedir.

1930'ların başından beri yazılarında, bazı romanlarında ve Türk İnkılâbına Bakışlar adlı eserinde savunduğu bu sentezi, Türk Düşüncesi'nde ciddi bir tez haline getiren Peyami Safa'nın mistisizme kayması, sosyalizm kılığında yeniden meydan okumaya başlayan materyalizme karşı, kararlı bir antikomünist ve spiritüalist olarak daha sağlam delillere sahip olma gayretinin bir sonucudur. Onun parapsikolojik ve metapsişik araştırmalara duyduğu ilginin temelinde de bu vardır. Peyami Safa, pozitivist ve materyalist nitelikli bir bilim anlayışının ve felsefenin gerçeği bütün yönleriyle kavramakta âciz kalacağını ve insanlığı felâkete götüreceğini, bu sebeple Batı'da şimdiden Doğu'ya dönüşün tek kurtuluş yolu olduğunu ileri süren fikir adamlarının bulunduğunu söyler. Doğu'nun bütün sefaletine rağmen hâlâ büyük değerler taşıdığını ve Batı'ya çok şey verebileceğini düşünür: Doğu-Batı sentezi bizim, yani bütün insanların tarih ve ruh yapısıdır, kaderimizdir. İnsan, bütünlüğünü ve tamlığını ancak bu sentezde bulabilir.

Türk Düşüncesi'nin ilk sayısındaki bütün yazılar Peyami Safa'nın savunduğu Doğu-Batı sentezi fikrini destekler niteliktedir. Mustafa Şekip Tunç "Aksiyon Felsefesi Bakımından Politika", Hilmi Ziya Ülken "Medeniyetimizin Değerler Sistemi", Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu "Din Softaları, Bilim Softaları" ve Mesut Cemil "İki Mûsikinin Tek Kaynağı" başlıklı yazılarında yaklaşık aynı fikirleri farklı çerçevelerde dile getirirler. İlk sayıda dergide çıktığı sürece savunulacak tezi iyice belirginleştirmek için özenle seçilmiş başka yazılar da vardır; Albert Einstein'ın "İlim ve Din", Walter Schubart'ın "Rusya'da Avrupacılar ve Asyacılar" başlıklı yazıları gibi. Schubart'ın aynı sayıda yer alan, simsiyah kader bulutlarının Promete kültürü üzerinde dolaştığını ve ölüm yıldırımının fırlamak üzere olduğunu söylediği "Yeni Bir Dünya" başlıklı yazısı da dikkat çekicidir. Derginin milliyetçi ve muhafazakâr çevrelerde büyük ilgiyle karşılandığı 2. sayıda yayımlanan "Teşekkür" başlıklı yazıdan anlaşılmaktadır. Aynı sayıda çıkan "Dostlarımıza ve Düşmanlarımıza" başlıklı yazısında iyi niyetli eleştirileri kısaca cevaplandıran Peyami Safa, Doğu-Batı sentezi tezinden ve mistisizm eğiliminden rahatsız olan çevrelerin ağır eleştirilerini de Mart 1954 tarihli 4. sayıda "Topyekün Cevap"la değerlendirir.

Türk Düşüncesi, Peyami Safa'nın bizzat ilgilendiği sürece kalitesini muhafaza etmiştir. Ancak koleksiyon dikkatle incelendiği zaman Milliyet gazetesinde yazmaya başladıktan sonra dergiyle gereği gibi meşgul olamadığı ve muhtevayı gelen yazıların belirlemeye başladığı farkedilir. İlk defa 1956 yılının ortalarında ciddi biçimde aksayan derginin yayımına Ağustos 1956 tarihli 33. sayıdan itibaren üç ay ara verilir. Yapılan açıklamada dokuz madde halinde sıralanan yenilik vaadleri, Aralık 1956'da başlayan yeni seride kapak kompozisyonu ve sayfa düzenindeki değişiklikler dışında gerçekleştirilememiştir. Yeni seride derginin eski numarası devam ettirilmiş, ancak yeni numara da verilmiştir. 46. sayıdan itibaren iki sayı bir arada çıkar. İkinci serinin son sayısı olan 17 ve 18. sayılar (eski sayı 50-51) Nisan-Mayıs 1958 tarihini taşımaktadır. Yedi ay aradan sonra Ocak 1959'da yeniden aylık çıkmaya başlayan Türk Düşüncesi'nin bu serisine de 1'den başlanmış, fakat eski sayı devam ettirilmiştir. 1959 Peyami Safa'nın önemli problemler yaşadığı bir yıldır ve çok sıkıntılı olduğu, dergisindeki savrukluktan anlaşılmaktadır. Nitekim bu serinin 1. sayısının kapağında 1 Ocak 1959 tarihi yer aldığı halde birinci sayfadaki tarih 15 Aralık 1958'dir. Ayrıca onuncu cilt olmasına rağmen kapakta cilt sayısı dokuz diye görünmektedir.

Peyami Safa üçüncü seride her sayıyı önemli bir konuya ayırır. 1 ve 2. sayıların ağırlıklı konusu İslâm'dır; bu sayılarda İsmail Hami Danişmend'in "Türkler Niçin Müslüman Oldular?" ve Abdülkadir Karahan'ın "İslâm'ın Durumu" adlı yazıları gibi telif, William Brown'un "Din Nedir?" başlıklı makalesi gibi tercüme yazıların yanı sıra, "Müslümanlıkta Reform Lâzım mıdır?" başlıklı bir de ankete yer verilmiştir. Ankete Ali Fuat Başgil, Ali Nihat Tarlan, Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu, İsmail Hami Danişmend, Mümtaz Turhan, M. Râif Ogan İslâm'ın reforma ihtiyaç göstermeyen bir din olduğu kanaati beyan etmiştir. Sadi Irmak, İmâm-ı Âzam'ın açtığı ictihad yolundan yürümeyerek formalizmin dar kalıplarına sıkışmış olan son iki asrın medreseli anlayışına karşı reformun gereğini ileri sürmüştür. Aynı şekilde ictihad meselesi üzerinde duran Ali Fuat Başgil'e göre de bugün beklenen, Hıristiyanlık'taki gibi bir reformcu değil İmâm-ı Âzam gibi bir müctehiddir. Hilmi Ziya ise dinde reformdan değil modernizmden bahsetmek gerektiği görüşündedir; İslâm nasıl önceki asırların icaplarına göre modernize edilmişse bugün de edilebilir. Ankete katılanlardan sadece Ahmet Ateş bu konularda bilgisinin olmadığını belirterek görüş beyan etmekten çekinmiştir. Eşref Edip de Başgil, Topçu, Danişmend ve Ogan'ın cevaplarını Dinde Reformcular adlı eserde yayımlamıştır (İstanbul 1959). Yeni serinin 3 ve 4. sayıları komünizm, 5. sayısı irtica, bir arada çıkan 6 ve 7. sayıları inkılâp, yine bir arada çıkan 9 ve 10. sayıları masonluk sayısı olarak hazırlanmıştır. Eylül-Ekim 1959 tarihli masonluk özel sayısının ardından yayımına dört ay ara veren Türk Düşüncesi Mart 1960'ta 62. sayıyla kaldığı yerden devam edecektir. Nisan 1960 tarihli 63 numaralı son sayıda seçim arefesinde aydınların ne düşündüğünü tesbit etmek amacıyla hazırlanan bir anketin sorularına verilen cevaplar yayımlanmıştır. Bu ankete Sadi Irmak, Kâzım İsmail Gürkan, Tarık Zafer Tunaya, Orhan Aldıkaçtı, Yaşar Gürbüz, Nevzat Yalçıntaş, Asım Us, İsmail Hami Danişmend, Refi Cevat Ulunay, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Mithat Perin, Bedii Faik, Çetin Altan, D. İlhan Egemen ve bazı üniversite öğrencileri katılmıştır. Anketin sonunda "devam edecek" kaydı varsa da dergi 27 Mayıs askerî darbesi dolayısıyla yayımına son vermek zorunda kalır. Türk Düşüncesi, çok zor şartlarda çıkmasına rağmen demokrasiye geçiş sürecinde siyasal ve kamusal alana çıkıp dönüşüme uğrayan muhafazakâr düşüncenin aktığı entelektüel kanallardan biri olarak iz bırakmış bir dergidir.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA