İlm-i Menazır nedir?

İslâm medeniyetinde ilm-i menâzır araştırmaları, IX. yüzyılda Grek ve Helenistik dönem eserlerinin tercümesiyle başladı; özellikle Öklid, Heron, Batlamyus, Theon gibi âlimlerin çalışmaları ilk yıllardaki araştırmaların kavramlarını ve problemlerini belirledi. Bu arada yavaş yavaş Arapça telif eserler de kaleme alınıyordu. Kustâ b. Lûkā, Huneyn b. İshak, Ya'kūb b. İshak el-Kindî ve İbnü'n-Nedîm gibi müelliflerin ifadelerinden, ilm-i menâzıra ilişkin çalışmaların -göz bilimine (oftalmoloji) ait bazı bilgiler hariç- bu asrın başlarında tercüme ve araştırma faaliyetleriyle beraber başladığını gösterir. İbn Lûkā ve Kindî'nin eserleri, ilm-i menâzır araştırmalarında Öklid'in Optika'sının yerini rahatlıkla tayin etmemizi sağlar. Buna göre söz konusu ilim dalı büyük oranda perspektif (özellikle göz yanılmaları), yansıma (aynalar), yakıcı aynalar konularını ve bunların yanında güneş ışınları ile hâle ve gök kuşağı gibi atmosfer olaylarının geometri açısından incelenmesiyle ilgilenmektedir. Bu konular, daha sonra Fârâbî'nin İḥṣâʾü'l-ʿulûm'da dökümünü yaptığı üzere ilm-i menâzırın bölümleridir. Geometrik optik yanında, göz hekimlerinin felsefî bilgilerin de ışığında ele aldıkları görme teorilerini inceleyen tıbbî optikle bilhassa renkler üzerinde duran fizikî optik çalışmalarına da işaret edilmelidir. Tıbbî ve fizikî optik çalışmaları geometrik optiğin aksine VIII. yüzyıla kadar inen bir geçmişe sahiptir. X. yüzyıla gelindiğinde ise Öklid'in Optika'sı, Batlamyus'a nisbet edilen Optik'in büyük bir kısmı, bu alanda Öklid öncesine ait önemli bilgiler içeren Heron'un Katoprik'i (yansımalar), bir kısmı yalnız Arapça tercümeleriyle günümüze ulaşan yakıcı aynalar konusundaki Grekçe eserlerin hemen hemen tamamı ile Anthemios, Didymus ve meçhul bir Yunanlı yazarın eserleri, Diocles'ten intihal edilmiş bir versiyon, Aristo'nun Meteoroloji'si ile buna Olympiodoros gibi yazarların kaleme aldıkları şerhler, Câlînûs'un göz anatomisi hakkındaki tıbbî çalışmaları ve İskender Afrodisî'nin renkler üzerindeki araştırmalarını içeren felsefî optik eseri elden ele dolaşıyordu. Optik eserlerinin yoğun tercüme faaliyetlerine konu teşkil etmesi sadece ilmî ve felsefî sebeplere dayanmamaktadır. Bunlar kadar önem taşıyan diğer bir sebep de Archimedes'in dillere destan olmuş yakıcı aynaların savaş silâhı niyetiyle kullanılması fikrinin halife ve sultanlar nezdinde belirli bir itibar kazanmasıdır. Ayrıca katoprikteki konular, özellikle ışığın kırılması ve yansıması, şehzadeleri eğlendirmek ve onlarda merak duygusu uyandırmak için de inceleniyordu. Tıbbî optik konusundaki VIII. yüzyıla kadar giden ve sonraları fizyolojik optik araştırmalarına da belirli oranlarda etkide bulunan çalışmalar ise İbn Mâseveyh, Huneyn b. İshak, Kustâ b. Lûkā ve Sâbit b. Kurre gibi âlimlerce yaygınlaştırıldı.

İslâm medeniyetindeki ilm-i menâzır çalışmalarının ilk iki önemli ismi Kustâ b. Lûkā ve Ya'kūb b. İshak el-Kindî'dir. Kaynaklarda İbn Lûkā'ya nisbet edilen eser yakıcı aynalar konusundadır ve İbnü'n-Nedîm'in sandığı gibi Grekçe bir metnin tercümesi değildir. Ancak bu çalışma zamanımıza ulaşmamış, İbn Lûkā'nın kaynaklarda adı anılmayan aynı konuya ait başka bir telifi günümüze gelmiştir (aş.bk.). Kindî ise bu alanda on eser kaleme almıştır (İbnü'n-Nedîm, s. 359-361) ve bunlardan optiğe dair birinin Latince'si ile (Liber de causis diversitatum aspectus [De Aspectibus]) yakıcı aynalara dair bir ve fizik optiğe dair iki çalışma zamanımıza intikal etmiştir. Kustâ b. Lûkā ve Kindî'nin başlattıkları gerçek anlamdaki İslâm optik çalışmalarının ilk aşamada Öklid'in Optika'sı ile Katoprik'inin yer yer tashihi ve bazı noktalarının uygulamaya konulması şeklinde geliştiği söylenebilir. Arkasından Öklidci geleneğe Heron'un yakıcı aynalarla ilgili çalışmaları, daha önceki katoprik araştırmaları ve Aristo ile öteki filozofların düşünceleri eklenir. Bu çerçevede Kustâ b. Lûkā, günümüze ulaşan Kitâb fî ʿileli mâ yaʿriḍu fi'l-merâya'l-muḥriḳa min iḫtilâfi'l-menâẓır adlı eserinde (Meşhed Âsitân-ı Kuds-i Razavî Ktp., nr. 392) önce optik biliminin tarifini verir, sonra da perspektiflerin farklılığının tetkiki ve sebeplerinin tesbiti şeklinde konusunu belirler. İbn Lûkā'ya göre Kindî'de de olduğu gibi ispatlı bilgi fizikle geometrinin terkibinde ortaya çıkar; böylece bu bilgi fizik ilminden duyuma ait algıyı, geometri ilminden de bu algıyı çizgilerle ispatı (temsil etmeyi) alır. Bu tasavvur, görüntünün fizyolojisiyle geometrisini bir arada düşünmeye giden yolu açar. Bu ise İbnü'l-Heysem'in optik ilminde gerçekleştirdiği reforma giden yolun çıkış noktasıdır. İbn Lûkā'yı bu noktaya ulaştıran görme algısının fizik özellikleriyle ışınların geometrik yapısıdır ve bu ilkeden hareketle eserinde düz, çukur ve tümsek aynaların optik özelliklerini incelemiştir. Kustâ b. Lûkā'nın görme anlayışı Öklid ve Câlînûs kökenlidir. Görme, gözden çıkan ve bakılan nesnenin üzerine düşen bir ışın tarafından meydana getirilir. Işının geometrik formu ucu gözde, tabanı görünende olmak üzere koni şeklindedir; koni tabanı üzerine düşen ışınlar göz tarafından algılanır, düşmeyenler algılanmaz. İbn Lûkā böylece, formunu belirlediği ışının bazı geometrik özelliklerini Öklid'e dayalı olarak ele alır, Câlînûs'tan hareketle görme olayının fizyolojisini açıklar ve daha sonra da asıl üzerinde durmak istediği katoprike geçer. Burada yansıma kanununu inceler ve özellikle aynada algılanan nesnelerin açısal durumlarıyla ilgilenir. Bu arada Öklid öncesi katoprik bilgilerinden de istifadeyle aynalar konusunda yeni araştırmalara girişir ve bu husustaki Öklidci anlayışı düzeltir. Onun yakıcı aynalar konusuna yaptığı katkılar eseri zamanımıza gelmediği için tesbit edilemiyorsa da bunların çağdaşı Kindî'yi harekete geçirdiği bilinmektedir.

Kindî öncelikle eskilerin ulaştığı bilgileri aktarma ve geliştirme, varsa hatalarını düzeltme anlayışından yola çıkarak çalışmalarına başlar. De aspectibus'ta ışının düz çizgi halinde yayılışına, gölgelerin oluşumuna ve Theon'un Recension'unun sonuç kısmına dayanarak ışığın deliklerden geçişini inceler. Özellikle gölge-ışık ilişkisini tahlil ederek silindir, koni ve kesik koni şeklindeki gölgelerin meydana gelişinde etkili olan geometrik şartları ortaya koyar; ulaştığı sonuçlardan hareketle de ışınların düz çizgi halinde yayılışını temellendirerek görme teorisini yeniden ele alır. Grek atomcuları ile Eflâtun'un görüşlerini tek tek inceleyip eleştirir. Saf Öklidci geometrik bir teoriyi de benimsemeyen Kindî, bu noktada İbn Lûkā'ya benzer şekilde ışınların salt geometrik doğrular olmadığını, cisimle alâkalı bir biçimde fizikî özellikler taşıdığını belirtir. Cisim uzunluk, genişlik ve derinlik boyutlarına sahip olduğundan ışın da aralarında belirli mesafeler bulunan doğru çizgileri takip etmez. Ancak Kindî ulaştığı bu sonuca rağmen gözün her noktasından görülebilir bir koni çıkacağını kabul ederek algı farkını koninin değişik durum ve kısımlarına göre açıklamaya çalışır; bunun için de bazan Öklid'e, bazan da Batlamyus'a uyar. Kindî, ışının düz çizgi boyunca yayılışı ve görme konularından sonra aynalara geçer ve yansımayı inceler. Dikkat çeken husus onun iddialarını yalnızca geometrik olarak ispatlamaması, aynı zamanda deney de yapmasıdır. Böylece Kindî, Theon'un Öklid'in optiğini incelerken temelini attığı deneye dayalı doğrulama yöntemini takip etmiştir ki bu da ileride İbnü'l-Heysem'in ana çıkış noktası olacaktır. Kindî, kendisinden önceki optiğin bütün problemleriyle uğraşmış, özellikle yakıcı aynaları daha sonraki İslâm optikçilerinin ihmal edemeyecekleri en önemli konulardan biri haline getirmiştir. Ayrıca yansıma yardımıyla suya batırılan cismin görüntüsündeki kırılma olayını açıklamaya çalışmış, göğün renginin de yeryüzüne ulaşıp kırılan güneş ışınlarının uzayın karanlığına yansımasıyla oluştuğunu göstermiştir (Resâʾil, s. 64-68).

IX. yüzyılda uğraşılan ana konunun yakıcı aynalar olduğu görülmektedir. Utârid b. Muhammed'in el-Envârü'l-müşriḳa fî ʿameli'l-merâya'l-muḥriḳa adlı çalışması (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2759), Anthemios'un yakıcı aynalara dair eseriyle Heron'un çizgisinde telif edilmiş bir eserden, Kindî'nin el-Merâya'l-muḥriḳa'sı ile konuyla ilgili risâlelerinden ve Öklid'in de Optika'sı ile diğer bazı metinlerinden faydalanılarak kaleme alınmış bir derlemedir. Ahmed b. Îsâ'nın Kitâbü'l-Menâẓır ve'l-merâya'l-muḥriḳa ʿalâ meẕhebi Öklîdis fî ʿileli'l-baṣar adlı kitabı da (Râgıb Paşa Ktp., nr. 934) IX. yüzyıl Grek ve İslâm optik kaynaklarının tesbiti açısından son derece önemli bir çalışmadır. Bu çalışmada ilm-i menâzırın yansıma, yakıcı aynalar, gök kuşağı, hâle ve gözün anatomisi gibi konularına yer verilmiştir. Ebû'l-Vefâ el-Bûzcânî ise ilgili eserinde parabolik aynanın imalinde yeni ve kolay bir yöntem uygular.

Yakıcı aynaların incelenmesi işini en son noktasına getiren, katoprik konusunda önemli mesafe katedip dioprik (ışığın kırınımı) konusunu da optiğin bir alt dalı olarak kuran kişi Ebû Sa'd İbn Sehl'dir (Roshdi Rashed, Géométrie, s. XV-XLII). 373-375 (983-985) yılları arasında yazdığı el-Âlâtü'l-muḥriḳa adlı risâlede yakıcı aynaların etüdünden hareketle mercekler hakkında sistematik araştırmaya girişen İbn Sehl'in temel fikri, yakıcı aynalardaki yakma olayının yalnızca yansıma yoluyla değil aynı zamanda kırılma yoluyla da gerçekleştiğidir. Bu çerçevede kaynağının mesafesine göre yansıma ve kırılmayı inceleyen İbn Sehl, parabolik ve elipsoidal aynalarla tümsek ve iki yüzlü tümsek mercekleri ele alır. Bunun için gerekli olan bütün geometrik özellikleri tahlil eder ve bilhassa her bölümde yayın (kavs) teorik incelenmesini, hatta mekaniğini ortaya koyar. el-Burhân ʿalâ enne'l-feleke leyse hüve fî ġāyeti'ṣ-ṣafâ adlı risâlesinde de (a.g.e., s. 53-56) kırılma olayında ortamın, özellikle atmosferin yoğunluğu ile temizliğinin sonucu etkileyeceğini ileri sürer. Bu tesbit İbn Sehl'in gözlem yoluyla elde ettiği bir ilkedir ve merceklerdeki kırılmayla ilgili etüdünün temel çıkış noktasıdır.

İbn Sehl, el-Ḥarrâḳāt adlı eserini Bağdat'ta tamamladığında (354/965) Ortaçağ'ın en büyük fizikçisi kabul edilen matematikçi-astronom ve filozof İbnü'l-Heysem yirmi yaşlarındaydı. İbnü'l-Heysem, İbn Sehl'in yazdıklarından haberdardı ve onun ışığın kırılması, yakan küre ve küresel mercekler konusundaki çalışmalarını dikkatle incelemiş, ayrıca kendisinden önceki optiğin tarihini teknik ve bilgi değeri açısından tahlil etmişti. Bu tahlili özellikle felsefe, matematik ve tıp geleneklerini dikkate alarak derinlemesine yürüttüğü görülür. İbnü'l-Heysem ilm-i menâzıra dair Kitâbü'l-Menâẓır, Risâle fi'l-eẓlâl, Risâle fi'ḍ-ḍavʾ, Risâle fi'l-küreti'l-muḥriḳa gibi eserlerinde belirli bir program takip eder ve bundan dolayı meseleleri zaman zaman yeniden ele alır. Bu programın ana çıkış noktası, ışığın yayılma şartları ile nesnenin görüntü şartları arasında açık seçik bir ayırım bulunduğunun ilke olarak benimsenmesidir. Bunu temellendirirken ışığın yayılma kurallarının fizik gerekçeleriyle geometrik ve mekanik tasvirlerini ortaya koyar; her aşamada da tecrübeyi dikkate alır. Böylece optiğin temeline bir nevi algının geometrisini yerleştirir. Neticede ilm-i menâzır, bir taraftan gözün fizyolojisiyle algının psikolojisini bir araya toplayan görüntü teorisi, diğer taraftan geometrik ve fizik optiği birleştiren ışık teorisinden oluşmuş iki bölümlü bir ilim halini alır. İbnü'l-Heysem, optik ve dioptrik aletlerin incelenmesi yanında katoprikte daha sonra kendi adıyla anılacak olan ünlü Alhazen problemi, kürevî mercek ve meteorolojik optik gibi yeni konularla da ilgilenmiş ve bütün çalışmalarını deneye dayalı kontrol yöntemiyle yürütmüştür.

İbnü'l-Heysem'in inşa ettiği ilm-i menâzırın kendinden sonra İslâm dünyasını ne şekilde etkilediği henüz tam anlamıyla araştırılmış değildir. Ancak şu ana kadar yapılan tesbitlerden, onun çizgisindeki ilm-i menâzıra ilk büyük katkının Kemâleddin el-Fârisî'den geldiği anlaşılmaktadır. İbnü'l-Heysem'in Kitâbü'l-Menâẓır'ı hakkında Tenḳīḥu'l-Menâẓır li-ẕevi'l-ebṣâr ve'l-beṣâʾir adıyla bir eser kaleme alan Kemâleddin el-Fârisî, İbnü'l-Heysem'in fikirlerini bazan ihtisar, bazan tenkit, bazan da şerhetmiş, aynı şekilde Risâle fi'l-küreti'l-muḥriḳa ve Risâle fî ḳavsi ḳuzaḥ üzerine de benzer bir yol izlemiştir. Bu çerçevede gök kuşağının izahında olduğu gibi birçok konuda İbnü'l-Heysem'in yanlışlarını düzeltmiş, daha da önemlisi, bilhassa Risâle fi'l-küreti'l-muḥriḳa'ya yaptığı tahrirde onun uygulamaya çalıştığı niceliksel tasvir yöntemini yeniden ele alıp geliştirmiştir. Kemâleddin el-Fârisî, İbnü'l-Heysem'in diğer fizik-optik eserlerine de üzerlerine yaptığı tenkīh ve tahrirlerle birçok düzeltme ve katkılarda bulunmuş, böylece klasik İslâmî dönemde ilm-i menâzırın İbnü'l-Heysem çizgisine son şeklini vermiştir. Onun çalışmalarının, özellikle de Tenḳīḥu Kitâbi'l-Menâẓır ile hocası Cemâleddin et-Türkistânî'nin isteği üzerine öğrenciler için hazırladığı el-Beṣâʾir fî ʿilmi'l-menâẓır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2006) adlı telhisin yaygın kullanımı, İslâm medeniyetinde ilm-i menâzırın İbnü'l-Heysem - Kemâleddin el-Fârisî çizgisinde geliştiğini göstermektedir.

Osmanlılar'da. Taşköprizâde Ahmed Efendi tarafından hendese ilminin alt dalları arasında sınıflandırılan ilm-i menâzırın (Miftâḥu's-saʿâde, I, 352) Osmanlı dönemindeki seyrine bakıldığında hem bu ilmin tarihî sürecine ait bütün eserlerin dikkate alındığı, hem de İslâm dünyasında oluşan İbnü'l-Heysem - Kemâleddin el-Fârisî çizgisinin esas kabul edildiği görülür. Öte yandan medreselerde Osmanlı öncesi dönemde yazılmış, doğrudan fizikî optik, yansıma, yakıcı aynalar, gök kuşağı, hâle ve gözün anatomisi gibi konuları işleyen eserlerin yanı sıra görme ve renkler konusundaki eleştirileri ihtiva eden kelâm kitaplarının, bu arada Adudüddin el-Îcî'nin el-Mevâḳıf fî ʿilmi'l-kelâm'ının, Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin ona yazdığı şerhin ve Teftâzânî'nin Şerḥu'l-Maḳāṣıd'ının ilgili bölümlerinin okutulması ilm-i menâzırın kelâm ilmi çerçevesinde de incelendiğini gösterir. Ayrıca astronomide güneş ve ay ışığı, hâle vb. konuları, felsefî fizikte bilgi teorisi ve tıpta göz hastalıkları münasebetiyle ilm-i menâzırla ilgilenilmiştir.

Osmanlı âlimleri ilm-i menâzır alanında pek çok eser vermişlerdir. Bunlar ya doğrudan bu ilim dalına ait, yahut yukarıda sayılan ilim dallarında kaleme alınmış dolaylı biçimde ilm-i menâzırı ilgilendiren çalışmalardır. Meselâ II. Murad zamanında (1421-1451) yaşayan Sinoplu Kehhâl Mukbilzâde Mü'min ile başlayıp modern tıbbı Osmanlı coğrafyasına aktaran Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi'ye (ö. 1826) kadar uzanan süreçte tıbbî optik konusunda pek çok çalışma yapılmıştır. Bunların yanında enmûzeclerde de ilm-i menâzırın çeşitli konuları ele alınmıştır; örnek olarak Muhammed Şah Fenârî (ö. 839/1436), Ünmûzecü'l-ʿulûm ṭıbâḳan li'l-mefhûm'unda bu ilmin temel kavramlarını ve konularını incelemektedir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2782, vr. 162b-165a). Daha sonraki dönemlerde "tasnîfü'l-ulûm" sahasında telif edilen eserlerde de ilm-i menâzırla ilgili genel bilgilere yer ayrılmıştır. Meselâ Taşköprizâde'nin Miftâḥu's-saʿâde'sinde, ilm-i menâzırla yakıcı aynalar ilminin temel kavram ve ana eserleri hakkında kısa bilgiler bulunmaktadır (I, 352-353). Osmanlı ilm-i menâzırında gök kuşağı konusu üzerinde özellikle durulduğu görülür. XV. yüzyıl ulemâsından Nalbantzâde Hüsâmeddin Tokadî, Hocazâde Muslihuddin Efendi, Mollazâde Rûmî ve Üveys Kocevî, birer risâle kaleme alarak gök kuşağının oluşumunu ve özelliklerini incelemişlerdir. Bunlardan sonuncusu (Kandilli Rasathânesi Ktp., nr. 95/2), Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin Şerḥu'l-Mevâḳıf'ındaki bilgileri kullanması açısından önemlidir; bu durum kelâm eserlerinin ilm-i menâzır için kaynak teşkil ettiğini göstermektedir. Nebîefendizâde Derûnî Ali Efendi de astronomi okuturken öğrencilerinin isteği üzerine aynı konuda bir risâle yazmıştır (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3851/3).

Ali Kuşçu, ilm-i menâzır sahasında Aristocu fizik ilkelerini tasfiye etmek istediğinden daha çok İşrâkī çizgiye yakın teorileri öne çıkardı. Özellikle Şerḥu't-Tecrîd adlı eserinde, rengin var oluş sebepleri konusunda kendisinden önce ortaya konulan düşünceleri İbnü'l-Heysem ve Fahreddin er-Râzî'nin yaklaşımları çerçevesinde ele alıp renk ile ışık ilişkisini farklı bir şekilde yorumladı ve Fahreddin er-Râzî'ye katılarak İbn Sînâ ve İbnü'l-Heysem'in kabul ettiği gibi ışığın rengin varlık sebebi değil tezahür sebebi olduğunu ileri sürdü (s. 239). Ayrıca ilm-i menâzırın çeşitli problemleriyle renk konusundaki şahsî görüşlerini açıkladığı bu kitabından başka Kutbüddîn-i Şîrâzî'nin et-Tuḥfetü'ş-Şâhiyye fî ʿilmi'l-heyʾe adlı çalışmasına yazdığı yarım kalan şerhinin "Ṭabîʿiyyât" bölümünde ve Risâle fî taḥḳīḳi'l-ebṣâr adlı çalışmasında yine ilm-i menâzır konularını gözden geçirmiş ve bazı problemleri geometrik tasvirlerle incelemiştir.

Fâtih Sultan Mehmed döneminin (1451-1481) matematikçi-astronomlarından biri olan Fethullah eş-Şirvânî, Nasîrüddîn-i Tûsî'nin et-Teẕkire fi'l-heyʾe'si üzerine yazdığı hacimli ve önemli şerhin "Ṭabîʿiyyât" kısmında ilm-i menâzır konusunu geniş bir şekilde ele almıştır (Kitâbhâne-i Merkezî-i Dânişgâh-ı Tahran, Kitâbhâne-i Mişkât, nr. 493). Astronomi için ilm-i menâzırın zorunlu olduğunu söyledikten sonra bu konuda bilgi vereceğini ve bu bilgilerin bir risâle şeklinde düşünülmesi gerektiğini belirten Şirvânî öncelikle gözün teşrihini yapmakta ve anatomisiyle geometrik incelemesini vermektedir. Daha sonra görme teorileri, ışığın yansıması ve kırılması gibi optik olayları inceleyerek bu konulardaki tarihî birikimi geometrik şekillerle açıklar. Bütün bu bilgilerde esas olarak İbnü'l-Heysem ile Kemâleddin el-Fârisî'nin eserlerine dayanan Şirvânî ayrıca Kutbüddîn-i Şîrâzî, Nazzâm, İbn Sînâ, Seyyid Şerîf el-Cürcânî, İşrâkī okul ve Batlamyus gibi ilm-i menâzır kaynaklarına isim zikrederek göndermelerde bulunmakta, bu arada kendi kanaatlerini de zikretmektedir. Fizikçiler, matematikçiler ve ilm-i menâzırcıların görüşlerini geniş biçimde ele alan Şirvânî'nin bu kitabı İbnü'l-Heysem - Kemâleddin el-Fârisî çizgisinin, VIII. (XIV.) yüzyıldan sonra Semerkant matematik-astronomi okulu eliyle Osmanlı coğrafyasına ve İslâm dünyasına tamamen hâkim olduğunu göstermektedir. Her ne kadar eserin henüz teknik tahlili yapılmamışsa da metinden Şirvânî'nin, İbnü'l-Heysem ve takipçisi Kemâleddin el-Fârisî'nin fizik ilmiyle geometrik yaklaşımları birleştirerek gerçekleştirdikleri devrimin farkında olduğu ve ayrıca bu devrimin Semerkant matematik-astronomi okulunda sıkı tartışmalara konu teşkil ettiği anlaşılmaktadır.

Kadızâde-i Rûmî ile Ali Kuşçu'nun soyundan gelen matematikçi-astronom Mîrim Çelebi Risâle fi'l-hâle ve ḳavsi ḳuzaḥ adlı eserinde (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2414), İbnü'l-Heysem - Kemâleddin el-Fârisî çizgisinin ilim tarihindeki seyrini tesbit açısından önemli bilgiler vermektedir. Birçok konuda İslâm dünyasındaki fizikçiler, matematikçiler, kelâmcılar ve ilm-i menâzırcılar arasında karşılaştırmalar yapan Mîrim Çelebi, özellikle İbn Sînâ'nın temsil ettiği fizikçilerle İbnü'l-Heysem'in temsil ettiği ilm-i menâzırcılar üzerinde durur ve İbnü'l-Heysem'i ilm-i menâzırın kurucusu olarak gördüğünü belirtir. İlm-i menâzırın genel bir özeti niteliğini taşıyan eserde özellikle görme olayı ve şartları ile ışığın yayılımı, kırılımı ve renkler üzerinde duran Mîrim Çelebi, rengin ışıktan bağımsız sabit bir varlığı olduğunu ileri süren Fahreddin er-Râzî'nin bu tezini reddeder ve rengin varlığını ışığa bağlayan İbn Sînâ'nın görüşünü benimser; daha sonra da gök kuşağını ve hâleyi inceler.

Hasan Dihlevî, II. Bayezid döneminde (1481-1512) bir mukaddime ile bir makaleden oluşan Risâle-i Mirʾâtiyye adlı Farsça bir eser yazmıştır (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2463). Müellif mukaddimede görme konusunu ele alır ve sırasıyla fizikçilerin, matematikçilerin, optikçilerin görüşlerini inceler; aynalar konusuna tahsis ettiği makalede ise ağırlıklı olarak Avrupa'dan Horasan âlimlerinin incelemesi için gönderilen değişik bir aynayı anlatır. Eser daha sonra Risâle der Rüʾyet-i Eşyâ adıyla genişletilmiş ve Yavuz Sultan Selim'e sunulmuştur (İÜ Ktp., FY, nr. 946). Üç makale halinde düzenlenen bu yeni tahririn birinci makalesinde eşyanın görülmesi, ikinci makalesinde görmenin sebepleri ve üçüncü makalesinde bazı aynaların özellikleri incelenmektedir.

Klasik ilm-i menâzıra son şeklini veren ve onu doruğa çıkaran Takıyyüddin er-Râsıd'dır. Takıyyüddin er-Râsıd, Osmanlı döneminde yapılmış en kapsamlı çalışma olan ve bir mukaddime ile üç bölümden meydana gelen Nûru ḥadîḳati'l-ebṣâr ve nûru ḥaḳīḳāti'l-enẓâr adlı eserinde (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2558; Mehmed Nûrî Efendi, nr. 263/3), kendisinden önce bu ilim alanında ortaya konan bütün verileri deneysel kontrol yöntemini kullanarak bir araya getirmiş, Huygens'ten çok önce birincil ve ikincil ışınların kaynaktan küresel olarak çıktığını ve doğrusal olarak yayıldığını temellendirmiş ve seleflerinden farklı bir şekilde -Newton'a kadar tekliğini koruyan bir düşünceyle- rengin ışığın kırılması ve yansıması sonucunda oluştuğunu ifade etmiştir (bk. TAKIYYÜDDİN er-RÂSID).

Lâle Devri'nin önemli ilim adamlarından Yanyalı Mehmed Esad Efendi, Aristo'nun Fizika'sının ilk üç bölümünü Karaferyeli Ioannis Kuttinius'un açıklamalarından da faydalanarak et-Taʿlîmü's̱-s̱âlis̱ adıyla Arapça'ya tercüme etmiştir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1936, vr. 115a'dan itibaren). Esad Efendi, tercümeden ziyade bir şerh olan eserde muhtemelen Osmanlılar'da ilk defa ilm-i menâzırı yakından ilgilendiren teleskop ve mikroskop gibi Yeniçağ Avrupası'nda kullanılan optik aletlerden bahsetmekte, fakat daha çok Ali Kuşçu'nun Osmanlı ilim düşüncesine yerleştirdiği kelâmî-riyâzî çizgiyi eleştirerek Aristocu tabii çizgiye vurgu yapmaktadır. Bunun için yeniden Aristocu mantığı ve fiziği nazarî bir ilim haline getirmeye çalışmış, aksi görüşte olanları eleştirmiştir. Nitekim bir başka eserinde fiziğin nazarî ve burhanî bir ilim olduğunu, İbn Rüşd'ün de bunu vurguladığını, ancak daha sonra bazı âlimlerin bunu değiştirdiklerini ve bu ilmi zannî-vehmî hale getirdiklerini söyleyerek isim vermeden Ali Kuşçu'nun Şerḥu't-Tecrîd'deki düşüncelerini hedef almıştır (Şerḥu'l-Envâr fi'l-manṭıḳ, vr. 2b). Onun bu tavrı, modernleşme dönemindeki Osmanlı âlimleri üzerinde Yeniçağ'ın Avrupa bilimiyle karşılaşmaya hazırlanmaları açısından etkili olmuştur.

Yanyalı Esad Efendi'nin yolunu takip ederek modern Batı'nın optik bilgilerini Osmanlı-İslâm dünyasına derli toplu biçimde sunan ilk eser, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun'un başhocası İshak Efendi'nin, Batı dilleriyle kaleme alınmış kaynaklardan faydalanarak hazırladığı Mecmûa-i Ulûm-i Riyâziyye'dir (I-IV, İstanbul 1247-1250). Eserin optiğe ayrılan III. cildinin son makalesinde ışığın mahiyeti, özellikleri, yansıması ve kırılması, renkler, görüntünün oluşması, aynalar ve bazı optik aletler incelenmektedir. İshak Efendi'nin arkasından yine Batı kaynaklarından derlenmiş optiğe dair bilgileri ihtiva eden birçok eser kaleme alınmıştır.

Osmanlılar'ın ilm-i menâzırla ilgili ne gibi aletler kullandıkları hakkında henüz ciddi bir araştırma yapılmamıştır; meselâ Kehhâl Mûsâ b. İbrâhim el-Yeldâvî'nin (ö. 926/1520 [?]) Miṣbâḥu'ṭ-ṭâlib ve münîrü'l-muḥib adlı eserinde güneşi gözlemlemek için icat ettiğini söylediği ve çizimini verdiği (vr. 122a) aletin optik özellikleri incelenmeyi beklemektedir. Takıyyüddin er-Râsıd'ın ve Galileo'nin çağdaşı İbnü'l-Anz el-Yemenî'nin kullandıkları kendi buluşları olan teleskop veya dürbün benzeri iki alet şimdiye kadar tesbit edilebilen iki örnektir (Muhibbî, III, 376).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA