Bengladeş ile Hindistan'ın Batı Bengal ve Asam eyaletlerinde yaşayan 151 milyonu aşkın insan tarafından konuşulur. Görünür farklılıklarına rağmen hissedilir ölçüde bir yandan İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Almanca gibi Avrupa dilleriyle, bir yandan da Hindustânî, Urduca, Gucerâtî ve Marathi gibi Kuzey Hint dilleriyle cümle ve kelime yapısı bakımından benzerlikler gösterir. Bengalce (Bengalî) Orice ve Assamca gibi modern Hint dillerinin de aslını teşkil eden ve Gaudia Prakrit adıyla anılan Prakrit dilinin Doğu kolu içinde doğup gelişmiştir. Prakrit dilinin ise Hint klasikleriyle destan ve kutsal metinlerinin yazıldığı en eski dillerden Sanskritçe'nin biraz kabalaşmış şekli olduğu bilinmektedir. Bengalce'nin adı geçen modern iki dille ilişkisi Avrupa'nın Latin kökenli dillerinin birbirleriyle olan ilişkisine benzer. Öte yandan Bengalce'nin yapı özelliklerinden biri de Güney Hindistan'daki Hint-Avrupalı olmayan Dravidî diller grubundan gelmesidir. Bunun sebebi Asam, Orissa ve Bihâr bölgeleriyle Bengladeş ve Batı Bengal'i içine alan ve tarihte Bengal adıyla bilinen kesimde, en eskiden Hint-Avrupalı olmayan insanların yaşamış bulunmasıdır; Hint-Avrupa dillerinin buradaki varlığına Ârîler'in (Hint-İran) göçlerinden sonra rastlanır.
Bengladeş'in bugünkü nüfusunun Dravidî, Ârî, Sâmî, Moğol ve Proto-Avustraloid halk gruplarının karışımından meydana gelmesi gibi, halkın % 98'den fazlasının ana dil olarak konuştuğu (% 2'si Burma dil grubuna bağlı çeşitli kabile dilleri konuşur) Bangalce'nin kelime hazinesi de birkaç belirgin kümeye ayrılır: Etimolojileri Sanskritçe'den yapılamayan yerli kelimeler (Dravit kökenli), Sanskritçe'den gelen kelimeler, yedi yüzyıl süren müslüman idaresi döneminde Arapça, Farsça ve Türkçe'den geçen kelimeler ve XVIII. yüzyıldan beri Avrupa ile olan yakın ilişkiler sebebiyle İngilizce, Fransızca ve Portekizce'den alınan kelimeler.
Bengalce, eklemeli (iltisâkî, agglutinant) ve bükünlü (tasrifî, flexional) dil gruplarının arasında yer alır. Kelimelerin bünyelerinde meydana gelen değişmeler (inflexion) İngilizce'deki kadar az değilse bile eski İngilizce veya Arapça'daki kadar da çok değildir. Nâdir durumların dışında yüklemle özne, isimle sıfat veya zamirle sıfat arasında uyum aranmadığı görülür. Arapça'daki kadar ayrıntılı olmamakla birlikte fiiller çekime ihtiyaç gösterirler. Düz yazıdaki söz dizimine göre yüklem hem özne hem de nesneden sonra gelebilmektedir; ancak vurgu için bazan sıralama değiştirilebilir. Kelimeler arasında cinsiyet farkı ve isimlerin önüne gelen bir belirtme unsuru (harf-i ta'rif, article) yoktur. Bu tür bir belirleme, bazan belli bir ismin arkasına bir son ek ilâve etmek suretiyle yerine getirilirse de böyle durumlarda ilâve edilen son ek esas olarak "bu" anlamını taşır. Fiil zamanları geniş, şimdiki, şimdiki zamanın hikâyesi, belirsiz geçmiş, belirli geçmiş, gelecek ve gelecek zamanın hikâyesi olmak üzere yedi çeşittir. Bengalce'nin Hint yarımadasındaki dillerin hepsiyle ortak olan ilgi çekici bir özelliği, bu zamanların hepsinde ikinci şahıs için üç ayrı şeklin kullanılmasıdır. Birincisi sözü söyleyen kimsenin kendisiyle aynı sosyal konumda bulunan yabancılara yahut kendisinden büyük olanlara karşı hitabında, ikincisi eşit seviyede olanlar arasında veya sosyal konumu kendilerinden aşağıda bulunan yabancılarla konuşmada, üçüncüsü ise çocuklar veya çok düşük sosyal seviyedeki kişilerle konuşmada kullanılır. Hindistan'daki dillerin dışında herhangi bir dilde bulunmayan bu özellik, kaynak itibariyle eski Hint toplumunda mevcut kast sisteminin bir yansıması olsa gerektir.
Yazı dilinde sadhu (bozulmamış, resmî) ve calit (konuşma dili, gayri resmî) diye adlandırılan iki üslûp kullanılmakta olup, bunlardan ağız içinde yuvarlatılarak telaffuz edilen kısaltılmış fiillerin yer aldığı gayri resmî üslûp hâkim durumda bulunmaktadır.
Bengalce'nin yazı dili kullanıldığı her yerde aynı olmakla birlikte konuşma dili konuşulduğu yörelere göre farklılıklar gösterir. Özellikle Bengladeş'in kuzeyi ile Silhot ve Çitagong bölgelerinde konuşulan lehçeler, standart Bengalce'ye oranla, o kesimlerde oturmayanlar tarafından kolaylıkla kavranamayacak ölçüde farklıdır. Bu iki lehçe ayrıca içlerinde önemli sayıda Arapça ve Farsça kelime bulunması sebebiyle de diğerlerinden ayırt edilir. Benzer bir özellik genel olarak müslüman Bengalliler'in konuşmasında da dikkati çekmekte, hatta Hindular'la müslümanların konuşmalarında su, ekmek ve yumurta gibi ortak nesnelerin dahi ayrı ayrı terimlerle ifade edildikleri görülmektedir.
Bengal alfabesi, hemen hemen bütün Hint yazılarının türediği Sanskrit alfabesinin (Devanâgari) gelişmiş bir şeklidir. Soldan sağa doğru yazılır ve büyük harfler bulunmaz. Ünsüz ve ünlüler için kullanılan harflerin alfabe içindeki sıralanışı ses bilimi kurallarına uygundur. Aralarından beş tanesinin genizsi ses verdiği ünsüzlerin tamamı otuz altı harf ise de aslında bu sayı yirmi yedidir. Aynı şekilde ünlülerin sayısı da on olmakla beraber bunların üç tanesi okunmaz. Uzun ve kısa sesler için ayrı ayrı harfler bulunduğu halde konuşma sırasında aralarında pek fark olmadığı görülür. Bengalce soluklu sesler yönünden zengin olup, bu şekilde on ikiye yakın ünsüze sahiptir. Buna karşılık alfabede "v", "w" ve "z" seslerini verecek harfler yoktur; bu ünsüzleri ihtiva eden yabancı dillerden geçme kelimeler değişikliğe uğrarlar. Islık sesi veren "s" ise ayrı bir ünsüz olarak bulunmaz, yalnızca ünsüz kümeleri içinde işitilir ve yabancı kelimelerde tek başına ortaya çıkacağı zaman da hemen daima "ş" sesine dönüşür.
Bengal Edebiyatı. Bengalce'nin belirgin bir kimlikte ortaya çıkışı, Bengal'in 1203 veya 1204'te müslümanlarca fethedilişinden kısa bir süre önceye, XII. yüzyılın sonlarına rastlar. Bengal edebiyatının en eski örnekleri modern Bengalce eserlerden çok farklıdır ve bunların bir kısmına Brajabuli ve Magazi gibi Kuzey Hint dilleri de sahip çıkmaktadır. Bengal dili ve edebiyatının erken tarihine dair en dikkat çekici durum, ayakta kalma ve gelişmesini Türk soyundan gelen müslüman sultanların himayesine borçlu olmasıdır. O dönemde Hindular kutsal dilleri olan Sanskritçe'nin dışında başka bir dili geliştirilmeye değer bulmuyorlar ve rahipler de yazıda yerli dilleri kullanmaya cüret edenlerin cehennemde cezalandırılacaklarını söylüyorlardı. Müslüman sultanlar halkı böyle bir korkudan kurtarmak için Bengalce'yi kullananları himaye ettiler ve onların bu teşvikleri sayesinde Hint destanları Ramayana ile Mahabharata ilk defa Bengalce'ye çevrildi. Müslümanların yönetime gelmesiyle bölge halkının yaşadığı kurtuluş sevinci pek çok yerde belirtilmiştir. Muhtemelen bir Budist olan Ramai Pandit bir şiirinde fâtih Türkler'i Allah'ın görevlendirdiği kişiler olarak selâmlar.
Bengal edebiyatının XIII. yüzyılın sonuna kadarki dönemi nisbeten karışık olmakla birlikte Bengalce'nin gelişim tarihi eski, orta ve modern olmak üzere üç döneme ayrılır. Eski dönem XII. yüzyıldan XV. yüzyılın sonuna, orta dönem XVI. yüzyılın başlangıcından XVIII. yüzyılın sonuna ve matbaanın ülkeye gelişiyle birlikte başlayan modern dönem de XIX. yüzyıldan bugüne kadar uzanır.
Eski Edebiyat. Bengal diline ait olduğu ileri sürülebilen edebî eserlerin en eski örnekleri, Budistler'in söylediği dualar ve dinî bağlılığı ifade eden şarkılardan meydana gelmektedir. Bu dönemden sadece Kanha ve Sanapa adlı iki yazarın kimliği tesbit edilebilmiştir. Carya Padas adı altında sınıflandırılan bu yazıların muhteva itibariyle dinî bağlılığı anlatan tarzda olması gerekmez. Bazıları güzel kadınları tasvir eden, bazıları da tabiat manzarası veya kuş sesi gibi güzellikleri anlatan bu metinlerin pek çoğunun tasavvufî değeri bulunduğu söylenmektedir. Muhtevaları ne olursa olsun bu erken dönem yazıları yalnızca Bengal edebiyatının prototiplerini meydana getirmekle kalmamış, aynı zamanda bu dil üzerinde bir iz de bırakmışlardır.
XII. yüzyılın sonları ile XIII. yüzyılın başlarına ait olan Ramai Pandit'in şiirleri, müslüman fâtihlerin bölgeye gelip siyasî kargaşaya son vermelerine temas eden imalarla mahallî bir özellik taşır. Bu dönemde göçmen gelen müslüman müellifler henüz yerli dili kullanmada ustalık kazanamadıkları için sadece Farsça ve Arapça yazmayı tercih etmişlerdir. Bundan dolayı da Bengalce'nin tarihi ancak bir sonraki döneme doğru müslüman müelliflerin bu dilde yazmaya başlamalarıyla ortaya çıkmıştır. En eski örnekler "mangala" denilen masal üslûbundaki bazı şiirlerdir. Nazımda uzun hikâye türüne rağbetin müslümanların Bengal'i fethinden bir süre sonra başladığı ve XVIII. yüzyılın sonlarına kadar sürdüğü görülür. Bu durum gerek eski gerekse orta edebiyat dönemlerinde hâkimiyetini devam ettirmiştir. Eski edebiyatın sona erişini gösteren Bipradas Pipilai'nin eseri Padma-Purâna XIV. yüzyılın sonlarına aittir.
Orta Dönem Edebiyatı. XV. yüzyılın ikinci yarısını bilim adamlarının bir kısmı eski döneme, bazıları ise orta döneme yerleştirirler. Bununla beraber bu dönemdeki Bengalce'nin kelime hazinesi ve dil bilgisi bakımından modern Bengalce'ye yakın olduğunu söylemek mümkündür. Orta dönemin başta gelen özelliği, Arapça ve Farsça'dan yaptıkları tercümelerin yanı sıra İslâm tarihi ve menkıbelerinden aldıkları temalar üzerinde orijinal eser veren çok sayıda müslüman yazarın ortaya çıkmasıdır. Müslüman yazarlar Bengalce'ye Arapça, Farsça ve Türkçe kelimeler katarak müstakil bir lehçe oluşturdular (Musalmani Bengali). Bu yazarlar Hindu seleflerinin kullandıkları ve halk arasında rağbet gören hikâye üslûbuna bağlı kalmalarına rağmen hayal ürünü tanrı ve tanrıçalara dair masallar yerine gerçek veya hayalî insanları konu alan, muhteva bakımından farklı hikâyeler yazmışlardır. Bengal edebiyatı, rahiplerin korkutma ve tehditlerinden uzak bir şekilde beşerî aşk, sevinç ve acıların tasvir edilebildiği bir edebiyat haline gelmesini onlara borçludur. Diğer yazılardan ayırt edilmek üzere "puthi" adı verilmiş olan bu manzum hikâyeler Ortaçağ Avrupası'ndaki romanslarda olduğu gibi çeşitli daireler içerisinde sınıflandırılabilir. Bu dairelerin birincisi Hz. Muhammed'in hayatı ve kutsal görevi, ikincisi genel olarak peygamberler tarihi, üçüncüsü Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edilişine kadar uzanan olaylar, dördüncüsü ise Yûsuf ile Züleyha, Ferhad ile Şîrin ve Leylâ ile Mecnun gibi Farsça klasiklerden alınan hikâyeler etrafında gelişmiştir. Bunlardan başka Bengalce konuşan kitlelere İslâm'ı tebliğ amacıyla yazılmış öğretici nitelik taşıyan fıkıh kitapları da bulunmaktadır.
İslâmî eserlerin en önde geleni, Seyyid Sultan'ın (ö. 1648) yazmış olduğu Nebi Bangşa'dır (peygamberler tarihi). Bir manzum destanın bütün özelliklerine sahip olan eser pek çok bilim adamı tarafından epik olarak nitelendirilmektedir. Seyyid Hamza, Fakir Garîbullah, Müslim Han, Dona Gazi, Şeyh Feyzullah, Emîr Hamza, Şeyh Paran, Hacı Muhammed, Muhammed Han ve Hayat Mahmud halk arasında rağbet gören diğer puthi yazarlarıdır. Kayda değer ünlü bir isim de Abdülhakîm (ö. 1690) olup Yûsuf ile Züleyha hikâyesini Bengalce'ye uyarlamıştır. XVII. yüzyılda Burma (Myamma) ile Doğu Bengal arasında yer alan müstakil Arakan Devleti hükümdarlarının himayesi altında Bengalce'de şiirin dikkat çekici bir canlılık kazandığı görülür. Arakanlı müslüman yazarlar arasında Seyyid Alaval ile Devlet Kazi hayli ünlüdür. Özellikle müelliften ziyade yetenekli bir mütercim olan Alaval, standart Bengalce'ye hâkimiyeti dolayısıyla çağdaşlarının hepsinin üstünde yer alır.
Bengalce'de yazarlık XIX. yüzyılın ortalarına kadar orta dönem karakterini aşamamıştır. Bunun başlıca sebebi, 1836'da İngilizce'nin resmî dil olmasına kadar İslâmî dönem boyunca bu topraklarda hüküm süren devletlerin resmî dillerinin Farsça olarak kalması ve gerek Hindu gerekse müslümanlar arasında tartışmacı üslûba imkân veren yazı türleri için standart vasıtanın yalnız Bengal'de değil bütün Hindistan yarımadasında Farsça olmaya devam etmesi ve özellikle tarihî, biyografik, dinî konuların bu dilde yazılmasıdır. Farsça'yı kullanan yazarların en tanınmış olanı, İngiliz yönetiminin başlarında Riyâzü's-selâtîn adlı Bengal tarihini kaleme alan Gulâm Hüseyin Selîm'dir. Öte yandan XIX. yüzyıla doğru İslâmî çevrelerde, Kuzey Hindustânî lehçesiyle Türkçe ve Farsça'nın bir karışımı olarak ortaya çıkan ve bütün Hindistan müslümanlarının millî dili hüviyetiyle gelişen Urduca'nın da gittikçe artan bir yaygınlık kazanması Bengalce yazı yazmayı olumsuz yönde etkilemiş ve hatta Bengal'de de Urduca'yı kullanan Abdülgafûr Nassâh gibi birçok şair ve yazar yetişmiştir.
XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren İngiliz yönetiminin ve onun öne çıkardığı Batılı tesirlerin, bu arada kitap basımcılığının bölgeye girişiyle edebî ve fikrî hayatta bir değişim başladı. Bengalce nesri ilk geliştirenler, dinlerini yaymak maksadıyla Kitâb-ı Mukaddes'i bu dile çeviren hıristiyan misyonerleridir. 1800 yılında İngiliz hükümeti kendi çalışanlarına mahallî dillerin öğretilebilmesi için Kalküta'da bir kolej açtı ve bu kurum büyük ölçüde Sanskritçe'ye dayanan nesir dili için kullanışlı olacak yeni bir edebî üslûbun doğmasını sağladı. Bu hareketin önde gelen simaları olan kolejin başkanı William Carey ile Mrityanjay, Raja Ram Mohan Roy ve Vidyasagar Bengal nesri denilebilecek yeni bir ifade tarzının şekillenmesinde yardımcı rol oynadılar. Bunu hızlı biçimde başka değişiklikler takip etti, insanların zihinlerinde yeni fikirler yeşermeye başladı ve bu değişiklikler sonuçta modern Bengal dilinin gelişmesine yol açtı. Ancak bu dönem, sistemli bir şekilde ayırımcılık politikası güdülerek mal ve mülklerinden mahrum edilip bâriz bir fakirlik ve mahrumiyet içinde bırakılan bölge müslümanlarının en karanlık devresine rastlamıştır. Dolayısıyla Bengal'in İngilizler'in eline geçmesinden sonra millî-dinî kültürleri gittikçe zayıflayan müslümanların XIX. yüzyılda görülen yeni edebî hareketlerde oynadıkları rol yok denecek kadar azdır.
Modern Edebiyat. Bengal dili edebiyatı tarihinde önde gelen iki ad Michael Modhusudan Datta ve Bankim Chatterjee'dir. Hinduizm'i bırakıp Hıristiyanlığı seçen Datta, ilk defa Antikçağ'dan Homeros ile Vergilius'u örnek alarak on heceli ve kafiyesiz manzum bir Bengalce destan yazdığı gibi Batı edebiyatlarındaki sone tarzını da Bengal edebiyatına soktu. Onun mizahî tiyatro eserleri bu dildeki drama türünün ilk denemeleridir. Gerek kafiyesiz heceli nazım, gerek drama ve gerekse lirik şiirde Datta'nın getirdiği yenilikler diğer edebiyatçıları da etkilemiştir. Edebî yetenekleri kadar müslümanlara karşı duyduğu nefretle de tanınan Bankim Chatterjee ise gelenekselleşmiş hikâyelerden farklı olarak sosyal gerçekçi ilk modern romanları Bengalce'ye kazandırmıştır. Ancak onun Bengalce konuşulan yörelerdeki Hindular'la müslümanlar arasına, siyaset ve fikir hayatından izleri hâlâ silinmemiş bulunan nefret tohumlarını ekmiş olduğu da unutulmamalıdır.
Hindular'ın sosyal ve fikrî hayatında bir rönesans devri olarak kabul edilen bu dönemde Bengalce'ye kalıcı şekilde damgalarını basacak olan nesir, nazım ve drama türünde eserler vermiş yetenekli yazarlar yetişmiştir. Nesirde Kaliprasanna Sinha, Pyarichand Mitra ve Akshay Kumar Datta ile şiirde Nabin Sen, Hema Chandra ve Biharilal gibi yeni isimler, 1913 yılında Nobel edebiyat ödülünü kazanan Rabindranath Tagor'un en tanınmış temsilcisi olduğu, Bengal edebiyatında büyük romantik çağ olarak adlandırılan dönemi başlatmışlardır. XIX. yüzyılın sonundan Tagor'un ölümüne (1940) kadar olan dönem "Tagor çağı" diye nitelendirilir. Bengal edebiyatının sadece nazımda değil romanda, kısa hikâyede, edebî tenkitte ve lirik dramda Ortaçağ'dan modern çağa tek hamlede geçişi Tagor sayesinde olmuş ve Bengalce onunla yeni bir anlatım gücü kazanmıştır.
Modern Dönemde Müslüman Yazarlar. Bâbürlü İmparatorluğu'nun yıkılmasından ve ülkenin İngilizler tarafından zaptedilmesinden sonra içine kapanan müslüman toplumunun karamsarlık ve uyuşukluktan kısmen de olsa kurtularak yeni bir yazarlar kuşağı çıkarması XX. yüzyılın ilk on yılına rastlar. Bu uyanışın başını Mîr Müşerref Hüseyin çekmiştir. Onun, Kerbelâ hikâyesine dayalı bir destan olan Bishad Sindhu adlı eseri, hem bir kurgu çalışması hem de standart nesrin bir örneği olarak şaheser niteliktedir. Hindistan'da müslümanların gerileyişi temasını kullanan şair Keykubad, Michael Datta'nın geliştirdiği tarz ile bir dizi manzum hikâye yazarken İsmâil Hüseyin Şîrâzî de İslâm tarihinden alınan temalar üzerine canlı nazım ve nesir örnekleri vermiştir. Kādî İmdâdülhak ise Abdullah'ı ile müslümanların sosyal hayatına dair ilk gerçekçi romanı ortaya koymuştur.
I. Dünya Savaşı sonrası edebiyat dünyasında kendini gösteren müslüman yazarlar arasında en büyük sima Kādî Nezrülislâm'dır. Kendi kendini yetiştirmiş bir kişi olan Nezrülislâm Bengal dilini kullanırken kelimeleri daima özenle ve titizlikle seçip ayrıca içine Arapça'nın yanı sıra Farsça ve Türkçe kelimeler kattığı gibi hareket noktası olarak da eski "puthi" yazarlarını almış ve böylece şahsını kısa sürede yeni bir ses haline getiren kendine has şiir dilini ortaya koymuştur. Onun Hz. Peygamber'in doğumu ve ölümü üzerine yazdığı kasideler, Türk İstiklâl Savaşı üzerine söylediği ezgiler, Hâfız ve Ömer Hayyâm'dan yaptığı tercümeler, İran lirik şiirinden yankılar taşıyan şarkı sözleri ve kaleme aldığı çeşitli nesir örnekleri, Bengalce'yi daha önce benzeri görülmemiş bir sağlamlık ve yaratıcılıkla kullanan bir kişiliğin damgasını taşırlar. Nezrülislâm'ın haleflerinden ancak birkaçı, onun yolunu açtığı yeni üslûbu aynı ölçüde beceriyle devam ettirebilmiştir. 1940 dönemi şairlerinden Ferruh Ahmed onun mânevî takipçisi olarak kabul edilir. Ferruh Ahmed'in özellikle Sirâcen münîrâ adlı manzum eseri, Hz. Peygamber hakkında uzunca bir şiirle başlayarak İslâm tarihinin dikkat çekici bazı pırıltılı noktalarını ortaya koyar. Mevlânâ Ekrem Han yine 1930-1940'ların yazarları arasında önde gelir. Onun kaleme aldığı Hz. Peygamber'in biyografisi, Bengal müslümanlarının kültür tarihinde bir sınır taşı niteliğindedir. Gulâm Mustafa yine Hz. Peygamber'in hayatı ve gazveleri konusundaki eserleriyle şöhret yapmıştır. Öte yandan Muhammed Bereketullah'ın The Genius of Persia adlı eseri, yalnızca üslûp özellikleriyle değil aynı zamanda İran kültürünün Hint yarımadasındaki bütün müslümanlara yönelik tesirini ele alan bir çalışma olmasıyla da hatırlanmaya değer. Hem oyunlar, hem günlük yazılar kaleme alan İbrâhim Han ise üslûbundaki sadelikle dikkati çeker. Ta'lim Hüseyin, Ebü'l-Hüseyin ve Ahsen Habîb, Ferruh Ahmed'in çağdaşları arasındaki diğer önemli isimlerdir. 1980'lerde de Mahmûd, Nezrülislâm-Ferruh Ahmed çizgisinin en iyi temsilcisi olmuştur. XX. yüzyıl müslüman Bengal edebiyatının en önemli romancıları ise Şevket Osman, Ebü'l-Fazl, Ebû Rüşd, Şehid Ali, Reşid Kerim, Seyyid Veliyyullah ve kısa hikâyeleriyle ün yapan kadın yazar Mefruha Çavdûrî'dir.
İyi nesir örneklerinin önemli bir kısmını Kur'ân-ı Kerîm çevirileri oluşturur. Kur'an'ın Bengalce'ye ilk tercümesi, bir Hindu olan Grish Chandra tarafından yapılmıştır. En fazla okunan tercüme ise, Abdülhakîm ve Ali Hasan tarafından yapılandır. Diğer çeviriler arasında en tanınmış olanlar Abbas Ali, Teslîmüddin, Ebü'l-Fazl Abdülkerim, Şehîdullah ve P. A. Nezir'in yaptıklarıdır. Ekrem Han da bir tercümeye başlamış, fakat tamamlayamadan ölmüştür; onun bu yarım çevirisi, gerek üslûp yönünden gerekse aynı zamanda bir tefsir olma özelliği bakımından en iyi çevirilerden biri sayılmaktadır. Bunlardan başka Bengladeş İslâm Vakfı da Kitâb-ı Mukaddes'in İngilizce'deki tasdik edilmiş çevirisinde olduğu gibi Kur'ân-ı Kerîm'in tercümesini ayrıca büyük bir ilim heyetine yaptırmıştır.
Doğu Bengal'in Batı Bengal'den Doğu Pakistan adıyla ayrıldığı 1947 yılından beri bu iki bölgedeki Bengal edebiyatı farklı yolları takip etmiş, Bengladeş'te yazılanlar büyük ölçüde müslüman sosyal törelerini yansıtırken Batı Bengal edebiyatı ilhamını Hindu geleneklerinden almıştır. Hint yarımadasında konuşulan bütün dillerin yazılı edebiyatları arasında en önemlisi Bengal edebiyatıdır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi