Öte yandan İmâdüddin Zengî'nin ölümü bütün düşmanlarını harekete geçirdi. II. Joscelin, Urfa'da çıkan isyan neticesinde kısa bir süre için iç kale hariç şehri yeniden ele geçirince Seyfeddin Gazi, Urfa'ya Ali Küçük idaresinde kuvvet sevketti. Fakat Urfa'ya daha önce ulaşan Nûreddin Mahmud isyanı bastırdı, II. Joscelin şehri terkedip kaçtı. Nûreddin şehirde hıristiyanların ve özellikle Ermeniler'in bir daha toparlanmasına imkân vermeyecek bir tasfiye yaptı. Musul kuvvetleri zengin ganimetlerle geri dönerken Urfa, Nûreddin Mahmud'un idaresine geçmiş oldu. Bundan dolayı Nûreddin ile Seyfeddin Gazi arasında yaşanan gerginlik Musul Atabegi Seyfeddin Gazi'nin şehir üzerindeki hakkından feragat etmesiyle son buldu. Mardin ve Hısnıkeyfâ Artuklu beyleri de Zengî'nin ölümünden faydalanarak kaybettikleri yerlerin bir kısmını geri almışlardı. Seyfeddin Gazi bunun üzerine Hani, Silvan, Cebelicur, Zülkarneyn, Şabahtan, Tel Mevzen, Dârâ gibi yerleri aldı ve Mardin üzerine yürüdü. Artuklu ülkesinde büyük tahribat yaptı. Artuklu beyi Timurtaş'ı elçi gönderip barış istemesi üzerine Seyfeddin Musul'a döndü (542/1147).
Bu arada İmâdüddin Zengî'nin Urfa'yı fethetmesi üzerine Avrupa'da, Papa III. Eugenius'un liderliğinde kralların kumanda ettiği yeni bir Haçlı seferi düzenlendi. Nûreddin Mahmud Zengî, II. Haçlı Seferi orduları bölgeye ulaşmadan önce babasının politikasını takip ederek Antakya, Trablus ve Kudüs Haçlı devletlerinin doğusunda güçlü bir İslâm birliği kurmaya çalışıyor, bu birlik kurulduktan sonra Haçlılar'la yapılacak mücadelenin başarıya ulaşacağına inanıyordu. Bundan dolayı babası Zengî'nin ölümü üzerine Vezir Muînüddîn Üner'in hâkimiyetine giren Dımaşk'ı ele geçirmek Nûreddin'in başlıca hedefi idi. Ancak Nûreddin bu imkânı hemen bulamadı ve başlangıçta bir anlaşma yapmak zorunda kaldı. Fransa Kralı VII. Louis ve Almanya Kralı III. Konrad gibi dönemin iki büyük hükümdarının öncülüğünde 1147'de yola çıkan Haçlılar 1148 baharında Filistin'e geldiler. Kudüs'te toplanan Haçlı ordularının başlıca hedefi, Zengî'nin Suriye'deki topraklarına ve mânevî mirasına sahip çıkan Nûreddin Mahmud ve Dımaşk Atabegliği idi. Haçlılar'ın aynı yıl Dımaşk'ı kuşatması üzerine Nûreddin Mahmud ve Seyfeddin Gazi yardıma koştular. Büyük yardım kuvvetleri yanında Dımaşk hâkimi Muînüddin Üner'in başarılı taktiği ve erzak sıkıntısı II. Haçlı Seferi'nin tam bir başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açtı. Humus'a dönen Seyfeddin Gazi, Nûreddin Mahmud ile Üner'in birlikte düzenlediği Ureyme (Arîme) kuşatmasına da 1000 kişilik seçme bir yardım birliği gönderdi. Halep'e saldırmak üzere harekete geçen Haçlılar'ı Yağra'da mağlûp eden Nûreddin'in, II. Haçlı Seferi'nin ardından Suriye'deki nüfuz ve itibarı arttı. Nûreddin, Batı'dan gelen kralların ülkelerine geri dönmesinden sonra bölgedeki hücumlarını arttırınca Tel Bâşir Kontu II. Joscelin bizzat Nûreddin'in karargâhına gidip ondan hareketi durdurmasını rica etti. 25 Nisan 1154'te Dımaşk'ı zapteden Nûreddin, Halep ve Dımaşk'ı kendi hâkimiyeti altında birleştirmek suretiyle bölgenin en güçlü hükümdarı oldu.
I. Seyfeddin Gazi hastalığı ağırlaşınca yerine kardeşi Kutbüddin Mevdûd'un getirilmesini vasiyet etti ve ardından öldü (544/1149). Musul nâibi Ali Küçük ve ileri gelenler de atabegliğin başına Kutbüddin Mevdûd b. İmâdüddin Zengî'yi getirdiler. Ancak Şemseddin b. Mukaddem, Sincar'ı kendisine teslim etmek için Nûreddin Mahmud'u davet edince Nûreddin hemen Sincar'a girdi; bunun üzerine Mevdûd da Sincar'a hareket etti ve taraflar savaşın eşiğine geldi. Vezir Cemâleddin el-İsfahânî'nin gayretleriyle Mevdûd ağabeyi ile anlaşma yapmaya razı oldu. Buna göre Nûreddin, Mevdûd'un Musul üzerindeki egemenliğini onaylıyor, ancak Rakka, Rahbe ve Humus, Sincar'a karşılık Nûreddin'e terkediliyordu. Bu durumda atabegliğin Suriye'deki toprakları bütünüyle Nûreddin'in, Urfa hariç el-Cezîre'deki toprakları da Mevdûd'un idaresinde kalıyordu. Bu hususu Halife Muktefî-Liemrillâh ve Irak Selçuklu Sultanı Mes'ûd b. Muhammed Tapar da kabul etti. Sincar da Atabeg Mevdûd tarafından ordu kumandanı ve nâibi Ali Küçük'e iktâ edildi.
Halife Muktefî-Liemrillâh, Irak Selçuklu Sultanı Mesud'un ölümünün (547/1152) ardından yerine geçen Muhammed b. Mahmûd'un saltanatını onaylamıyordu. Sultan, halifenin Süleyman Şah b. Muhammed Tapar adına hutbe okutup bazı melikleri kendisine karşı kışkırtmaya devam edince Bağdat'ı kuşatmaya karar verdi. Bunun için Musul atabegi ile nâibi Ali Küçük'ten yardım istedi. Sultan Muhammed'e yenilip Bağdat'a doğru kaçan Süleyman Şah yakalanarak Musul'da hapsedildi. Sultan durumu öğrendiğinde kendisinden emir gelinceye kadar Süleyman'ın hapsedilmesini, ancak ona karşı saygıyla davranılmasını bildirdi. Halifenin tavrını değiştirmemesi Sultan Muhammed'i Bağdat'ı kuşatmaya mecbur bıraktı. Zilhicce 551'de (Ocak-Şubat 1157) Selçuklu ordusu Bağdat'ı kuşattıktan kısa bir süre sonra Ali Küçük idaresindeki Musul ordusu da Bağdat'a ulaştı. Kalabalık kuvvetlerin gelişi Selçuklu ordusunda büyük sevinç uyandırdı. Ancak muhasaranın iyice şiddetlendiği bir sırada bir şehzadenin Hemedan'ı ele geçirdiği haberi ulaştı. Selçuklu ordusu kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Musul kuvvetleri sultanın Bağdat'tan güvenle çekilmesini sağladığı gibi ona Hulvan'a kadar refakat etti. Sultan Muhammed b. Mahmûd'un ölümü üzerine (Zilkade 554 / Aralık 1159) Selçuklu beyleri, Musul Atabegi Kutbüddin Mevdûd ile Ali Küçük'e haber gönderip Süleyman Şah'ın serbest bırakılmasını istediler. Müzakereler sonunda Mevdûd'un yeni sultanın atabegi, Ali Küçük'ün de Irak Selçuklu ordusunun başkumandanı olması şartlarıyla anlaşma yapıldı. Süleyman Şah asker, mühimmat ve kıymetli hediyelerle Hemedan'a doğru yola çıkarıldı. Ancak Süleyman Şah'ı karşılamaya gelen Selçuklu beylerinin taşkınlıkları ve ona karşı saygısızlıkları Ali Küçük'ü endişelendirdi. Bu sebeple Musul'a döndü. Süleyman Şah'ın 556'da (1161) öldürülüp yeğeni Arslanşah b. Tuğrul'un iktidarı ele geçirmesiyle Musul Atabegliği'nin Irak Selçukluları'na müdahalesi sona erdi.
Musul Atabegi Mevdûd, üstünlüğünü kabul ettiği ağabeyi Nûreddin Mahmud'un Haçlılar'la olan savaşlarına asker göndermek suretiyle yardımda bulunmuştu. Nitekim Nûreddin 552 (1157) yılında ağır bir hastalığa yakalandığında Haçlılar'ın Halep'e saldırma hazırlığında olduklarını öğrenen Mevdûd hemen Ali Küçük kumandasında bir ordu gönderdi. Musul kuvvetlerinin Halep askeriyle birleşmesinden çekinen Haçlılar geri çekildiler. Ancak hastalığı giderek daha ciddi bir hal alan Nûreddin, biraz da bu karşılıksız yardımların etkisiyle ülkesini Mevdûd'a vasiyet etti ve onu veliaht belirledi. Nûreddin iyileşince hastalığı sırasında Halep'i ele geçirme girişiminde bulunup ardından Harran'a kaçan kardeşi Nusretüddin Mîr-i Mîrân'ı cezalandırmaya karar verdi. Mevdûd'un Ali Küçük idaresinde yolladığı kuvvetlerin de yardımıyla Harran zaptedildi. Nûreddin Mahmud, Harran'ı bir süredir önemli hizmetlerini gördüğü Ali Küçük'e iktâ etti. Bu arada Haçlılar, Nûreddin'in hastalığından yararlanarak Hârim'i ele geçirdiler; daha sonra da kendisini Hısnülekrâd önlerinde yenilgiye uğrattılar. Bunun üzerine cihad çağrısı yapan Nûreddin Mahmud bölgedeki müslüman-Türk hâkimlerden yardım istedi. Bu çağrıya, Artuklular ve kardeşi Nusretüddin Mîr-i Mîrân'dan önce Musul ordusuna kumanda eden Ali Küçük katıldı. Hârim önlerine gelen ordu şiddetli bir kuşatmanın ardından şehri ele geçirdi (19 Ramazan 559 / 10 Ağustos 1164). Bu durumu değerlendirmek isteyen Nûreddin Mahmud, Haçlılar'a karşı ertesi yıl da büyük bir sefer düzenledi. Mevdûd yine nâibi Ali Küçük idaresinde iyi donatılmış bir ordu sevketti. Suriye'de Haçlı egemenliğindeki merkezlere karşı düzenlenen bu sefer neticesinde Arkā, Ureyme, Sâfisâ ve Banyas gibi önemli kaleler Türkler'in eline geçti. Haçlılar'la olan savaşlarında Musul ordusunun hizmetlerini değerlendiren Nûreddin Mahmud, daha önce Sincar karşılığında kendi topraklarına kattığı Rakka'yı Musul Atabegi Mevdûd'a iade etti.
İmâdüddin Zengî döneminden beri Musul valisi, atabeg nâibi, ordu kumandanı olarak hizmet eden ve Erbil Beyliği'nin de kurucusu olan Ali Küçük, Erbil dışındaki bütün iktâlarını Atabeg Kutbüddin Mevdûd'a devrettikten sonra 11 Zilkade 563'te (17 Ağustos 1168) vefat etti. Mevdûd, Musul nâibliğine İmâdüddin Zengî'nin mühtedi kölelerinden Fahreddin Abdülmesîh'i tayin etti. Ardından hastalanan, yerine de büyük oğlu ve Nûreddin Mahmud'un damadı II. İmâdüddin Zengî'nin geçirilmesini vasiyet eden Mevdûd 22 Zilhicce 565'te (6 Eylül 1170) öldü. Kutbüddin Mevdûd, Haçlılar'a karşı yürütülen cihad harekâtına destek verip Zengîler içinde bütünlüğün sağlanmasında önemli rol oynamıştı. Ancak onun vasiyetine rağmen Artuklu Beyi Timurtaş'ın kızı olan annesi, Abdülmesîh ile iş birliği yaparak oğlu II. Seyfeddin Gazi'yi Musul atabegi tayin etti (565/1170). Nûreddin'in yanında Halep'te büyüyen II. İmâdüddin Zengî'nin şikâyeti ve valinin tahakkümünden bıkan halkın hoşnutsuzluğu Nûreddin Mahmud'un Musul'a müdahale etmesine yol açtı. Muharrem 566'da (Eylül-Ekim 1170) Fırat'ı geçen Nûreddin Mahmud Habur, Nusaybin, Rakka ve Harran'ı ele geçirdi. Sincar'ı da alıp II. İmâdüddin Zengî'ye iktâ ettikten sonra Musul'a hareket etti. Bu gelişme üzerine II. Seyfeddin Gazi'nin diğer kardeşi İzzeddin Mesud, Azerbaycan atabegi Şemseddin İldeniz'e müracaat edip amcası nezdinde ara buluculuk yapmasını istedi. Ancak Nûreddin Mahmud, İldeniz'in elçisini Gürcüler'le uğraşmasını tavsiye ederek geri gönderdi. Niyetinin Musul'u almak değil yeğenleri arasındaki ihtilâfları çözmek olduğunu söyleyen Nûreddin Mahmud 13 Cemâziyelevvel 566'da (22 Ocak 1171) şehre girdi ve Abdülmesîh'i azledip Musul valiliğine kendi adamlarından Sâdeddin Gümüştegin'i getirdi. Nûreddin Mahmud'un zaptettiği şehirler kendisinde kalırken Musul Atabegliği ona tâbi oluyor ve Sincar'da da Musul Atabegliği'nin yeni bir kolu kurulmuş oluyordu. Nûreddin, Musul'da iken Erbil beyinin de itaatini bildirmesiyle bütün Irak, Suriye ve Mısır'da Haçlılar'a karşı tek bir cephe teşkiline muvaffak oldu.
Halep atabegi Nûreddin Mahmud Haçlılar'a karşı yeni bir sefere hazırlanırken (569/1173-74) Musul atabegi II. Seyfeddin Gazi'ye de kendisine katılması çağrısı yapmıştı. Musul atabegi ordusuyla Suriye'ye doğru ilerlemekte iken amcası Nûreddin'in ölüm haberi geldi. Bundan yararlanmak isteyen II. Seyfeddin Gazi hemen Nûreddin'in ele geçirdiği şehirleri geri almaya koyuldu. Harran, Nusaybin, Habur, Urfa, Seruc (Süruç), Rakka ve Cezîre-i İbn Ömer'i (Cizre) Musul'a bağladı. Hânedanın Cizre kolu II. Seyfeddin Gazi'nin oğlu Sencer Şah tarafından kuruldu (576/1180). Böylece Halep Atabegliği ile aralarındaki tâbilik-metbûluk bağlarını da koparmış oldu. Diğer taraftan Musul'dan ayrılan Vali Gümüştegin, Halep'te Nûreddin Mahmud'un yerine oğlu el-Melikü's-Sâlih İmâdüddin İsmâil'i geçirdi; ancak onu tahakküm altına aldı. Nûreddin'in kumandanlarından Selâhaddîn-i Eyyûbî de el-Melikü's-Sâlih İsmâil adına hutbe okutmakla birlikte atabegi kendi nüfuzu altına almak istiyordu. Şemseddin b. Mukaddem'in emrindeki kumandanlar Selâhaddin'i Dımaşk'a davet ettiler. Selâhaddin, Dımaşk'ı ele geçirmek için Mısır'dan yola çıkınca Halep ileri gelenleri II. Seyfeddin Gazi'den yardım istediler. Musul Atabegliği'nin İmâdüddin Zengî dönemindeki topraklarını kendi idaresinde birleştirmek isteyen II. Seyfeddin Gazi'nin eline iyi bir fırsat geçmişti. Fakat bir kısım emîrlerin Selâhaddin ile mücadele konusundaki kararsızlıkları yüzünden bu fırsatı değerlendiremedi. Selâhaddin önce Dımaşk ardından Hama, Humus, Rakka, Ca'ber ve Seruc'u ele geçirdi (570/1174).
Bu süreçte Selâhaddîn-i Eyyûbî ile iş birliği yaptığı için II. İmâdüddin Zengî'yi cezalandırmak isteyen II. Seyfeddin Gazi Sincar'ı kuşattı. O sırada Halep önlerinde bulunan Selâhaddin'e karşı diğer kardeşi İzzeddin Mesud'u gönderdi. Ancak Halep-Musul ordusu Selâhaddîn-i Eyyûbî karşısında yenilgiye uğradı. Selâhaddin'in zaptettiği bütün yerler elinde kalırken bağımsızlığını da ilân etti ve hâkimiyeti halife tarafından onaylandı (12 Şevval 570 / 6 Mayıs 1175). Musul-Halep Atabegliği kuvvetlerinin ertesi yıl yapılan Cibabü't-Türkman savaşında da yenilmesi A'zâz, Menbic ve Bizâa gibi müstahkem mevkilerin Selâhaddin'in eline geçmesine yol açtı. Onun esas hedefi Halep'ti, bununla birlikte şehir halkının Zengî ailesine olan bağlılığı sebebiyle bunun pek kolay olmayacağını biliyordu. Bunu dikkate alarak Mısır ve Güney Suriye'de egemenliğinin tanınması kaydıyla Halep muhasarasını kaldırdı. Bu anlaşmanın Musul Atabegliği tarafından da tanınması şartını koydu (572/1176). Anlaşma II. Seyfeddin Gazi'nin ölümüne kadar (3 Safer 576 / 29 Haziran 1180) yürürlükte kaldı.
II. Seyfeddin Gazi, hastalığı şiddetlenince yerine önce oğlu Muizzüddin Sencer Şah'ın geçmesini vasiyet ettiyse de daha sonra Eyyûbî tehdidini dikkate alıp kardeşi İzzeddin Mes'ûd b. Mevdûd'un gelmesini istedi. Selâhaddin, el-Cezîre hâkimiyetinin tanınmasını talep eden İzzeddin Mesud'a, halifenin II. Seyfeddin Gazi'nin egemenliğini kaydıhayat şartıyla onayladığını ve şimdi bölgenin kendisine verildiğini bildirdi. Bu sırada Halep Atabegi el-Melikü's-Sâlih İsmâil'in hastalığı da ilerledi ve topraklarını Musul Atabegliği'ne bıraktı. el-Melikü's-Sâlih öldüğünde Selâhaddîn-i Eyyûbî Mısır'da bulunduğu için duruma müdahale edemedi ve İzzeddin Mes'ûd b. Mevdûd süratle hareket ederek şehrin idaresini ele geçirdi (20 Şâban 577 / 29 Aralık 1181). Ancak bu durum uzun sürmedi. Hânedan mensupları ve emîrler arasındaki çekişme Halep'in önce Sincar karşılığında II. İmâdüddin Zengî'ye verilmesi, ardından da Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından işgal edilmesiyle sonuçlandı.
Bu gelişmeler sırasında Mısır'dan dönen Selâhaddîn-i Eyyûbî, Musul emîrlerinden bir kısmının hizmetine girmesi, Hısnıkeyfâ Artuklu beyinin de tâbiiyetini bildirmesiyle durumunu iyice güçlendirdi ve Cemâziyelâhir 578'de (Ekim 1182) Musul'u kuşattı. Selâhaddin'in bu kuşatması başarısızlıkla sonuçlanmakla birlikte Sincar'ın düşmesi Musul Atabegliği'nin güvenliğini ciddi biçimde tehlikeye soktu. Hısnıkeyfâ'dan sonra Mardin Artukluları'nın da Selâhaddin'e bağlanmasıyla Musul Atabegliği iyice yalnız kaldı. 18 Safer 579'da (12 Haziran 1183) Halep'i ele geçiren ve rakipsiz duruma gelen Selâhaddîn-i Eyyûbî, Nûreddin Mahmud gibi el-Cezîre ve Suriye'yi tek elde birleştirmek istiyordu. Bu maksatla bir defa daha Musul'u kuşattı. Musul Atabegi İzzeddin Mesud elçiler gönderip ona boş yere müslüman kanı dökmemesi çağrısında bulundu. Selâhaddin, şiddetli muhasaraya rağmen şehir çok iyi tahkim edilmiş olduğundan yine bir netice alamadı ve Ahlat Beyi II. Sökmen'in ölümü üzerine ortaya çıkan yeni şartlar dolayısıyla kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Fakat varılan anlaşmaya göre Musul Atabegliği, Selâhaddin'e tâbi olacak, hutbede Irak Selçuklu sultanı yerine Selâhaddin'in adı okunacak ve Zap suyunun ötesindeki topraklar da kendisine bırakılacaktı (9 Zilhicce 581 / 3 Mart 1186). Bu anlaşmanın en önemli sonucu hiç şüphesiz, el-Cezîre'de artık sözde kalan Selçuklu egemenliğinin hukuken de bitmiş olmasıdır. Musul Atabegi İzzeddin Mes'ûd b. Mevdûd bundan sonra tâbiiyet gereği Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin Haçlılar'a karşı düzenlediği savaşlara da katıldı.
Mesud, Selâhaddin'in 589'da (1193) ölümü üzerine atabegliğe ait toprakları geri almak için, Sincar atabegi olan kardeşi II. İmâdüddin Zengî ve Erbil Beyi Muzafferüddin Kökböri ile ittifak yaptı. Fakat Nusaybin'den Tel Mevzen'e geldiği sırada hastalanıp geri dönmek zorunda kaldı ve bir süre sonra o da vefat etti (27 Şâban 589 / 28 Ağustos 1193). İzzeddin Mesud'un yerine vasiyetine uyularak oğlu Nûreddin Arslanşah getirildi ve Musul Valisi Mücâhidüddin Kaymaz onun atabegliğine tayin edildi. Ancak bu arada Sincar atabegi ve amcası II. İmâdüddin Zengî atabegliğe ait bazı toprakları işgal etti. Arslanşah ile amcası arasındaki mücadele, amcasının ölümünün (593/1197) ardından yerine geçen oğlu Kutbeddin Muhammed zamanında da sürdü. Arslanşah bu amaçla onun hâkimiyetine geçmiş bulunan Nusaybin'i geri aldıysa da Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Âdil'in müdahalesiyle çekilmek zorunda kaldı. Aslında Selâhaddin'in ölümünden sonra, sağlığında ülkesini paylaştırdığı hânedan mensupları arasında şiddetli mücadeleler yaşanmaktaydı. Buna rağmen Eyyûbîler'in Musul Atabegliği'ne müdahaleleri hânedanın yıkılışına kadar devam etti.
el-Melikü'l-Âdil'in Mardin Artukluları ülkesine girmesini kendi güvenlikleri açısından tehlikeli bulan Musul ve Sincar atabegleri ona karşı ittifak kurdular. Fakat bu arada Musul valisi ve Arslanşah'ın atabegi Mücâhidüddin Kaymaz'ın ölümü (595/1199) çok olumsuz sonuçlar doğurdu. Arslanşah, Kaymaz'ın yerine geçen Bedreddin Lü'lü'ün tahakkümü altına girmekten kurtulamadı. Musul ve Sincar atabegleri arasındaki anlaşmayı kendi aleyhine bir gelişme kabul eden el-Melikü'l-Âdil, Sincar atabegini yeniden kendi adına hutbe okutmaya ikna etti. Arslanşah bunun üzerine Nusaybin'i zaptetti. Bu mücadele sırasında Sincar atabegini destekleyen Erbil Beyi Kökböri de Arslanşah'ın Nusaybin'den çekilmesini sağlamak amacıyla Musul Atabegliği topraklarında büyük tahribat yaptı. Arslanşah, Kökböri'yi cezalandırmak üzere harekete geçtiyse de Kökböri süratle Erbil'e döndü. Arslanşah'ın Sincar'a bağlı Tel A'fer'i zaptetmesi, aleyhinde büyük bir ittifakın kurulmasına yol açtı. el-Melikü'l-Âdil'in oğulları, Hısnıkeyfâ Artuklu beyi, Zengîler'den Cezîre-i İbn Ömer hâkimi Muizzüddin Sencer Şah ve Kökböri'nin kuvvetlerinden meydana gelen büyük bir ordu Musul yakınlarındaki Kefr-Zemmar'da Musul atabegini yenilgiye uğrattı. Atabeg elindeki kuvvetlerin neredeyse tamamını kaybetti ve büyük zorluklarla Musul'a dönebildi (Muharrem 601 / Eylül 1204). Asker ve emîrlerinin çoğu esir alındı. Arslanşah, daha sonra Tel A'fer'i Kutbeddin'e geri vermek şartıyla el-Melikü'l-Âdil ile anlaşmak zorunda kaldı.
Nûreddin Arslanşah, Sincar Atabegliği'ne karşı bu defa el-Melikü'l-Âdil ile gizli bir anlaşma yaptı. Aslında ne Musul Atabegleri ne de Eyyûbîler birbirlerinin kuvvet kazanmasını istiyorlardı. Ancak el-Melikü'l-Âdil mahallî hükümdarlar arasındaki anlaşmazlıklardan faydalanabilmek için sık sık bu tür ittifaklara katılıyordu. 606 (1209) yılında Ahlat'ı yağmalayan Gürcüler'e karşı sefere çıktığı sırada düşmanın geri çekildiğini haber alan el-Melikü'l-Âdil, Sincar'ı kuşatmaya karar verdi. Aralarındaki gizli anlaşma gereği Musul atabeginden yardım istedi. Arslanşah, Sincar'ın ardından sıranın Musul'a geleceğinden endişe ediyordu. Sincar atabegi ise Kökböri'ye başvurup kuşatmanın kaldırılması hususunda aracılık etmesini istedi. Kökböri, daha önce Musul atabegine karşı el-Melikü'l-Âdil'le ittifak kurmasına rağmen Eyyûbîler'in bu kadar güçlenmesini kendi menfaatlerine aykırı bularak ondan kuşatmayı kaldırmasını istedi. Kökböri bunu sağlayamadıysa da Arslanşah'ın el-Melikü'l-Âdil'e yardımını engelledi. el-Melikü'l-Âdil'e karşı bu defa Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyâseddin Keyhusrev, Erzurum Selçuklu Meliki Tuğrulşah ve Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'z-Zâhir'in de katıldığı büyük bir ittifak oluşturuldu. el-Melikü'l-Âdil kuşatmayı ancak Halife Nâsır-Lidînillâh'ın aracılığıyla kaldırmaya razı oldu. Arslanşah bu arada İzzeddin Mesud ve İmâdüddin Zengî adlı iki oğlunu Kökböri'nin kızları ile evlendirdi. Bu şekilde ittifak biraz daha pekiştirilmiş oldu. Musul Atabegliği'nin Kökböri ile ittifakı oğlu II. İzzeddin Mesud zamanında da devam etti.
Nûreddin Arslanşah'ın ölümü üzerine yerine oğlu II. İzzeddin Mesud geçti (607/1211). Fakat Bedreddin Lü'lü'ün tahakkümü altında geçen devri zehirlenerek öldürülmesiyle son buldu (615/1218). Lü'lü' onun yerine on yaşındaki oğlu II. Nûreddin Arslanşah'ı tahta geçirdi, halifenin onayını da aldı. Ancak Şûş ve Akralhumeydiye'de hüküm süren amcası ve hânedanın Şehrizor kolunun kurucusu III. İmâdüddin Zengî onun hâkimiyetini tanımadı; Lü'lü' nezdindeki girişimleri netice vermeyince Musul'a bağlı İmâdiye Kalesi'ni ele geçirdi. Erbil Beyi Kökböri de Lü'lü'ün Zengî hânedanı üzerindeki nüfuzunu kırmak amacıyla damadı III. İmâdüddin Zengî'yi destekliyordu. III. İmâdüddin Zengî, bu sayede Hakkâri ve Zevezân'ı zaptettiyse de Lü'lü'ün Eyyûbîler'den sağladığı yardımla yenilgiye uğratıldı. III. İmâdüddin Zengî Erbil'e sığınırken taraflar arasında Halife Nâsır-Lidînillâh'ın girişimiyle yeniden barış sağlandı.
II. Nûreddin Arslanşah vefat edince yerine Lü'lü' tarafından kardeşi I. Nâsırüddin Mahmud b. II. Mes'ûd tayin edildi (616/1219). III. İmâdüddin Zengî atabegliğin kendi hakkı olduğu iddiasıyla bir kere daha harekete geçti. Kökböri'nin yardımıyla Musul'a bağlı yerleri almaya başladı. Lü'lü'ün Eyyûbîler'in el-Cezîre ve Dımaşk kolu hükümdarı el-Melikü'l-Eşref Mûsâ'dan aldığı kuvvetler Kökböri tarafından hezimete uğratılıp Musul'a kadar takip edildi. Halifenin ara buluculuğu sayesinde sağlanan yeni anlaşma da ancak III. İmâdüddin Zengî'nin Kevâşe'yi zaptına kadar sürdü. Lü'lü'ün çağrısıyla el-Melikü'l-Eşref bizzat yardıma geldi. Kökböri de buna karşılık Artuklular'ın ve Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvus'un desteğini aldı. Fakat el-Melikü'l-Eşref'e karşı sefere çıkan I. Keykâvus'un ölümü ittifakı zayıflattı. el-Melikü'l-Eşref, Sincar'ı ele geçirip atabegliğin bu koluna da son verdi (Cemâziyelevvel 617 / Temmuz 1220). Musul'a gelen el-Melikü'l-Eşref, halifenin III. Zengî'nin aldığı yerleri iade etmesi kaydıyla anlaşma yapılması yolundaki isteğini reddetti. Bu olaylardan sorumlu tuttuğu Kökböri üzerine yürüdü. el-Melikü'l-Eşref'in Zap nehri kıyısındaki karargâhında yapılan görüşmeler sonunda III. İmâdüddin Zengî'nin ele geçirdiği yerleri geri vermesi, bu gerçekleşene kadar Şûş ve Akralhumeydiye'nin Lü'lü'ün idaresinde, Zengî'nin de el-Melikü'l-Eşref'in yanında rehin olarak kalması kararlaştırıldı (Cemâziyelâhir 617 / Ağustos 1220).
Bu karmaşık olaylar içerisinde isimleri dahi zikredilmeyen Musul atabegleri adına kendisi için bir hâkimiyet alanı açmak isteyen Lü'lü', Şûş'a da el koydu. Zengî buradan ayrıldıktan sonra bir müddet Azerbaycan (İldenizli) Atabegi Özbek'in himayesinde yaşadı. Lü'lü' ise bölgenin yeni siyasî aktörlerinden biri olma yolunda önemli bir mesafe aldı. Bu sırada başlayan Moğol istilâsı yüzünden Yakındoğu'yu büyük ve tahripkâr gelişmeler beklerken bölge hâkimleri birbirleriyle kıyasıya mücadeleye devam ediyordu. Kökböri, Erbil çevresine çok yakın geçen bir Moğol tehlikesini atlattıktan sonra Musul atabegine ve onun hâmisi el-Melikü'l-Eşref'e karşı bazı Eyyûbî meliklerinin de katıldığı bir ittifak oluşturdu. Bu çerçevede Kökböri'nin 13 Cemâziyelâhir 621'de (2 Temmuz 1224) kuşattığı Musul düşmek üzereyken ittifakın Eyyûbî kanadı el-Melikü'l-Eşref ile anlaştı. Böylece şehirle birlikte Lü'lü'ün geleceği de kurtulmuş oldu. Ancak Musul ve yöresinde bu savaş sebebiyle büyük bir kıtlık ve pahalılık meydana geldi.
Celâleddin Hârizmşah, Moğol istilâsının genişlemesine paralel olarak ağırlık merkezini sürekli batıya kaydırmaktaydı. Nitekim Moğollar'a karşı asker toplamak amacıyla el-Cezîre'ye geldiğinde karşısına çıkan halifenin ordusunu yenilgiye uğrattı. Kökböri, Celâleddin Hârizmşah ile anlaşmayı menfaatlerine uygun buldu. Böylece el-Melikü'l-Eşref'e karşı kurulan, bazı Eyyûbî melikleriyle Artuklu beylerinin de katıldığı ittifaka Celâleddin Hârizmşah da katılmış oldu. İttifak üyeleri kendi paylarına düşen yerleri işgal edeceklerdi. Buna göre Celâleddin Hârizmşah'ın el-Melikü'l-Eşref'e ait Ahlat'a yürümesi onun Musul'a müdahale etmesine engel oldu. Kökböri böylece Musul'u kolayca zaptetmeyi ve Lü'lü'ün atabeglik üzerindeki baskısına son vermeyi umuyordu. Kökböri, bu maksatla Erbil'den Zap suyu kenarına geldiği sırada Hârizmşah'ın bir isyanı bastırmak üzere Kirman'a gittiğini öğrendi. Lü'lü' her zaman olduğu gibi el-Melikü'l-Eşref'e başvurdu. O da önce Artuklu müttefiklerini saf dışı bıraktı. Ardından bazı tavizler karşılığında Eyyûbî meliklerini tesirsiz hale getirdi. Bu durumda Musul'u zaptetme şansını kaybeden Kökböri memleketine dönmek zorunda kaldı (Cemâziyelâhir 623 / Haziran 1226). Bu olaylar, Lü'lü'ün Musul hâkimiyetini sağlamlaştırdığı nisbette bölgenin savaşlarla tahrip edilmesine, sıkıntı içinde yaşayan insanların bölgeden göç etmesine yol açıyordu. Esasen henüz bir çocuk iken Musul atabegliğine getirilen I. Nâsırüddin Mahmud, bu sırada Erbil Beyi Kökböri de ölmüş olduğundan, artık bölgede hiçbir ciddi rakibi kalmayan Lü'lü' tarafından feci şekilde öldürüldü (Rebîülevvel 631 / Aralık 1233). Böylece Zengîler hânedanının ana kolu tarihe karışmış oldu. Halife Müstansır-Billâh, Lü'lü'e el-Melikü'r-Rahîm unvanı vererek onun Musul hâkimiyetini onayladı. Lü'lü' 657'de (1259) ölümüne kadar Musul'daki hâkimiyetini sürdürdü. Zengîler'in iki büyük kolu Musul ve Halep dışında Sincar (1170-1220), Cezîre-i İbn Ömer (1180-1251) ve Şehrizor'da (1211-1245) hüküm süren üç küçük kolu daha vardır.
Musul atabegleri, özellikle İmâdüddin Zengî ve atabegliğin Halep kolunun kurucusu Nûreddin Mahmud Zengî, Haçlılar'a karşı verdikleri mücadelelerle İslâm dünyasının ümidi, hıristiyanların ise korkulu rüyası oldular. Haçlılar'ın İslâm topraklarının ortasında kontluklar, prinkepslikler ve krallıklar gibi çeşitli siyasî teşekküller kurdukları bu devirde hem siyasî muhalifleri hem de Haçlılar karşısında büyük mücadeleler verdiler. Nûreddin Mahmud zamanında el-Cezîre, Suriye ve hatta Mısır'da siyasî birliğin sağlanması, sosyal ve ekonomik gelişme yanında Haçlılar'a karşı kazanılan büyük zaferlerin de zeminini oluşturdu. Zengîler daha önce Şiîler'in hâkimiyetindeki topraklarda Sünnîliği desteklediler. Şehirleri imar edip birçok ilmî ve dinî müessese kurdular. Eyyûbîler ve Memlükler bu kurumlardan faydalandılar. Musul atabegleri çoğu günümüze kadar gelemeyen büyük mimari eserler meydana getirdiler. Zengîler döneminde sadece Musul şehrinde on üç medresenin varlığı tesbit edilmiştir. Nûreddin Mahmud Zengî'nin birçok han, ribât, sebil ve medresenin yanı sıra Dımaşk, Halep ve Harran'da inşa ettirdiği bîmâristanlar onun şöhretine yakışan eserlerdir. Bütün bunlara haleflerinin atabegliğe bağlı diğer şehirlerde yaptırdıkları da ilâve edildiğinde yoğun siyasî mücadelelere rağmen imar ve inşa faaliyetlerine de gereken önemin verildiği anlaşılır. Devrin kaynaklarında Zengîler döneminde birçok cami ve mescid, köprü ve saray inşa edildiğine dair bilgiler verilmektedir. Dicle nehri üzerinde açılan sulama kanalları sayesinde Musul ve çevresi, meyve ve pamuk üretimi başta olmak üzere zengin bir ziraat hayatına kavuşmuştur. Atabegliğin Urfa, Musul ve Halep gibi önemli yolların kavşağında bulunan şehirlere sahip olması ticarî faaliyetlerle birlikte iktisadî seviyenin yükselmesine de katkıda bulunuyordu. Hulefâ-yi Râşidîn ile Ömer b. Abdülazîz'den sonra Nûreddin Mahmud Zengî'den daha iyisini, daha adaletli ve merhametlisini görmediğini söyleyen tarihçi İzzeddin İbnü'l-Esîr (el-Kâmil, XI, 403) Zengîler'in İslâm'a, müslümanlara, kendi ailesine ve şahsına yaptıkları iyilikleri vefa duygusuyla dile getirmek, isimlerini ebedîleştirmek ve onları dünyaya örnek bir hânedan olarak takdim etmek amacıyla et-Târîḫu'l-bâhir fi'd-devleti'l-Atâbekiyye bi'l-Mevṣıl adında bir eser yazmıştır. Ayrıca İbnü's-Sâî'nin el-Maʿlemü'l-Atâbekî'si yanında Ebû Şâme el-Makdisî'nin Kitâbü'r-Ravżateyn fî aḫbâri'd-devleteyn adlı eserinin bir bölümü de Zengîler'e aittir.
MİMARİ. Irak ve Suriye bölgesinde hâkimiyet kurmuş olan Zengîler döneminde, bölgenin mimari geleneklerinin yanı sıra Selçuklu geleneklerinin de ele alındığı bir gelişim görülmektedir. Özellikle taş işçiliğinde uygulanan ve "Zengî düğümü" diye adlandırılan, düğümlü geçmeli kompozisyonların oluşturduğu süsleme düzeni başta Suriye'de bu devrin belirleyici özelliğini meydana getirmiş, daha sonra da gezici mimar ve ustalar eliyle Anadolu'da etkisini göstermiştir. Bu dönemde Dımaşk, Hama, Humus, Halep, Şeyzer, Ba'lebek ve Musul kaleleri Selçuklu geleneğiyle yenilenmiş, İmâdüddin Zengî döneminde Musul'da iç kale ile büyük kale yapılmıştır. Tuğladan inşa edilen surlar ve kare planlı burçlardan oluşan kalede figürlü kabartmaların bulunduğu bilinmektedir. Nûreddin Mahmud Zengî tarafından Halep Kalesi'nde surlar takviye edilmiş, bazı burç ve kuleler eklenmiştir. İç kalenin güneybatısında büyük burçlarla birleşen ana giriş kitlesi Zengî devrinde yapılmış ve 1209 yılında onarım görmüştür. Bu geçiş kitlesi, iki burç arasına yerleştirilen kapı ile buraya ulaşan rampalı iki köprüden meydana gelmektedir. Kaleyi kuşatan hendeğin üzerinden geçerek aşağıdaki savunma kulesine bağlanan köprü ikinci bölümle dış kaleyle irtibatı sağlamaktadır. İmâdüddin Zengî döneminde Dicle nehri üzerine yapıldığı bilinen Musul Köprüsü çeşitli tamir ve ilâvelerle 1947 yılına kadar kullanılmış, bu tarihte yıktırılarak yerine yeni bir köprü inşa edilmiştir. İmâdüddin Zengî 1135'te Hama Ulucamii'ne kare planlı bir minare eklemiştir. Halep'te iç kalenin güneybatısında Cevşen dağı yamacında yer alan ve açık bir avlu etrafında şekillenen Meşhedü'l-Muhassin, İmâdüddin Zengî'nin 537 (1142) yılında yaptırdığı tamirle günümüzdeki görünümünü kazanmıştır.
Zengîler döneminde ele alınan camilerde Şam Emeviyye Camii'nde olduğu gibi enine gelişen neflerden oluşan harim ve bunun önünde büyük avludan meydana gelen plan düzeni mimari açıdan bir yenilik getirmemektedir. Abbâsî devrinde 770'li yıllarda yapılmış olan Rakka Ulucamii, Nûreddin Mahmud Zengî devrinde yeniden inşa edilmiştir. Bir yangın neticesinde harap olan Halep Ulucamii'ni Nûreddin Mahmud Zengî temellerine kadar yıktırarak yeniden yaptırmıştır. Mihraba paralel üç nefli yapı çapraz tonozlarla örtülüdür. Mihrap ekseninde orta nef kubbeyle kesilmiştir. Önde yer alan büyük revaklı avlu renkli taş kompozisyonlu döşemesiyle ve harim kapısındaki renkli taş geçmelerle dikkat çekmektedir (bk. HALEP ULUCAMİİ). Planı açısından Halep Ulucamii'ne çok benzeyen Urfa Ulucamii'nin de Nûreddin Mahmud Zengî tarafından yeniden yaptırılmış olabileceği tahmin edilmekte, Urfa'daki Pazar Camii'nin de Zengî devrinde inşa edildiği kabul edilmektedir. VII. yüzyılda kiliseden çevrilen ve Abbâsîler döneminde de tamir gören Cizre Ulucamii, Zengîler tarafından 555 (1160) yılında yeniden yaptırılmış, Halep'te iç kalede 564'te (1169) Şeyh Ma'rûf Camii inşa edilmiştir. İç kalede yer alan Makām-ı İbrâhim de Zengîler devrinde 563 (1168) ve 575 (1179) yıllarında geçirdiği iki onarımla bugünkü şekline kavuşmuştur. Ayrıca iç kalede yer alan ve kale mescidi olarak kullanılan Yukarı Makam da 563'te (1168) onarılmış, Yahya peygambere ait olduğuna inanılan kutsal emanetler buraya konularak zengin vakıflar tahsis edilmiştir. Musul'da Emeviyye (Câmi-i Atîk) Camii I. Seyfeddin Gazi tarafından tamir edilmiştir. Çeşitli tamirlerle değişikliğe uğrayan Musul Ulucamii'nin (el-Câmiu'l-kebîr, Câmiu'n-Nûrî) inşasına I. Seyfeddin Gazi zamanında başlanmış, yarım kalan yapıyı 568'de (1172-73) Nûreddin Mahmud Zengî tamamlatmıştır. Caminin eski mihrabındaki kitâbesinde usta olarak Mustafa el-Bağdâdî'nin adı ve 543 (1148) tarihi okunmaktadır. Nûreddin Mahmud Zengî'nin yaptırdığı cami bugün yıkılmış olup bazı parçaları müzede saklanmaktadır. Yapının geniş dikdörtgen planlı avlusunun kuzeydoğu köşesinde yer alan tuğladan silindirik gövdeli minaresi (Minâretü'l-hadbâ') günümüze ulaşmıştır. Minarede tuğlaların değişik dizilmesiyle elde edilen kuşaklar halindeki süslemeler Selçuklu geleneğinin devam ettirildiğini ortaya koymaktadır.
Musul nâibi olan Mücâhidüddin Kaymaz tarafından 572-576 (1176-1180) yılları arasında Dicle kıyısında inşa ettirilen Mücâhidüddin (Mücâhidî) Camii kubbesinin kırmızı tuğlalarından dolayı el-Câmiu'l-ahmer adıyla da bilinir. Kaynaklardan caminin kûfî ve sülüs hatlı kitâbeler dışında bezeli duvarlara sahip olduğu, medrese, hankah, bîmâristan, ribât, yetimhane, kasır ile köprüden meydana gelen bir külliye programında ele alındığı öğrenilmektedir. Mücâhidüddin Kaymaz ayrıca Erbil'de kendi adına bir medrese ile hankah inşa ettirmiş, şehrin ortasında etrafı bahçelerle çevrili bir havuz, köprüler ve çarşılar yaptırmıştır. Muzafferüddin Kökböri 586'da (1190) Erbil Kalesi'ni yeniletmiş ve aynı yıl da Erbil Ulucamii'ni inşa ettirmiştir. Cami tamamen yıkılmış olup minaresinin büyük bir kısmı sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Caminin kuzeydoğu köşesinde yer alan tuğladan silindirik gövdeli minare sekizgen gövdeli yüksek bir kaide üzerinde yükselmektedir. İki sıra halinde sivri kemerli nişlerle düzenlenen kaide üzerindeki gövdede tuğlaların farklı dizilmesiyle oluşan kuşaklar halinde süslemeler bulunmaktadır. Vaktiyle iki şerefeli olduğu bilinen minarenin şerefeden yukarısı yıkıktır. Âne'de (Irak) mevcut sekizgen gövdeli minare moloz taş malzeme ile örülmüştür ve dıştan sıvalıdır. Gövdede kuşaklar halinde süslemelerin görüldüğü minarenin şerefesi yıkıktır. Minarenin XIII. yüzyılın başında Zengîler devrinde inşa edildiği tahmin edilmektedir; cami günümüze ulaşmamıştır. Kudüs'ü Haçlılar'dan kurtarmak amacıyla çok çaba sarfeden Nûreddin Mahmud Zengî'nin Mescid-i Aksâ'ya konulmak üzere yaptırdığı, sanat değeri çok yüksek ahşap minber, ancak onun vefatından sonra devletin başına geçen Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından Kudüs'ün fethini müteakip yerine konulmuştur. 1969'da fanatik bir yahudi tarafından çıkarılan yangında bu kıymetli minber yanmıştır.
Zengîler döneminde inşa edilen, eyvanlı avlulu plan şemasına sahip medreselerde kıble eyvanı genelde enine gelişen mekân düzeniyle cami olarak tasarlanmıştır. Bîmâristanlar da medreselerde olduğu gibi eyvanlı avlulu düzende ele alınmış yapılardır. Busrâ'da Vali Emînüddevle Gümüştegin tarafından 530 (1136) yılında yaptırılan Gümüştegin Medresesi'nde dört eyvanlı avlulu bir şema uygulanmıştır. Avlunun üzerinin kubbe ile örtülü olduğu bilinmekle birlikte özgün kubbe XIX. yüzyılda yıkılmıştır. Avluya üçlü açıklıkla bağlanan kıble eyvanı mescid şeklinde düzenlenmiştir. Bunun iki yanında ikişer kare mekân mevcuttur. Avluya yine üçlü açıklıkla bağlanan kuzey eyvanının iki yanında da geçişleri sağlayan birer dikdörtgen mekân vardır. Dımaşk'ta Nûreddin Mahmud Zengî'nin yaptırdığı bîmâristan kitâbesine göre 549 (1154) tarihlidir. Dört eyvanlı avlulu şemaya sahip yapıda mukarnas örtülü giriş holünün sağında, ortası havuzlu küçük bir avlu etrafında sıralanan yıkanma birimleri ve helâlar bulunmaktadır (bk. NÛREDDİN ZENGÎ BÎMÂRİSTANI). Halep'te 1124'te yapılan Halâviyye (Haleviyye) Medresesi'nden sonra Nûreddin Mahmud Zengî tarafından 1150-1154 arasında inşa ettirilen bîmâristan da avlulu eyvanlı plan şemasında ele alınmış olup düzgün kesme taşla örülü duvarları, kitâbe kuşakları, taçkapı ve pencerelerle donatılmış görkemli cephesiyle dikkati çeker. Yine Halep'te 1164'te yaptırılan Şerefiye Medresesi ile, bugün çok harap olmakla birlikte 1168'de inşa edilen Hânü't-tütün Medresesi'nin de eyvanlı avlulu düzende olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şehirde Halep Valisi Şâdbaht'ın 1193'te inşa ettirdiği Şâdbahtiyye Medresesi eyvanlı avlulu bir düzendedir. Yapının üç kemerle avluya açılan camisinde mermer ve porfirden imal edilmiş düğümlü geçmeli süslemeye sahip mihrap önemlidir.
Kapısı üzerindeki kitâbeden 567'de (1172) inşa edildiği anlaşılan Dımaşk'taki Nûreddin Zengî Külliyesi, Nûriyye Medresesi ve Mescidi ile Nûreddin Zengî Türbesi'nden meydana gelmektedir. Medrese üç eyvanlı avluludur. Girişin karşısındaki batı eyvanında bulunan bir selsebil avlu ortasındaki havuzla bağlantılıdır. Güneyde enine dikdörtgen planlı mescid üç açıklıkla avluya bağlanmaktadır. Doğu yönündeki taçkapının solunda Nûreddin Zengî'nin türbesi yer alır. Çapraz tonozlu holden ulaşılan türbe kare planlı olup üzeri mukarnas dolgulu bir kubbeyle örtülüdür. Beden duvarları medresenin duvarlarını aşan türbenin üst örtüsü dıştan da mukarnaslı olarak belirginleştirilmiştir. Nûreddin Zengî'nin yine Dımaşk'ta 566'da (1170) inşa ettirdiği Nûriyye Dârülhadisi'nin kuzey kanadı ile güneydeki cami bölümü ayakta kalmıştır. Bu dönemde şehirde yaptırılmaya başlanan Âdiliyye Medresesi daha sonra Eyyûbîler zamanında tamamlanmıştır. Musul'da Atabeg İzzeddin Mes'ûd b. Mevdûd'un yaptırdığı İzziyye Medresesi yıkılmış olmakla birlikte medresenin bünyesi içinde bulunan İzzeddin Mesud Türbesi, daha sonra Bedreddin Lü'lü' tarafından İmam Abdurrahman Türbesi diye adlandırılmıştır. Kare planlı türbe içten tromplarla geçişi sağlanan bir kubbe ve dıştan sekizgen kasnaklı kırık piramidal külâhla örtülüdür. Taş malzeme ile inşa edilen türbenin çok süslü mermer mihrabı müzeye kaldırılmış, doğu yönündeki kapısı önüne de bir hazırlık mekânı eklenmiştir. Bu türbenin karşısında Atabeg Nûreddin Arslanşah'ın Şâfiîler için bir medrese yaptırdığı ve ölümünden sonra bu medreseye gömüldüğü bilinmektedir. Daha sonra Bedreddin Lü'lü'ün Hz. Ali'nin torunu İmam Muhassin Türbesi olarak ilân ettiği yapı zaman içinde değişikliğe uğramış olup bugün aynı adla cami olarak kullanılmaktadır. Yapının mermer mihrabı ve kubbesinin etek kısmı Zengî devrinden izler taşımaktadır. Sincar'da 598'de (1202) Kutbüddin Mahmud tarafından bir medrese yaptırılmıştır. Bu medreseye ait sekizgen gövdeli tuğla minare günümüze ulaşmıştır.
Musul'daki atabeglik idaresinin sonlarında yönetimi ele geçiren Bedreddin Lü'lü' tarafından eski Zengî Sarayı yerine yeniden yaptırılan Kara Saray'dan altta iki eyvanla bunun üzerindeki odaya ait iki duvar parçası zamanımıza ulaşmıştır. Yapıda moloz taş duvar üzerinde zengin alçı süslemeler dikkat çekicidir. Kıvrık dallı rûmîli süslemeler içinde kuş figürleri, dilimli kemerler içinde büst şeklinde ele alınmış insan figürleri arasında kanatlarını açmış kuş figürleriyle bitkisel süslemeler ve yazı kuşakları bulunan yapıda yüksek kabartmalı sülüs kitâbe kuşağı kıvrık dallardan oluşan bir zemin üzerinde yer almakta, spiral kıvrımların ucu hayvan ve kuş başlarıyla sonlanmaktadır. Bu düzenleme, Bakü körfezindeki kalede bulunan ve Zeynüddin İbn Ebû Reşîd tarafından taşa işlenmiş olan kitâbelerle (632/1234-35) yakın benzerlik göstermektedir. Yapıda yer alan figürlü süslemeler İsmâil b. Rezzâz el-Cezerî'nin Artuklu sultanı için hazırladığı ve kısaca "otomatlar" olarak tanınan Kitâb fî maʿrifeti'l-hiyeli'l-hendesiyye (1205) adlı yazmadaki figürleri andırmaktadır. Bedreddin Lü'lü', Musul'da kendi adına yaptırdığı ve Bedriyye Medresesi'nin yanında 637'de (1239-40) inşa ettirdiği, medrese ile özdeşleşen İmam Yahyâ b. Kāsım b. Hasan b. Ali Türbesi (Meşhed) kare planlı bir gövde üzerinde içten mukarnas dolgulu kubbe, dıştan sekizgen kasnaklı piramidal külâhla örtülüdür. Daha sonra Bedreddin Lü'lü' de buraya gömülmüştür. Musul'da 646 (1248) yılında inşa edilen İmam Avnüddin b. Hasan b. Ali Türbesi dıştan dikdörtgen, içten kare planlı gövdeye sahiptir. Yapının üzeri içten mukarnas dolgulu kubbe, dıştan sekizgen kasnaklı kırık piramidal külâhla örtülüdür. Ayrıca Lü'lü'ün Musul'da Veysel Karanî için bir makam türbesi yaptırdığı bilinmektedir. Bu türbe 1940 yılında yıktırılmış olup mavi-beyaz mermer kakmalı mihrabı Bağdat Müzesi'ne konulmuştur. Lü'lü'ün Sincar'da yaptırdığı Sitti Zeyneb Türbesi de İmam Avnüddin Türbesi gibi kırık piramidal külâhlıdır. Lü'lü'ün Sincar'ın doğusunda yaptırdığı kervansaray Bâbülhan adıyla tanınmaktadır. Dikdörtgen planlı yapıda köşelerin kuleli, ön cephe ve kapının kesme taştan, diğer kısımların moloz taş örgülü olduğu, üst örtüsünde tonoz kullanıldığı bilinen yapının yalnızca kapısı bugüne kadar gelebilmiştir. Kitâbesi kırılmış olan kapının kemer köşelerinde kabartma olarak, mızrağını ejderin ağzına saplar vaziyette figürlü bir düzenleme bulunmaktadır. Bağdat'ta 625'te (1228) temeli atılan Müstansıriyye Medresesi 631 (1233) yılında tamamlanmış olup Büyük Selçuklu mimarisi geleneğinde ele alınmış bir yapıdır. İki katlı ve üç eyvanlı medrese enine dikdörtgen bir alan kaplamaktadır. Güney eyvanı yerinde üç açıklıkla avluya bağlanan dikdörtgen planlı cami Zengî mimarisinin etkisine işaret etmektedir.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ